4 Ocak 2013 Cuma

AYDIN ÇUBUKÇU'NUN SEMPOZYUMDA SUNACAĞI "DR.HİKMET KIVILCIMLI VE TKP" BAŞLIKLI YAZISI

Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve TKP

Aydın Çubukçu
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Komünist Enternasyonal’in savaşçı bir müfreze olmayı başaramayan partilerinden biri olan TKP’nin dövüşken, inatçı ve çalışkan bir militanıydı. O da, elde silah, ulusal sınır tanımayan enternasyonal bir savaşçılık örneği veren Mihri Belli’nin “aykırı” durumu gibi, üretken ve verimli teorik emeğiyle TKP bünyesinin “yabancı” unsurlarındandı.
Onun teorik ve pratik eylemi, böyle bir çelişmenin ortasında boy verdi: Uluslararası komünist hareketin bütün birikimiyle ve mücadele olanaklarıyla ilişkide olan bir partinin üyesi olmak, öte yandan, bu ilişkiyi teorisizliğin ve eylemsizliğin gerekçesi yapabilmiş bir yapı ile kuşatılmış bulunmak...
Bu koşullarda Kıvılcımlı’nın teorik ve pratik çabası, belli başlı iki önemli alanda TKP’nin özelliklerinin açığa çıkmasına yol açmıştır.
Birincisi, Kıvılcımlı’nın eleştiri ve önerileri TKP’nin örgütsüzlüğünü, teorisizliğini ve eylemsizliğini açığa çıkarır.
İkincisi, Kıvılcımlı’nın eleştirileri ve önerileri ile birlikte ortaya koyduğu teorik eser, TKP’nin bütün yapısı, önderlik özellikleri ve teorik şekillenişi ile gidebileceği mümkün son noktanın, sınıf uzlaşmacılığı ve darbecilik olabileceğini gösterir.

Kıvılcımlı’nın Eleştirileri Işığında TKP’nin Teorisi ve Pratiği

Ömrünün 22 yılını, “yarı derebeyi Türkiye zindanlarında” geçirmiş olan Kıvılcımlı, TKP’nin orta kademelerinden yukarı çıkamamış, daima militan tabana yakın yerlerde, “kendi bildiğince” yer tutup mücadele etmiştir. Parti içi ilişkilere, kliklerin-fraksiyonların gözüyle ya da sınıf mücadelesini Sovyetler Birliği’nin dış politikasından ibaret sayan ve yurtdışını mekân tutmuş sözde önderlerin bakışıyla değil, gündelik mücadelenin ihtiyaçlarıyla, militanların ve işçilerin anlayışıyla değerlendirmeye çalışmıştır. Onun TKP’ye yönelttiği eleştirilerin ve üst kademelere aralıksız olarak yazıp gönderdiği önerilerin, TKP’nin iç hayatına, mücadele ve örgütlenme anlayışına ilişkin ciddi ve kalıcı eleştiri öğeleri içerdiği söylenebilir. Eleştirilerinin ve önerilerinin analizi, TKP’nin tarihine eleştirel bir bakış için değerli ipuçları sunmaktadır. Bu eleştiri ve öneriler, TKP’yi içinde bulunduğu açmazlardan çıkarmaya yönelik iyi niyetlerin eseriyse de partinin o dönemdeki politikalarını, taktik ve stratejisini belirleyen genel anlayıştan fazlaca kurtulabilmiş değildir. Bu eleştiri ve öneriler, TKP’nin, kendi içinde geliştirilebilecek eleştiri ve teori çabasının sınırlarını nasıl belirlediğinin de göstergesidir.

