4 Ocak 2013 Cuma

Uğuray Aydos/Çağdaş Balcı'nın Sempozyumda sunacağı "Marksist Bütünsellik ve Kıvılcımlı" başlıklı yazıları

MARKSİST BÜTÜNSELLİK VE KIVILCIMLI

Kıvılcımlı'nın Aidiyeti: Bilim mi Felsefe mi?

Marksizm temelinde bilimin, merkezinde felsefenin, açık ucunda ise politikanın yer aldığı bütünsel bir yapıdır.[1] Kıvılcımlı bilim, felsefe ve politikanın neresinde yer almaktadır? Kıvılcımlı'nın bilinen yaşam öyküsü onun “politika” yaptığını açıkça gösteriyor. Bunun üzerine daha fazla söz söylemek sıkıcı olabilir. İki alan kaldı: bilim ve felsefe.

Marx'tan bahsetmeden acelece verilecek bir cevap, havada kalmaya mahkûmdur. Kıvılcımlı'ya gelmeden; Marx, Marksizmin bu üç bileşeninin neresinde yer almaktadır?

Marx, üç bileşenin üçünde de yer alıyor. Ancak nasıl ki politika Lenin de özgülleştiyse, bilim de Marx'ta özgülleşmiştir. Marx'ın özgüllüğünü Hegelci diyalektikle Feuerbachçı materyalizmin birliğinde yani hiçbir olumsallık taşımayan eklektik bir kavramsallaştırımda arayanların aksine, Marx'ın yaptığı en değerli iş yeni bir bilimin-tarih biliminin- temelini ideolojiden epistemolojik olarak koparak atmış olmasıdır. .

Kıvılcımlı bilim ve felsefe ayrımını usta bir şekilde yapmıştır. II. Enternasyonal'in ekonomizmi ve kendiliğindenciliği, Marksizmi felsefeye özdeş sayan yorumların sayısını çoğunluk kılmışken; Kıvılcımlı bilimin yüceliğini ve bilimin konuşmaya başladığı yerde felsefenin gözlerinin görmez, kulaklarının işitmez, dilinin işe konuşamaz hale gelişini veciz bir biçimde anlatıyor.

Tek kelimeyle bilim alanında saydığımız Kıvılcımlı'nın felsefe ile bağını sorgularken işimiz kolay gibi duruyor. Marx'ta ise bu iş çok zordur. Marx'ın felsefe içindeki yerini belirlerken yaşanan zorluğun nedeni, Kıvılcımlı'daki kolaylığın nedeniyle aynıdır. Marx zorlandığı için Kıvılcımlı rahat etmiştir. Marx yeni bir bilimin kurucusudur, yeni nesnelerle hareket etmiştir. Kıvılcımlı ise bir kopuşun değil, Marx'ın koparak kurduğu bilimsel teorik sistemin kendi içindeki bir geliştiricisidir. Felsefe ile doğrudan bir bağı kalmamıştır.

Kıvılcımlı'nın çalışmaları ve değeri bilimsel bilgi alanına aittir. Çoğu zaman felsefe yapmamıştır, yaptığı zaman da kıymeti harbiyesi olan bir şey üretememiştir; ama Marksist felsefe onda parlak şekilde işlemektedir. Kıvılcımlı kuramsal pratiğinin niteliğini “Emeğimiz, bir bakıma: 'Ey bilim! Senin adına ne cinayetler işleniyor.' çığlığı olacaktır.” sözüyle sergiliyor.[2] Bu yaklaşım, Althusser'in felsefeyi, teorik pratiğin teorisi (kuramsal kılgının kuramı) diye tanımlamasıyla aynı doğrultudadır.

Kıvılcımlı'nın Kuramsal Çabası ve Sonuçları

Teorik pratik bilimsel bilgi üretimidir, ideolojik bilgiden bilimsel bilgiye geçiştir. Kıvılcımlı'nın işlerinin en önemlisi de teorik pratiktir. Bu mekanizmalar üzerine düşünme, düşünme yasaları üretme ise “diyalektik materyalizm” yani felsefedir, teorik pratiğin teorisidir.