Teori

Kıvılcımlı, tartışılmak üzere TKP Merkez Komitesi’ne sunduğu “Yol” çalışmalarında, ideoloji, sosyal gelişim, parti tarihi, strateji planı, taktikler gibi o zamana kadar ele alınmamış konuları işler. Ülkenin ve dünyanın özgül koşullarının ve tarihsel gelişmenin bir analizini, TKP’nin teorisinin temeline koymaya çalışır. “Teorisizlik”, Kıvılcımlı’ya göre, TKP’nin başlıca eksikliklerinden birisidir.
TKP’nin bu hastalığının başlıca görünüşlerini, Kıvılcımlı şöyle sıralar:
“Türkiye’de bilimsel sosyalizm, bir aydın davranışı olarak başladı. Ve çok kez sosyalizmin bütün çabalarını yayın alanında merkezileştirdi. En çok işitilen ve izlenim bırakan şey legal yayınlardı.
Ne var ki, bu yayınların tümüne bir göz atılacak olursa, orada sistematik bir ülkü propagandasından çok, sosyalizme şöyle böyle değinen plansız, dağınık makale parçacıkları görülür. (...)
Öyleyse bizde teori, fazla olmak şöyle dursun, eksikten de daha aşağıdadır. Eğer teoriyi bir istem, bilimsel bir sentez sayarsak, teorinin en canlı bölümünde büyük bir yoklukla karşı karşıyayız.”
Dr. Hikmet, TKP’nin o dönemde kendisini başlıca siyasi mücadele aracılığıyla gösterdiğini kaydederek, teorik ve ekonomik mücadelenin bulunmadığına işaret ediyordu. “Bizdeki sosyalist mücadele ağacının ne meyvesi, ne kökleri var denecek durumdadır. Yalnız gövdeyiz, demek kütüğüz!
Gerçekten bu hareketsiz ve hantal gövde, siyasi mücadeleyi de “varız” diyebilecek dereceye yükseltebilmiş değildi. “Siyasi mücadele” denilince, “bildiri dağıtmak, illegal yayın faaliyetini yürütmek” gibi rutin propaganda faaliyetinden ötesinin akla gelmediği TKP yapısı içinde, teorik ve ekonomik mücadelenin önem ve değeri olamazdı. Ekonomik mücadelenin sosyalist mücadelenin kökü haline gelebilmesi için Partinin, işçi sınıfı içinde, işçi örgütleri içinde etkili bir çalışması bulunmalıydı. Böyle bir dizi örgütle çevrelenmedikçe partinin, işçi sınıfı mücadelesinin en ilk biçimine önderlik etmesi düşünülemezdi. Bu olmadıkça, mücadele biçimleri içinde en gelişmişi ve en örgütlüsü olması gereken siyasi mücadelenin yürütüldüğünden de söz edilemezdi. Bu noktada, Dr. Hikmet’in “kütük” benzetmesi tam yerine oturmaktadır.
Bu eksiklik, partinin teorisizliğinin diğer bir temel nedenini de açıklamaktadır. Teori, Marksizm-Leninizm’in kurucularının eserlerinin incelenmesi, genel felsefi, ekonomik incelemeler yapılması anlamına gelseydi, TKP’nin bu bakımdan tamamen yoksul olduğu söylenemezdi. Ama teori, devrimci pratiğin sorunlarına genel ve temel cevaplar bulmaya yönelik bir çaba olarak tanımlandığında, TKP, bu bakımdan “yoksul”dur. Çünkü TKP, ciddi olarak böyle bir çabaya girmesi için gerekli nesnel ilişkilerden yoksundur.
Yığınların mücadelesinin problemlerini kendi problemi olarak kavramayan bir partinin, bu problemlere çözüm getirecek çabalar içinde bulunmamasının bir diğer anlamı, partinin iktidar mücadelesini göze almadığıdır.
Özel olarak, partinin sosyoekonomik yapı, strateji, taktik gibi konularda teorisizliği onun sosyalist mücadelenin temel biçimleri üzerindeki etkisizliğinden ve yetersizliğinden kaynaklanmaktadır ve genel yetersizliğinin ölçüsü olarak rol oynamaktadır.
Kıvılcımlı’nın teorik mücadeleye verdiği önem ve tek başına giriştiği çalışma, diğer mücadele biçimlerinde de Parti’nin ilerleyebilmesi için yol gösterici olma iddiasını bu yüzden taşımaktadır. Kıvılcımlı, teorik çalışmanın eksikliğini, diğer mücadele dallarındaki geriliğin bir sonucu olarak görürken, kendi teorik çabasının, diğer dallardaki eksiklikleri de giderecek bir içerik taşımasına özen göstermektedir.
Ancak Kıvılcımlı’nın teorik çabasının yer yer içerdiği önemli devrimci unsurlara rağmen, içinde yaşadığı geriliğin lekelerini taşımaktan da uzak kalamamıştır.
Yıllar sonra, 12 Mart rejiminin takibinden kaçarken Brejnev’e yazdığı mektupta Kıvılcımlı, teori konusunda parti içinde iki tavır bulunduğunu öne sürer:
“1. Kategori: Bir Marksist-Leninist militan Türkiye’de, teorice ve pratikçe tam elli yıl dövüşüyor. 22 yıllık hapishanelerini, her defasında, Lenin’in dediği gibi: ‘Alfabeden başlayıp, yüce cebri bitirecek’ bir okula çeviriyor. Sabırlıcasına ve sistemlicesine: Marx-Engels-Lenin-Stalin’i, Tarihi, Ekonomi Politiği, Diyalektiği, Tarihçi Maddeciliği klasik olarak etüt ediyor. Ve Lenin’in öğütlediği gibi, kendi ülkesinin tarihini, ekonomi politikasını ve sınıf ilişkilerini özge orijinallikleri içinde araştırıyor. Böylece o militan, yüzlerce kitap yazıyor. Kendi dilinde, çoğu temelli orijinal olan 40’tan aşırı kitap yayınlıyor. (...)
2. Kategori: Sovyetler eşiğini ‘aşındırma’ zanaatında ‘uzmanlardan’ derleşiktir.
Onlar için ‘ideoloji’: kimi Sovyet metinlerini yarım yamalak, yanlış tercüme veya dörtte bir intihal etmektir.
Bir ülkenin veya genel tarihin sosyal karakteristiklerini araştırmak: antimarksizm ve antisovyetizme çalan affedilmez bir bid’attır.
Marksizm-Leninizm, hakiki veya hayali düşmanlara karşı, gelişigüzel söğerce kusulacak kimi soyut klişelerden başka bir şey değildir.” (Kim Suçlamış, s. 154)
Bu satırlarda, Kıvılcımlı’nın tek başına kendisinin bir kategori oluşturduğuna inandığını görüyoruz. Saydığı bütün özellikler, kendisine aittir.
Kıvılcımlı’nın ölümün eşiğinde yazdığı bu satırlarda gerçek payı vardır. Kendi çalışmalarının da Marksizm-Leninizm açısından çok tartışılacak yönü vardır; ama gerçekten Kıvılcımlı dışında parti içinde “ülke orijinalitesini araştıran” bir başka teorisyen olmamıştır.