Yeni felsefe ilkesi çıkaramamak ve Kıvılcımlı'nın doğrudan felsefe ile ilgilenen metinlerinin felsefi açıdan değersiz oluşu, Kıvılcımlı'nın felsefe sorunları açısından da değersiz olduğu anlamına gelmez. Aydınlanma felsefesi karşıtlığı ve din analizi bunların başında gelmektedir. Ama önce onun bilimsel bilgi üretim kipinin pozitivizm, idealizm, realizm, ampirisizm ve hümanizma ile bulaşıklığını irdelemek ve faydalı olanları ayıklamak gerekiyor.

Tüm bu çalışmaların amacı Kıvılcımlı'nın teorik katkılarının -eğer varsa- “belirlenim” ilişkisi içerisinde nerede konumlandığıdır. Bu amaç için tarih sosyolojisi ve tarih felsefesi olarak bilinen alanın soru-cevaplarıyla temasa geçilecektir. Marksist açıdan Kıvılcımlı'nın değeri de nihai aşamada belirleme ilişkilerine yaptığı katkı ile ölçülmelidir.

Kıvılcımlı Gerçekten de Bilimsel Bilgi Üretmiş midir?

Bilim adamı bilim düzeyindedir, ancak onların da kendi felsefi görüşleri vardır. Kendiliğinden felsefi etki, sadece bilim yapma isteği, sürekli bilimin verilerinin yanında olma ve onları savunma türünden (I. Tür) olabileceği gibi, bilim adamının aklına öznelciliği ve bilinemezciliği aşılayan türden (II. Tür) de olabilir. Türkiye'deki felsefi konuların gelişmemiş veya yanlış bilinir olma durumunun -bilim adamlarının kendiliğinden felsefesinde bilimin gelişmesini baltalayan ikinci tür felsefi baskıya dâhil olmak üzere- Kıvılcımlı'nın çalışmalarına etki edebilme ihtimalinin bulunduğunu akılda tutmak yerinde olacaktır.

Marx'ın bir devrim sayesinde tarih bilimi adında yeni bir bilimsel kıta sahası açtığından bahsettik. Ancak bu saha içinde a fortiori eski ideolojik öğelerin tamamen temizlenmesinin hemen olması imkânsızdır. Tarih biliminin içinde de, Marx'ın klasik iktisattan(ideolojiden/felsefeden) koparken yine de onun artığı biçiminde kalmış bazı karakteristik öğeler mevcuttur. Marx, kendisinden önceki politik ekonomi kuramlarının nesnesinden farklı bir nesneyi oluşturmuştur, eski nesneden koparak onu devrimcileştirmiştir. Bu sav olgunluk dönemi eserlerinde -Eleştiriye Katkı ve Kapital- açıkça izlenebilir.

İdeolojik öğelerin bilimsel devrim sonrasında da varlığını devam ettirdiği ve bunların köken itibariyle klasik iktisattan kaynaklanıyor olma ihtimalinin kuvvetli olacağından söz ettik. Açıklama yöntemi metafizik değil diyalektik olsa da, var olan soruları değiştirip ideolojik antropolojiyi yıksa da Kapital ve Marksist kuram bilimsel açıdan kapitalist üretim tarzı, felsefi açıdan da aydınlanma kökenlidir. Marksizm felsefi ve bilimsel olarak iki ayrı alanda da içerisinden çıktığı kabuğu aşmamış, geliştirmemiş; ondan kopmuştur. Ancak kabul etmek gerekir ki “kabuk” kapitalist üretim tarzı ve onun ideolojik formasyonlarıdır.

Marksist tarih bilimine ve dolayısıyla Marksist bütünsel yapıya Korsch, Gramsci ve Lukacs kökenli hümanist ve tarihselci görüşlerin saldırısının nedeni Marx'ı bilimsel açıdan klasik iktisatçıların devamcısı, felsefi açıdan Hegelciliğin devamı sayan görüşler ve biraz da Marx'ın kendini kapitalist ekonomik ulamların öncesiz-sonrasız değil de göreli olduğu ham bilgisi üzerinden deklare ediyor oluşudur.