Örgüt

Kıvılcımlı, bu çalışmalarının aslında en sert mücadele biçimlerinden birisi olduğunu ve partinin bürokrat revizyonist yöneticilerine karşı içeriden yürüttüğü muhalefetin hangi sonuçları doğurabileceğini yaklaşık kırk yıl sonra gözleriyle görecektir.
Kıvılcımlı’nın TKP’nin örgütsel yapısına yönelttiği ilk ciddi eleştirilerin tarihi, 30’lu yılların hemen başındadır.
30’lu yıllarda, bütün dünyada yükselen devrim ve demokrasi mücadelesinin, Türkiye’de de yankılanması ve sosyalizm ekseninde toparlanmasının sonuçlarını, başta örgütsüzlük problemiyle yaralı bulunan TKP’nin karşılayabilmesi olanağı görünmüyor. Kıvılcımlı, TKP’nin başta hizipleşme olmak üzere, çeşitli savrulmalara ve küçük burjuva sapmalara açık hale geleceğine işaret ediyor.
“Hareket partileştikçe, radikalleşen yığınların, devrimcileşen orta sınıfların çekim merkezi ve odağı parti oluyor. Tekelci sermayenin baskısına ve ezişine dayanamayan küçük burjuva unsur, başka sınıfların devrimcileri, merkeze doğru dışarıdan partiye doğru yerçekimine ve akıntıya tutuluyorlar.”
Kıvılcımlı, Parti’nin Bolşevizm’e sımsıkı sarılarak, “çelikten bir Marksist-Leninist ortodoks çekirdek halinde pratik ve teorik, biricik gerçek sosyalist partiyi gerçekleştirmek, kitaptan hayata geçirmek” yolunda önlemler alması gerektiğini vurguluyor.
TKP içinde, o dönemde, devrimci dalganın yarattığı yönelimi kanalize etmek, yönlendirmek ve “partili kılmak” konuları üzerinde bir tartışma bulunmaktadır. Parti içinde ve dışında bir kısım sosyalist, yığın hareketinin karakteri ve yönlendirileceği hedef konusunda gerici tespitler yapmaktadır. Türkiye’nin tarih sahnesine “geç gelmiştir.” Sayıca nüfusun az bir bölümünü teşkil etmektedir. Burjuvazinin “antiemperyalist devrimciliğine” daha fazla güvenmeyle, devrimci sosyalizme yabancı, burjuva kuyrukçusu ve reformist bir akım doğar. Bunlar, Dr. Hikmet’in eleştirisinin konusu olur.
“Garip değil midir ki, bizde ‘işçi sınıfı yoktur’ ya da ‘yok denilecek kadar azdır’ diyen oportünistler kimlerdir? Türkiye’de bütün musallatlığıyla yaşayan bir kapitalist sınıfın ‘anti emperyalist’ cephesine hayran ve kul olanlardır.” (s. 55)
Bu tür teorisyenler, Kıvılcımlı’nın yoldaşlarıdır, partinin merkezinde bulunmaktadırlar. Kıvılcımlı, işçi sınıfının toplumsal etkinliğinin zayıflığından hareket ederek onun niceliğini ve niteliğini tartışanlara karşı, bu eksikliğin dolaysız olarak “örgütsüzlükten”, “politik olarak örgütsüzlükten” kaynaklandığını gösterir. Bu, günümüz koşullarında da açıklayıcı özelliğini kaybetmemiş olan devrimci bir tespit ve eleştiridir.
“Türkiye’de geniş ve elle tutulur açık (politik ya da ekonomik) işçi örgütlerinin bulunmayışı, neyi gösterir? Türkiye işçi sınıfının devrimci mücadelesinin yokluğunu değil, salt legal alandan terörle kovulduğunu gösterir.” (s. 56)
“Türkiye’de işçi sınıfının niceliğini ve niteliğini de inkâr etmek, sınıflar savaşının tarihini bilmemekten ya da bilmezliğe gelmekten başka bir anlam taşımaz. İşçi sınıfının gerek dünya, gerekse bir ülke devriminde ‘pasif’ kalacağını ummak nedir? Türkiye’de işçi sınıfı yerine bir işçi mezarlığı düşünmektir.” (s. 57)
Kıvılcımlı, “proletaryanın ülke içinde tarih sahnesine geç gelmiş olması” kavramının ifade ettiği durumun, devrimci bir taktik ve örgütlenme planı çerçevesinde ele alınırsa avantaj haline getirilebileceğini söyler. Fakat TKP içinde, bu eleştirileri ciddiye alarak gereğini yerine getirmeye koyulacak güçte bir önderlik ya da eleştirileri partinin güçlenmesi için kullanabilecek nitelikte bir kadro birikimi yoktur.
Örgütlenmedeki geriliğin de sebeplerinden biri, işçi sınıfı ile devrimci bir politika temelinde ilişkinin gerçekleştirilmemiş olmasıdır. Bu durum, işçi sınıfının mücadelesine uzaklığın teorileştirildiği Aydınlık dergisi türünde bir oportünizme yol açarken, işçi sınıfı içinde Kıvılcımlı’nın deyimiyle ‘aristokrat tabaka’yla ilişkinin tercih edilmesine yol açmaktadır.
Dr. Hikmet, Amele Teali Cemiyeti’nin “Parti’nin oraya sokulmasından dolayı” battığını söyleyenlere karşı şu cevabı vermektedir:
“Bu ‘çaresiz’ Cemiyet’i batıran nedir? Her şeyden önce, onun içinde kuyrukçuluğu işleterek sınıf siyasetinden uzaklaşmasını ve bir aristokrat işçiler kahvesi ya da gazinosu halinde soysuzlaşmasını körükleyen kuyrukçuluktur. Sonra, cemiyetin bir kitle oluşumu olmaktan çıkması üzerine, gerçek sosyalist politika ve taktikle hareketi derinleştirememesi ve kökleşmemesi yüzünden derneğin ölümünü kolaylaştıran gene kuyrukçuluktur.
Demek ki iş kuyrukçuluğun iddialarının tam tersidir. Amele Teali Cemiyet, Marksist Partinin gerçek sosyalist etkisi altında layıkıyla kalmadığı için, kuyrukçuluğa saptığı için çökmüştür.” (Yol-1, s, 229)

Eylem

Kıvılcımlı’nın TKP’yi eleştirirken ortaya koyduğu tezleri değerlendirmek ve TKP’nin bu tezler ve eleştiriler karşısındaki durumunu görebilmek için onun belli başlı tarihsel anlardaki eylemini incelemek gerekir. Kıvılcımlı’nın bu bakımdan en önemli eseri, “İhtiyat Kuvvet Milliyet (Şark)” çalışmasıdır.
TKP, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarına rastgelen Kürt ayaklanmaları karşısında, Kemalist hükümet kuvvetlerinin tarafını tutmuş, Kürt halk hareketini, feodalitenin başkaldırısı, gerici ayaklanmalar olarak değerlendirmiştir.
Kıvılcımlı’nın, bu bakımdan partinin genel tutumundan farklı ve özellikle o günlerin koşulları göz önüne alındığında, devrimci bir tavır takındığını görüyoruz.
Kıvılcımlı’nın “Şark Meselesi” üzerine çalışmalarının bir bölümü, Ermeni halkına ayrılmıştır. Ancak, Ermeniler, o dönemde de toplumsal bir faktör olmaktan devlet terörü ile uzaklaştırılmış olduğu için bu konu, Kıvılcımlı’nın çalışmalarında fazla yer tutmaz. Kıvılcımlı, 1915 soykırımından sonra bölgede kalan Ermenilerin büyük bir bölümünün Kürtleşmekte olduğunu, dil ve din özellikleri bakımından Kürtlere yaklaştıklarını tespit ederek, Kürt sorunundan ayrı bir Ermeni sorununu gündeme almayı gerekli görmez.

“Türkiye: Dış ilişkilerinde ezilen ulus, iç ilişkilerinde ezen ulus.”