Bizce sorunun nedeni Marx'ın inceleme nesnesi olarak katışıksız kapitalizmi almış olmasıdır. Althusser Marx'ın böyle yapması gerektiğini öne sürüyor: “Bu yüzden, Marx'ın inceleme nesnesi bir tarihsel sonuç olarak düşünülen çağdaş burjuva toplumudur: Ama bu topluma ilişkin anlayış bu sonucun genesisine ilişkin kuramdan elde edilmekten uzak olup, tersine, özellikle “beden”e yani toplumun çağdaş yapısına,  -onun genesisi herhangi bir şekilde işe karıştırılmaksızın- ilişkin kuramdan elde edilmiştir. Bu tutum paradoksal olabilir, ama Marx kendi tarih kuramının mutlak olanaklılık koşulu olarak, bunun üzerinde ulamsal bir şekilde ısrar eder.”[3]

Marx'ın bu ısrarı iki ucu keskin bıçak gibi görünüyor: bir ideolojiden kopmayı sağlamış; ama aynı ideolojinin tarihsel karakterleri Marksizmin içine sinmiştir. Bu karakter tarihsel maddeciliği kapitalizm ile sınırlı kılan görüştür, aufhoben(aşarak gelişme) fikridir.

Marksizmi idealist(hümanist ve tarihselci) saldırılara maruz bırakan şey, yeni bir bilimsel-teorik sistem (tarih bilimi) kurmak için çağdaş toplumu(kapitalist üretim biçimini) inceleme zorunluluğunu halen/sürekli sürdürme hevesidir. Bilimin doğumu sırasında bilimsel olan(doğrudan kapitalizmi incelemek) görev bugün ideolojik, ideolojik olan(doğrudan antik üretim tarzlarını incelemek) da bilimsel görev haline gelmiştir. A fortiori ideolojik artıkları temizleyecek olan aynı bilimsel kıta içerisindeki küçük küçük kopuşlar, geçmiş üretim tarzlarını ve ideal ortalamalar arasındaki geçiş biçimlerini çözümleyici nitelikte olmalıdır.

Hikmet Kıvılcımlı, tam da bu amacı taşıyor: “Araştırmanın alanı Antika Tarih: İ.Ö. 4–5 bin yıllarında başlar, İ.S. 14’üncü yüzyılda biter. Bu alanda araştırılan başlıca konu: altı-yedi bin yıldır, insanı umutsuzluğa düşüren bir saat intizamı ile boyuna “Tekerrür” eden medeniyet “Yıkılış” ve “Yeniden kuruluş”larıdır.”[4]

Kıvılcımlı, amacına ulaşmış ve başarılı olmuştur. Kendisi “somut” tarihi aydınlattığını, bir tek (aynı) kanuna dayalı “somut” tarihsel olayları çözümlediğini savlıyordu. Yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü, üretici güçlerin temel belirleyen özelliğini ve altyapının üstyapı üzerindeki hâkimiyetini savunan, “Üretim biçimleri çeşitliliğini ve döngülerini çözümledim.” iddiasındaki Kıvılcımlı gerçekten de “bilimsel bilgiler” üretmiştir, hem de ideolojik artıkları kökünden kazıyacak niteliğe sahip çığır açıcı bilimsel bilgiler.

Kıvılcımlı, Marx'ın nesnesini değiştirmemiştir. İkisinin nesnesi de tarih kuramının nesnesine denk düşer. Kıvılcımlı yeni bir nesne türeten büyük epistemolojik kopuşun değil, aynı nesne içerisinde ideolojik artıkları temizleyen küçük bir kopuşun yaratıcısıdır. İnceleme nesnesi de geçmiş üretim tarzları ve geçiş biçimleridir.

Marx'ın sihirli sözcüğü -terminolojik devrimi- artı değerdir. Kıvılcımlı'nın sihirli sözcükleri ise barbarlık-medeniyet dikotomisidir.[5] Barbarlık-medeniyet dikotomisini başkaları üretmiş olmasına rağmen gerçekte o bulmuştur ve tarih bilimini ideolojik artıklardan temizlemeye çalışmıştır. Kıvılcımlı tarihe tarihçiler gibi bakmamıştır. Yetenekli tarihçiler kronolojik olayların sıralamasını değil belli bir metodolojiyi savunurlar. Kıvılcımlı onlardan da değildir, o özgül bir nesnenin ayrımlı alanında belli teorik kavramsallaştırımlar ile yazan orijinal bir isimdir.