Kıvılcımlı, Türkiye’nin durumunu böyle özetlemektedir. Emperyalizm tarafından ezilen ve sömürülen Türkiye, içeride ezen ulus rolünü oynamaktadır.
“Bugün, Türkiye nüfusunda önemli bir toplam tutan iki ulusal varlık var: Türklük - Kürtlük. Siyasal, ekonomik egemenlik ve üstünlük Türk burjuvazisinde olduğu için, Kürt halkı, mistik ve belirsiz ‘Doğu illeri’ sözcüğü altında, özel ve gizli bir sömürge, şiddetli bir asimilasyon ve daha doğrusu bir yok etme siyasetine uğratıldı. Kemalizm bu sömürgeci, yok etme siyaseti, birçok tarihsel ve siyasal zorunluluklar yüzünden, uluslararası denge içinde bugüne kadar adeta tarafsız bir ilgi ya da ilgisizlikle görüldü. (...) Kemalizm, Doğu illerinde, şimdiye kadar emperyalizmin oyuncağı olan derebeyi unsurlarla çarpışıyor görünebildi... Oysa derebeyliğin Kürdistan’da ayaklandırdığı ya da ayaklandırabildiği yığınlar için söz konusu olan şey, dini alet etmek ya da emperyalizme alet olmaktan çok, ekonomik ve ulusal baskıya karşı bir tepkiydi. Yani Kürt halkı, zulüm denizine düşen her zamanki bir insan gibi, emperyalizm ya da feodalizm yılanına sarılmaktan başka bir şey yapmıyordu.” (Yol-2, s. 326)
Bu görüşler, TKP’nin konuya ilişkin görüş ve tutumlarından tamamen farklıdır. Eleştirilen görüşler, TKP’nin temel değerlendirmeleridir. Kıvılcımlı, Kürt halk yığınlarının ulusal kurtuluş talepleriyle bu taleplerin emperyalist ya da feodal önderlikler tarafından istismar edilmesini birbirinden ayırmaya çalışarak, halkın yanında bir tutum takınmaktadır. İddialarını tarihsel araştırmalara, güncel istatistiklere, gazete haberlerine dayandırmakta, böylece TKP’nin merkez yönetici kadrolarını sarsacak bir dizi kanıt sunmaya çalışmaktadır.
Kıvılcımlı, Kürt ulusal sorunu ve hareketini, bir başka siyasal gerçeğin görülebilmesi için de araç olarak kullanmaktadır: Kemalist yönetimin faşist diktatörlük niteliğinin sergilenmesi... Bu tespit TKP için tamamen yabancı ve kabul edilemeyecek bir tezdir. Fakat Dr. Hikmet, Kürt halk hareketinin temel karakteristikleriyle Kemalist hükümetin Kürt halk hareketine karşı tutumu arasındaki ilişkiden hareket ederek, rejimin siyasal karakterini çözümlemeyi başarabilmiştir.
Bu çabalar, TKP’nin genel politik ve taktik çizgisini etkilememiş, bu anlamda TKP’nin niteliklerinin açığa çıkarılmasına hizmet etmiştir. Kıvılcımlı, Kürt sorunu karşısındaki tutumları, demokratizmin ve devrimciliğin kıstası olarak kullanarak, TKP’nin devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi hakkındaki tutumunu deşifre etmiştir. Hem de TKP’nin kuyruğuna takıldığı ve sürekli olarak “antiemperyalist”liğini propaganda ettiği Türk burjuvazisinin belli başlı özelliklerini teşhir etmiştir.
Bu özellikleri dikkate alındığında, Kıvılcımlı’nın Kürt ulusal sorununa ilişkin tezlerinin, o yıllarda daha sonra yanlışlanacak özellikler taşıması fazlaca önemli değildir. Çünkü bu eksende mücadele, Kemalist diktatörlüğe karşı bir teşhir çalışması olarak kalmıyor, aynı zamanda TKP’nin ulusal ve uluslararası zemine atılım yapması için bir başlangıç noktası gösterebiliyordu. Örneğin, Dr. Hikmet, o tarihte, Enternasyonal Komünist Hareketin de, ulusal sorun konusunda, TKP’den daha ileride olmadığını söyler. Bu alanda TKP tarafından atılacak bir adımın, uluslararası komünist harekette olumlu etkiler yaratacağını belirtir.
Dr. Hikmet’in Kürt sorunu hakkındaki çalışmaları, Parti’yi eyleme çekme, devrimci eylem alanları hakkında bilgilendirme ve bir özeleştiri kapısı açarak oradan halk hareketinin sıcak ortamına geçme çağrısıdır. İşte asıl bu yüzden TKP, Dr. Hikmet’in çalışmalarına önem vermemiş, bu yazılar uzun yıllar kimsenin okumadığı, varlığından haberdar olmadığı yazılar olarak kalmıştır.
Kıvılcımlı’nın, TKP’nin pasif, görünüşü kurtarmaya yönelik sözde eylem anlayışını teşhir etmek ve kırmak için bir başka sloganı devreye soktuğunu görüyoruz: Legaliteyi istismar!
TKP, ağır illegal çalışma koşullarını, daima eylemsizliğinin, etkisizliğinin, kitleler içinde bulunmayışının gerekçesi yaparak, sınırlı ve etkisiz hareket alanını savunmaya çalışırken, Kıvılcımlı, legalitenin bulunduğu kadarıyla Parti faaliyeti lehine istismar edilmesini öneren bir dizi plan hazırlayarak Parti’ye sunar. Önerileri, her militanın hemen aklına gelebilecek türden basit mücadele biçimlerinden, karmaşık örgüt ve propaganda tekniklerine kadar uzanan bir dizi oluşturmaktadır. Çalışmasını özetlerken, temel bir ilkeden yola çıktığını belirtir: İllegal faaliyeti, legal faaliyetle birleştirmek. Ve pratiğin içinde bulunulan koşullarda, bunu başaramadığını tespit eder.
Kıvılcımlı, TKP’nin iç işleyişini, mücadele olanakları karşısındaki tutumunu, mücadele biçimlerini birbirine bağlayışını, taktik ve stratejik sorunlarını derinlemesine inceler, gözünü kırpmadan eleştirir ve öneriler getirirken, aslında TKP’nin siyasi ve ideolojik bakımdan çizdiği genel sınırları ve oportünist açmazları aşamaz. Eleştiri ve önerilerinde, Marksizm-Leninizm bakımından hatalı ve ülke gerçekleriyle tutarlı olmayan, somut koşulların somut analizine değil, daha çok kurguya dayanan özellikler bulunabilmesinin nedeni de budur.
TKP’nin gitgide daha da sağa savrulması, SSCB’de modern revizyonizmin iktidara gelişi ve TKP’nin bir süre sonra likide edilmesi, Kıvılcımlı’yı, Türkiye’de mücadeleyi sürdürme azmiyle dolu birkaç eski tüfekten biri haline getirir. Makale ve kitaplarında, 30’lu yıllarda başlayan eleştirel tutumunun içinde bulunan sağ ve teslimiyetçi yanlar, daha da açılıp Kıvılcımlı’nın siyasi ve ideolojik bakımdan esas karakteri olacaktır.

“Yol”un Sonu

Teoride savunulan doğru, önerilerin içeriğinde bulunan devrimci öğeler, bir dönem için muhalefet konumunda bulunurken ileri sürülen taktik ve stratejik atılım talepleri, kendilerinin pratikte sınanacakları bir zamana kadar görünüşte taşıdıkları devrimciliği koruyabilirler. Kıvılcımlı’nın, kendi içlerinde de önemli zaaflar taşıyan öneri ve eleştirileri bir ölçüde içerdikleri devrimci özellikleri ve işçi sınıfını esas almaya özen gösteren tavrını gitgide kaybetmiş ve sonunda, genel ve sistemli TKP revizyonizminin sınırları içinde bu sistemin bir parçası haline gelerek, kendine özgülüğünü de kaybedip proletaryanın eylemini ve komünizmin hedeflerini esas almayan bir küçük burjuva darbeciliğine dönüşmüştür.
Kıvılcımlı’nın ulaştığı siyasi sonuçların geçmişteki teorik çalışmalarında ve eleştirilerinde de kendisini gösteren ve genel içerikleri bakımından Marksist sınıf mücadelesi teorisine aykırı tespitlerinde temellerini bulduğunu görebiliriz. Bu tespitlerin ve Kıvılcımlı’nın sınıf mücadelesi teorisi karşısındaki durumunun açığa çıktığı alan, doğrudan doğruya devlet ve onun kurumları karşısında takındığı teorik ve pratik tutumdur.

Teorik Analizinde Türk Ordusunun Yeri

Kıvılcımlı’yı, hayatının son günlerindeki eğilimleri ve eylemleri bakımından değerlendirirken, o günün koşullarında taşıdığı ruh halini göz önünde tutmak zorunludur.
Ömrünün son günlerinde, tuttuğu güncesine şunları yazıyor:
“Gece her yarım saatte bir kıvrandırıcı ağrılarla uyanıp sabaha dek taşındım. (...) Dayanılmaz ağrılar her şeyi unutturuyor. Ne zalim hastalıkmış bu kanser? (...) Onun kötümserliği altında intiharı bile düşündüğüm oluyor. Başkalarının ve kendimin başına bela olacağıma, sükûnetle çeker giderim şu dünyadan. (...)
TKP kanseri, ondan beter çıktı... bu politik kanserimiz, bütün kanamalarıyla savaşı yavaşlatmış ve en sonra bugünkü soysuzlaşmaya dayanmıştır.”
Kendi militan hayatıyla ve bütün ömrünü uğruna hizmetle geçirmeye çalıştığı Partisinin iç hayatıyla olan hesaplaşmasını sürdürürken, o anda ne yapması gerektiğini tartışır. Ömrünün son on gününde, gerek fiziksel olarak, gerekse ruhsal bakımdan, yukarıdaki satırlarına da yansıyan büyük bir yıkıntı ve umutsuzluk içinde bulunduğu bir sırada, Berlin’den iki mektup yazar.
Mektuplarından biri, idam cezası istemiyle yargılanmak üzere kendisi hakkında tevkif müzekkeresi çıkarmış bulunan Sıkıyönetim Mahkemesi’nedir.
Kıvılcımlı, mektubunda, Türkiye’den kaçmadığını, yurtdışına çıkış izni verilmediği için sahte kimlikle tedavi görmek için yurtdışına çıktığını, Türk ordusunun adaletine hesap vermekten kaçınmayacağını, Sıkıyönetim Mahkemesi’ne teslim olmak istediğini, bunun için dönüş hazırlıklarını sürdürdüğünü ve hastalığının kendisine bir parça ayakta kalabilme izni vermesini beklediğini yazıyordu.
Bütün polis işkencelerinden alnının akıyla çıkmakla haklı olarak övünen, uzlaşmazlığı ve kavgacılığı ile TKP kadroları içinde nam salmış bulunan bu yaşlı militanın siyasi hayatının maddi hayatından önce son bulmasına yol açan bu teslimiyet mektubu, Türk basınında, Kıvılcımlı’nın ölüm haberiyle birlikte yayınlandı.
İkinci mektup ise Brejnev’e, 30 Eylül 1971 tarihinde yazılmıştır. Kendisinin “Sosyalist ülkelere” sokulmayışını protesto ve şikâyet eden bu mektubuna açık ve pratik bir cevap alarak, “Sosyalist Blok”un bütün ülkelerinden, kendi deyimiyle, “kapı dışarı edilmiş” ve sonunda Yugoslavya’ya sığınmış, orada 11 Ekim 1971’de ölmüştür. Biri bütün ömrü boyunca uğruna mücadele ettiği sosyalist ideallerin kalbi olarak gördüğü Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Sekreterine, diğeri de mücadelesinin hedefinde duran burjuvazinin devletinin bir kurumuna, iki mektup...
Kıvılcımlı’ya bu trajik sonu hazırlayan tarihi ve siyasi nesnel süreçlerin yanında, kendi teorik ürününün de rolü bulunduğunu söylemek insafsızlık olmayacaktır.
Türkiye’nin siyasi tarihinde darbelerin yeri ve anlamını, Türkiye solu, ilk kez 12 Mart sonrasında ciddi olarak tartıştı ve geçmişe oranla, askeri darbeler karşısında daha net bir tavır geliştirmek için 12 Eylül zulmünün kendisine sunduğu geniş malzemeden yararlanabildi.
Bu iki tecrübeyi göz önünde tutan siyasi değerlendirmeler açısından, Kıvılcımlı’nın mektubu, ilk elde ve soyut olarak açık bir teslimiyet mektubu olarak görünecektir. Fakat Kıvılcımlı’nın genel teorik yaklaşımı göz önünde tutulduğunda, onun, Brejnev’den adalet isterken taşıdığı açıklık ve içtenlikle, Türk ordusundan da adalet isteyebileceği görülecektir. Böylece, söz konusu mektup, siyasi ahlak bakımından yargılamaya konu olacak bir belge olarak değil, bir teorik yaklaşımın ulaştığı son nokta olarak anlam kazanacaktır.