Barbarlık-medeniyet dikotomisinin keşfi ve onun ampirisizm lekesinden arındırılması Marksist bilimi ve felsefeyi idealizmin saldırılarına karşı daha sağlam yapıya büründürecek ve verimli çalışma alanları yaratacaktır. Teorik anti-hümanizm ve ekonomi belirleyiciliği ilkesi bu dikotominin keşfi ve geliştirilmesi ile rahat soluk alabilme imkânı bulacaktır.

Kıvılcımlı'nın bilime katkısı kapitalizmin tarihselliği noktasındaki bir ideolojik öğeyi bilimden atması olarak tanımlanırsa, bunun bilimdeki ürününün antik üretim tarzları ve aralarındaki geçiş biçimleri çözümlemesi olduğu gibi, felsefedeki ürünü de kapitalizm çağının felsefesi Aydınlanmanın yerle bir oluşudur.

Marx'ın eserleri, kendisinin başka bir şey olmasından dolayı iki ayrı saldırıya maruz kalıyor: Pozitivizm ve yorumsama. Dolayısıyla aynı başlıklar Kıvılcımlı için de geçerlidir.

Pozitivizm ve Kıvılcımlı

Sürekli yaşanan bilimsel ilerleme nedeniyle Bachelard bilim felsefesi konularında türdeş çözümün imkânsız olduğunu belirtiyor ve bilimsel bilginin çeşitli evrelerin oluşturduğu bir epistemolojik profilden (saf yürekli gerçekçilik, açık-seçik ve olgucu deneycilik, ussal mekaniğin klasik usçuluğu, eksiksiz usçuluk, gidimli usçuluk) geçerek nihai haline ulaştığını iddia ediyor.[6] Yapacağımız Kıvılcımlı-pozitivizm incelemesi de türdeş bir açıklama sonucuna ulaşamayacaktır. Bilimsel bilgi çeşitli aşamalarda bulunduğundan, topyekûn savunu veya topyekûn red mümkün değildir.

Tarihte insan kategorisi, bilim adamının sübjektif değerleri, belirlenimcilik şemsiyesi altında özgür insan iradesi, praksis gibi ideolojik öğelerden yoksun tutarlı bilim savunusu yapmak, pozitivizme gerçekten karşı durmayı sağlar. Bu felsefi duruş aynı zamanda hermeneutik, eleştirel teori, epistemik anarşizm gibi idealist spektruma karşı da sert bir bariyer oluşturmuş olacaktır.

Pozitivizm, Kıvılcımlı’nın tezlerini karşılayıp karşılayamama açısından kıyaslayacağımız ve karşı duruşları serimleyeceğimiz üç ayrı düzey olarak göze çarpıyor.

Genç Düzey Pozitivizm Eleştirisi

Pozitivizmin en naif, en temel ifadesi tümevarıcımlıkta kendisini bulur. Tümevarımcı düşünceye göre belli bir tez, tekil önermeler halinde ispatlama sürecine sokulup, çeşitli aşamaları tamamladıktan sonra evrensellik kazanır. Bu anlayışın kökenleri, Locke ve Condillac gibi filozofların ampirisizminde bulunabilir.

Dar bir bakış açısıyla dahi Kıvılcımlı incelemesi yapıldığında, bu tür pozitivizmin Kıvılcımlı’dan uzak olduğu fark edilecektir. Barbarlık-medeniyet çelişkisi Kıvılcımlı’da tarihin genel yasasıdır; tikel olaylar tek tek incelenerek tespit edilmemiştir. Üretici güçlerin gelişme düzeyine göre biçim değiştiren tarihsel olay karakteristikleri vardır. Zaten pozitivizmin ilkel hali bırakalım yöntem tartışmalarını tarih biliminin varlığını dahi tanıyamaz. Ona göre tarih biliminin konusu geçmişte yaşanmış, bir daha yaşanmayacak olan rastlantısal olaylardır. Bu haliyle tarih, bilim olamaz.

Lenin’in Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli çalışması da pozitivizme genç düzey karşı çıkış olarak edinilebilir.[7] “Duyumlarla ‘fiziksel deneyin öğeleri’nin (fizik, dış dünya, madde) özdeşliği kabul edildiğinde, idealizmden söz edilebilir ve edilmelidir, çünkü bu, berkeleycilikten başka bir şey değildir. Bu konuda ne modern felsefeden, ne olgucu felsefeden, ne de kuşku götürmez bir olgudan iz yoktur, burada düpedüz çok eski idealist bir bilgiççilik vardır.”[8]

Orta Düzey Pozitivizm Eleştirisi

Pozitivizmin yeni türünde de teori alanına doğrudan bir dönüş yaşanmadı, başka tür gözlemcilik ifadesini buldu. Hatta doğa bilimleri dışındaki bilimlere kapatılan kapılar daha da sertleştirildi. Popper, “Ben bu ortak zemin üzerinde tarihselciliği[9] vaadettiği sonuçları verme gücünden yoksun sefil bir metot olarak eleştirmek üzere kendi yerimi almaya hazırım.”[10] şeklinde savaş çağrısı yapıyor.

Kıvılcımlı’nın tezleri yalnızca mantıki çıkarımlarla değil somut olaylardan örnekler vererek yanlışlanabilir. Bu gibi durumlar, Kıvılcımlı’nın çıktılarının yanlış olma ihtimalinin olumsuzluğunun yanında yanlışlanabilirlik ilkesini doğruladığı olumluluğunu barındırıyor.

Popper tarihte yasalılık düşüncesinin “teori merkezli” yapısının yanlışlamacılığı doğrular görüntüsünden rahatsız olmuştur. Ona göre yaşamın her alanına hükmedebilecek belirlenimci yasa yanlışlanabilir formatta düzenlenmiş olmasına karşın, kendisini yanlışlayan somut durumlara da sistemi içerisinde yer vermiş olduğundan aslında yanlışlamacı değildir. Popper sanki Kıvılcımlı’dan bahsediyor. Tez’in akıbeti –tarihin yasalılığı- kendisini yanlışlayacak “birkaç tarihi olaya” terk edilemez. Popper’a göre tüm determinist-tarihselci yaklaşımlarda bu hata mevcuttur. Bu yüzden de yanlışlamacı teori tarihsel bilgiyi kendi içine kabul edemez.

Tarihi olayların bilimsel yönteme nesne olamayacağı sıkça söylenir.[11] Antik Çağda Aristoteles'ten beri theoria-historia karşıtlığı vardır. Bu çelişki ortaçağ boyunca da aynen devam etmiştir. Yeniçağ theoria-emperia ayrımını kaldırmasına rağmen; theoria-historia karşıtlığını kaldırma konusunda başarılı olamamıştır.[12] Çünkü tarihi olaylar(historia) insani değerler, dinsel inançlar, estetik beğeniler, kaygılar, bireysel etik değerler gibi tinsel olgularla içli dışlıdır. Doğa bilimlerinin yönteminden ve nesnelerinden farklı bir bilimsel alan tanımlayınca, rasyonalist-idealist gelenek ile ampirisist gelenek eskiden kabul ve rağbet görmeyen sosyal bilimlerin ölçütlerini belirlemeye çalıştılar. Sosyal bilimlerin ideoloji, inanç ve değer yüklü yapısı yüzünden bilimin temel amacının “anlamak” olduğunu savunan akım ile fizik, biyoloji gibi “açıklamak” olduğunu savunan başka bir akım meydana geldi.

Anlamacı ve açıklamacı filozofların tarihin bilimselliğini gösterme biçimleri Kıvılcımlı’yı açıklayamaz. Kıvılcımlı tarihsel olayların tek tek temel niteliklerini açıklamayı değil; tarihin yasalarını belirlemeyi görev bellemiştir.

Realizm de diğer akımlardan farklılığını olgulara tekabüliyet ilkesini farklı algıladığı üzerinden ortaya koyar. Daha öncesinde olgulara tekabüliyet ilkesine vurgu yapanların teoriyi merkeze alsalar da gözlemci-duyumcu kozmostan dışarı çıkamadıklarını iddia etmiştik. “Pozitivist için mütekabiliyet kuralları, teorik terimlerin gözlem dilindeki önermelerle ilişkilendirilerek teorik terimlerin anlamlarını belirginleştirme yoludur. Realiste göre ise mütekabiliyet kuralları, teorik önermelerin doğruluk veya yanlışlığının dolaylı sınanma yolu veya teorik terimlerle ifade edilen şeylerin varlığı veya yokluğunun gözlemsel olarak soruşturulmasında kullanılan araç demektir.(...) Özetle, realist için mütekabiliyet kuralları gözlenen olay ile teorik bütünlükler arası nedensel ilişkileri ifade eder.”[13]

Kıvılcımlı'nın tarih tezi realist tanımlamaya uygundur. Realistler ne kadar pozitivizm karşıtıysa ve yanlısıyla Kıvılcımlı da o kadardır. Eğer realist tezleri gözeteceksek Kıvılcımlı pozitivist değildir. Gözlem-teori antagonizmasında a priori teori ve ona ikincil gözlemi vurgulayan sofistike yanlışlamacı pozitivizm yerine sadece bir sınama aracı olarak gözlemi kullanan realist açıklamaya Kıvılcımlı daha uygundur. Aradaki açı farkını belirgin hale getiren “olgulara tekabüliyet” ilkesinin farklı iki değerlendirilmesidir.

Kıvılcımlı'yı yanlışlayacak birçok tarihi olayın kolaylıkla bulunabileceğinden bahsettik. Sözgelimi tarih tezinin somut çıktılarına aykırı olarak sınıfsal konumu yeterli olmadığı halde başarıya ulaşmış birçok ezilen hareketi vardır. Ancak Kıvılcımlı'nın tezi bu tür bir itiraza kapalıdır. Tez, olgulara seçmeci ve keyfi yaklaşmaktadır. Bu tarzın tutarsızlık değil de realist “olguları sınama” anlayışına dayanan nesnel sayılabilecek bilimsel yapıdan kaynaklandığını düşünüyoruz.

Olgun Düzey Pozitivizm Eleştirisi

Bahsettiğimiz iki düzeydeki eleştiriler yanında realist, tümevarımcı, tümden gelimci ve yanlışlamacı pozitivizm türlerinin hepsini ampirisist olmakla itham eden başka bir odak da bulunmaktadır. “Ampirisist idealizm (geçişli nesnelerin reddi veya geçişsiz nesnelerle ilişkilerin yanlış kavranışı); tümevarımcı, tümdengelimci, yanlışlamacı pozitivizmler ve realizmi(özcü) de içine alır. Kuramsal idealizm (geçişsiz nesnelerin reddi) ise enstrümantalizm ve konvensiyonalizmi kapsar. Her iki tarz bir önsel ifadeyi gerektirmektedir. Ampirisist ya da kuramsal idealizmlerden birinin ötekiyle uyuşan(örtüşen) yönlerini belirtmek artık çelişki diye algılanmayacaktır.”[14]

Kıvılcımlı olguların genel geçer bir analizi, keskin çizgilerle sınırları çizilmiş tarihsel dönem saptamaları gibi naif pozitivist akım içinde olmamıştır. Kıvılcımlı her ne kadar tarihsel olguları merkeze alan bir tez yapmamış, üretici güçleri temel belirleyici olarak saptamış olsa da ampirisist idealizm kabuğunu kıramamıştır. Tez'de sınama amacıyla olgulara sıkça vurgu yapılmakta, olgulara tekabüliyet ilkesi realist konumdan işletilmektedir.

Olgun düzey reddiye, pozitivist ve realist akımlarca hiçbir orijinalitesi olmayan bildik idealizm (saf anlamda materyalizm karşıtı) olarak nitelenecektir. Ontolojik materyalizmin, maddeli idealizmi reddeden epistemolojik materyalizm ile tamamlanmış kabulü idealist saldırıyı geri püskürtecek kudrete sahiptir.

Bu açıdan bakıldığında Kıvılcımlı tarihi olayların karmaşıklığını görmüş, bu durumun tarihin yasalılığını değiştirmediğini fark etmiştir. Tarihi olaylar Kıvılcımlı'nın teorik tezlerinden bağımsızdır. Ancak Tez'in derinliklerine inildiğinde olaylara tekabüliyet ilkesinin bazen açıkça bazen de gizliden olmak üzere ana tema olma vasfını koruduğu görülecektir. Zaten Kıvılcımlı'nın tarihte üretici güçleri deterministik piramidin en altına yerleştirmesinin yanında bu alt basamağı maddi ve manevi şeklinde ikiye bölerek “insan” ve “tarih” öğelerine vurgu yapması ile kendini belli eden açık idealizm nedeni bu şekilde açıklanabilir. Olgular teoriden bağımsız yapılarıyla Tez'in hep bir yerlerindedir. Öylesine içeri girmişlerdir ki tezin temel taşı olan üretici güçler arasında “tarih” ve “insan” adı altında kendilerine yer bulmuşlardır.

Bilgi nesnesi ile gerçek nesne ayrımının oluşturduğu epistemik alanla tanımlanan tarihsel materyalizme göre Kıvılcımlı'nın Tez'i pozitivizm(ampirisist idealizm) ile sakatlanmıştır. Üretici güçler tasnifi içerisinde politika alanına girebilecek idealist öğeler bulunması ve eserler içerisinde “tarihi olgulara” da belli ölçüde yer verilmesi, tarih yazımı/tarih bilimi ayrımının üzerini örtmüştür. 

Pozitivist kabuğu olduğu gibi bıraktığımızda Kıvılcımlı bir tarihçinin ötesine geçemeyecektir. Olgun düzey eleştiriyle parçalanmış pozitivist kabuk kaldırıldıktan sonra -Tez incelikli bir materyalist edinime tabi tutulduğunda- Kıvılcımlı'nın kavramları ve ayrımları Marksist tarih biliminin tarih öncesi dönemini[15] aydınlatacaktır.

Teorik Kriz ve Aydınlanma’ya Dönüş

Günümüzde, Marksizmin teorik ve politik krizinin yaşandığı zamanlarda, çözüm Aydınlanma değerlerine dönmekte bulunuyor; Aydınlanma felsefesi İnsan-özneye tarihsel rol veren yapısıyla hükmünü bir şekilde sürdürüyor. Aydınlanma düşüncesine doğru koşan Marksizm, burjuva düşüncesinin heretik bir alt dalı haline geliyor. Kendi tarihinin diyalektiği içinde Marksizm buna benzer krizler ve yine bugünküne benzer çözüm önerileriyle karşılaşmıştı. Ne var ki günümüzde yaşanan kriz, dünya ölçeğindeki bir güç kaybıyla birlikte olduğundan, Marksizmin varlığı ya da yokluğuyla ilgili bir sorun olarak kendini gösteriyor. Sözgelimi, Althusser de 1978’de “Marksizmin kuramsal krizi”nden söz etmişti. Ama devamında ekliyordu: “Halk ve işçi hareketinin günümüzde çok ağır çelişkiler içinde bulunmasına rağmen, dünya çapında sahip olduğu güç nedeniyle, evet, gücü nedeniyle, Marksizmin krizinden soğukkanlı ve olumlu biçimde söz edilebilir.”[16] Bugün aynı güçten ve soğukkanlılıktan söz etmek mümkün değildir.

Kıvılcımlı’nın tarih bilimi alanındaki çalışmalardan elde ettiği çıkarımlar ayrımlı bir okumaya tabi tutulduğunda Aydınlanma felsefesi dışında bir Marksizm için ön açıcı sonuçlar üretecektir. Burada Kıvılcımlı’nın Aydınlanma epistemolojisi içinde kalmakla birlikte, bu düşünceden kopuş için önemli dayanak noktaları sağladığı savunulacaktır.

Aydınlanma ve Marksizm

Politik sonuçları ya da kalkış noktaları ne olursa olsun, Aydınlanma’nın “insan”, “akıl”, “özne” gibi kavramlarıyla Marksizmin bütünsel yapısı arasında bir gerilim sürüp gidecektir. “Bu terimleri kabul eden bir Marksizm, bilim bileşenini koruyamaz, felsefede materyalist olmayı sürdüremez, politik anın özgüllüğünde devrimci politika yürütülebileceği anlayışının karşısında durur.”[17]

Aydınlanma, tarihsel bir çatışmada, burjuvazinin geleneksel otoritelere karşı yürüttüğü mücadelede işleyen bir teorik silahtır. Aklın destekleyicilerinin felsefeyle insanları aydınlatması ve onlara gerçek çıkarlarını göstermesi zorunludur. Aydınlanma felsefesinin Marksizm içindeki etkisi bu alanda da belirgindir. Epistemoloji alanından ontolojik alandaki ezilenlere “bilinç aktarımı”, onların “aydınlatılması”, “gerçek çıkarlarının gösterilmesi” bir tür politikanın bileşenleridir.

Aydınlanmaya Karşı Çıkışlar

Aydınlanma ile yakın dönemden olup etkisini bugün de sürdüren muhafazakâr düşünceden de Aydınlanmaya şiddetli eleştiriler yöneltilir. Muhafazakârlık “Aydınlanmaya, onun akıl anlayışına, bu aklın ürünü olan siyasi projelere ve bu siyasi projeler doğrultusunda toplumun dönüştürülmesine ilişkin öneri ve uygulamalara muhalif olarak ortaya çıkan” bir akımdır.[18] Toplumun devrimci temelde değiştirilmesine karşı çıkan muhafazakâr düşünce eleştiri oklarını akla ve bireye yöneltmiştir. Burke ve De Maistre gibi muhafazakâr düşünürler, ontolojik bakımdan insanın sınırlı bir varlık olduğunu, akıl kapasitesinin evreni ve insanlığı anlayamayacağını kabul ettiler.[19]

Bu tartışmalarda Kıvılcımlı nerede durmaktadır? Kıvılcımlı teorik eserinde Aydınlanma felsefesiyle doğrudan tartışma yürütmez.

Tarih Felsefesi ve Kıvılcımlı

Antikçağ’da ve Ortaçağ’da tarih, rastgele, sıradan olayların bilgisi olarak görülmekteydi. Tarih bilgisi genel olana ait olamazdı; genel olan ancak rasyonel bir yolla, logos aracılığıyla bilinirdi ve bu felsefi bir etkinlikti.

O dönemde bu düşüncenin aksi görüş bildiren isim, Kıvılcımlı’nın “Doğu’nun Müslüman Marx’ı” saydığı İbn Haldun’dur. Mukaddime’de anlatılan “umran ilmi”, toplumların belirli kanunlara tabi olduğunu söyler; bu yasalar bir toplumun –Tavaif-ül Mülk’ün- doğuş-yükseliş-çöküş aşamalarını açıklar. İbn Haldun bu tezinin temelini toplumlarda ortak olarak bulunduğunu söylediği “asabiyye” kavramına dayandırır. Bu bir anlamda Kıvılcımlı’nın “insan üretici gücü” olarak adlandırdığı “kolektif aksiyon”dur.

Kıvılcımlı, İbn Haldun’un tarih felsefesinden yararlanmakla birlikte onun döngüsel tarih anlayışı içinde kalmamıştır. Tarih Tezi’ni üretici güçlerin gelişimiyle paralel bir şekilde kurmuştur. Üretici güçlerin gelişimini engelleyen medeniyetler, barbar istilaları sonucu yıkılır. Bu yıkılışın sonucunda üretici güçlerin gelişiminin önü açılır. Bu anlamıyla Kıvılcımlı’nın tarih tezini üretici güçlerin gelişmesine dayalı ilerlemeci bir anlayışa dayandırdığı söylenebilir.

Kıvılcımlı ve Aydınlanma

Kıvılcımlı “en az 300 yıldan beri” tarihsel devrimler çağının “kesince” gömüldüğünü söylerken, kapitalizmin ortaya çıkışından bu yana sosyal devrimler, yani sınıfsal devrimlerin olabildiğini belirtir. Bunun nedeni, kapitalizmin geniş yeniden üretiminin ve gelişen tekniğin oluşturduğu özgür işçi sınıfının “eski gerici sosyal sınıfı devirip medeniyeti kurtarmaya” yeterli kolektif aksiyon üretebiliyor oluşudur. Kıvılcımlı “antika tarihin” ezilenlerine bu yeteneği vermez. “İnsan üretici gücü” olarak adlandırdığı kolektif aksiyon medeniyete akın eden barbarlarda bulunmaktadır. Sosyal devrimin, yani bir anlamda sınıfsal devrimin ortaya çıkmasını koşullayan şey, işçi sınıfının bilinççe daha üstün olmasıdır. Kıvılcımlı’da “barbarın aldığı rolünün bilincinin kafasında bilince değil inanca dayandığı” vurgusu, “modern sınıfların oluşumuna” kadar tüm ezilen hareketleri için geçerlidir. Kıvılcımlı, antika ve modern tarihteki devrimler arasında yaptığı ayrımın ana sebebini üretim biçimi ve üretici güçlerdeki değişimde ve “bilinçli eyleme” tanıdığı ayrıcalıkta bulur. “Bilinçli eylemin” sahibi, işçi sınıfından başkası değildir. Bu yönü, onun teorisinin en güçlü olabileceği noktada hala Aydınlanma