“İkinci Kuvayı Milliyeciliğimiz”

Kıvılcımlı için, 27 Mayıs askeri darbesi İkinci Kurtuluş Savaşı’na uzanan bir yoldu. (Bkz: 27 Mayıs, Yön’ün Yönü, Devletçiliğimiz. s. 80) Ya da “27 Mayıs, geleneksel ilmiyemizin (üniversitenin) yaptığı bilimsel ve gidimsel kışkırtma üzerine, seyfiyemizin (ordumuzun) kılıcını ortaya atmasıydı.” (Agy)
Kıvılcımlı, 27 Mayıs sonrasında bir tür solculuk işareti olmaya başlayan “devletçilik” savunusunu yapanlara karşı, kavramın sınıf içeriğini açıklar ve eleştirirken, devlet ve sınıf hâkimiyeti ilişkisi üzerinde Marksizm’in temel ilkelerini ve tezlerini de savunur.
Modern toplumun kapitalist üretim temeli üzerinde başlıca sosyal sınıflar: 1-Kapitalist sınıfı, 2-İşçi sınıfıdır.” (Age. s. 95) Kıvılcımlı, Yön dergisi etrafında etkinlik gösteren ve 27 Mayıs’ın “ilericiliği” hakkında kanı yerleştiren çevrelere karşı kendi konumunu açıklamaya çalışırken, daima bu kıstasları öne sürer. “Devletçi sosyalizm” sloganıyla politika yapan “ilericiliği” eleştirirken, Marksizm’in temel tezlerine dayanır. Bu, onlarla aynı kavram cephaneliğini kullanma kaygısının ürünüdür. Örneğin, Yön dergisi, “İkinci Kurtuluş Savaşı”ndan söz etmektedir, Kıvılcımlı “Kuvayı Milliye seferberliği” sloganını kullanmaktadır, Vatan Partisi tüzüğünde, “Mübarek İktisadi Kuvayımilliye seferberliği” terimini kullanmıştır. O, bu benzerliği, kendisi tarafından konulmuş ilkelerin tahrif edilmesi çabası olarak görür ve “devletçi sosyalist”lerin bu slogan ve terimleri kullanmasının, “düşünce ve davranışları bulandırmak” amacına dönük olduğunu söyler.
Kıvılcımlı’nın bu kavramlara verdiği içerik ya da o dönemde yaşanan olaylara yakıştırdığı yorum, Marksizm’le ne kadar uyuşmaktadır? Kendisinin vurgulamaya çalıştığı farklılık, gerçekten var mıdır? “Devletçi sosyalistler”le kendi görüşleri arasına köklü ve sınıf farklılığı olarak açıklanabilecek ciddi bir karşıtlık var mıdır?
Hikmet Kıvılcımlı’nın 27 Mayıs değerlendirmelerinde, “hayıflanma” denilebilecek bir saptama, önemli yer tutmaktadır. Ona göre, darbeci subaylar, işçi sınıfına dayansalardı veya başlıca destekçileri olarak bu sınıfı gözeten bir politika izleselerdi, 27 Mayıs, sosyalizm yolunda ilerleyebilir, en azından bir demokratik devrim karakteri kazanabilirdi!
 “Yön”cülüğe yöneltilen eleştirilerin, devletçilik üzerine tekrarlanan Marksist önermelerin hepsinin bir yana atıldığı, unutulduğu, geçersiz kılındığı nokta burasıdır. Kıvılcımlı, sınıf pusulası, devlet ve devrim teorisi gibi “şaşmaz devrimci doğruları” bir kenara bırakarak, 27 Mayıs’ı gerçekleştiren subaylardan, demokratik bir halk devriminin gerçekleştirebileceği bir programın uygulanmasını bekleyebilmekte, darbeci ordunun “çarıklı köylülere, hırpani işçilere” dayanmayı seçmesinin yeteceğini düşünmektedir.
Bu nokta onun, TKP’nin ve ömrünün sonunda derin açmazlarını keşfetmeye başladığı Sovyet revizyonizminin temel tezleriyle buluştuğu noktadır. O, bir yandan, SSCB-KP’nin yaygınlaştırdığı “Kapitalist olmayan yoldan kalkınma” teorisinin kılavuzluğunda bu sonuçlara ulaşmaktadır, diğer yandan, kendisine ait olan “Tarih tezi”nin sonuçlarını dile getirmektedir.
27 Mayıs’ta Dr. H. Kıvılcımlı için ordu, hangi sınıfa dayanarak devrim yapacağını bilemediği için yolunu şaşırmış bir devrimciler grubudur. Ona, hangi sınıfla birleşmesi gerektiğinin anlatılması gerekir. Ordu, halka hizmet ve reform yapmak istemektedir, ona, işçi sınıfıyla birleşmesi gerektiği gösterilirse, “vurucu güç” olarak görevini yerine getirebilir:
“Kendisine: Gel kardeşim, sınıflı toplumun kişi olarak her insanı az çok aşağılık kompleksiyle hastadır. Burjuvalar da hastadırlar. Ama sosyal sınıf olarak davrandılar mı, birbirlerini kıracaklarına sınıf bilinciyle birleşirler ve toplumda kendilerine halka karşı yardımcı güçler ararlar ve bulurlar.
Eğer gerçekten ‘halka hizmet’ ve ‘büyük reform’ götürülecekse, o işçi sınıfının manivelasına sarılmaktan başka çıkar yol yoktur denilse, ne karşılık alınır?”
Kuşkusuz, Dr. H. Kıvılcımlı’nın umduğu cevap alınamazdı. O, bir bakıma, ordunun böyle bir çağrıyı kendisine ulaştıran, o bilinci kendisine götüren kişiye (partiye) “iyi ki söyledin, ben de bunu arıyordum” diyerek hemen peşinden gelebileceğine safça inanıyordu.
Kıvılcımlı, aynı sistemli hatayı, 12 Mart darbesi karşısında da tekrarladı. Kendisiyle ilişkide olan devrimci genç subayları, ordunun tümünü temsil ediyorlarmış gibi kabul etti. Daha ötesi, onların devrimciliğini, sosyalizme yönelmiş olmalarını, ülke ve dünya koşullarıyla değil, ordunun devrimci bir geleneğe sahip olmasıyla açıklamaya girişti. Bu yüzden, 12 Mart askeri darbesini destekledi.

Kapitalist Olmayan Yoldan Kalkınma Teorisi

Sovyetler Birliği 1956’dan sonra anti sömürgeci, antiemperyalist milliyetçi hareketleri tanımlayan bir teori geliştirdi. “Kapitalist Olmayan Yoldan Kalkınma” denilen bu siyasal model, özellikle BAAS (Birleşik Arap Sosyalist Partisi) hareketinde ifadesini bulan milliyetçi programları desteklemek ve Sovyetler Birliği’ne bağlı kılmak amacını güdüyordu. Bu yol, “kapitalizmin sakıncalarından” arınmış, ama sosyalist de olmayan bir “ara biçim” öneriyordu.
Bu modelin “kapitalist olmayan” adını taşımasının gerçekle bir ilişkisi yoktu. Model, o ülkelerin azgelişmiş kapitalizmlerini geliştirmekten, milli burjuvalarını palazlandırmaktan öte bir amaç taşımıyordu.
Sovyet ideologları bu konuda art arda yayınlar yapmışlar, konuyu teorize etmişlerdir: “Geri bir toplumda ordu, ulusu sağlamlaştırıcı bir unsur haline gelir. Özel durumunun bilincinde olan ordu, öncü ve tarihi görev taşıyıcı rolünü geliştirmeye başlar. Ondan sonra yüksek hakem ve bütün ulusun sembolü olarak sosyal sınıflar üstü tek güç olma görevini de üzerine alacağı ikinci aşamaya sadece bir adım kalır.”
Kıvılcımlı, bu tezlerden beslenen görüşünü bir yazısında şöyle açıklıyordu: “En gerici ordu bile, iktidara gelince, finans kapitali devletleştiriyor... İktidarda kalmak için ne yapacak? Nereden gelir temin edecek? İster istemez ilerici bir rol oynuyor... Dünya ve ülke şartları onları buna itiyor.”
TKP ve onun temel siyasi tezlerini hiçbir zaman komünizm esaslı bir eleştiriden geçirmemiş olan Kıvılcımlı’nın, 27 Mayıs askeri darbesinden bu modele uygun sonuçlar bekledikleri, denetimleri altında olmayan bu hareketi kendi planları içine çekmeye çalıştıkları görülüyor.
Dr. Hikmet’in, 27 Mayıs’ın ertesinde kaleme aldığı “İkinci Kuvayı Milliyeciliğimiz-Ekonomik Kurtuluş Savaşımız” başlıklı broşürü bu hedefe yöneliktir ve bir programdan yoksun bulunduklarını düşündüğü darbecileri etkileyerek onları demokratik bir mevziiye çekme isteğini taşımaktadır. Bunu yaparken, kendi temel görüşlerinden vazgeçmeyi, Marksizm-Leninizm’den kopmayı, işçi sınıfını ve emekçi halkı dışarıdan ve darbeler eliyle kurtarılacak bir yığın halinde düşünmeyi içine sindirmesi gerekmiştir.

Sonuç

Ama bundan da trajik olanı, onun hayatının sonunda, bütün bu teorik çerçeveyle çelişmeyen, hatta bunun mantıksal sonucu diyebileceğimiz bir tavırla, Sıkıyönetim Komutanlığı’na bir teslimiyet mektubu yazmış olmasıdır. Onun tarih teziyle başlayıp, Sovyet revizyonizminin “Kapitalist Olmayan Kalkınma Yolu” teorisinde kendisine genel bir pratik çerçeve bulan tarihsel uzlaşmacılığı, onun geçmişinde saygıyla anılmayı hak etmiş bütün mücadele anlarını karartmıştır. Örgütçülüğü, teorik birikimi ve verimi, direngen ve savaşçı kişiliği, başından beri teorisinde karanlık bir leke gibi duran “Türk ordusunun devrimci geleneği” kavramına kurban gitmiştir.
Derslerle dolu bu büyük hayatın gösterdiği temel gerçek, şöyle özetlenebilir: Sınıf mücadelesinin uzun ve güçlüklerle dolu yolunda, ister bir parti olsun, isterse bir militan, büyük başarılar, direnişler ve kavgalar ve verimli bir teorik yaşam geçirmiş olsa da, tarihin yargısı karşısına bütün bunların ulaştığı en son noktayla çıkarlar.
Bir devrimci, önünde sonunda, en güçlü ve en devrimci yanları kadar değil, kırılmasının ve dağılmasının gerçekleştiği son nokta kadar, kendi en zayıf halkası kadar devrimcidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder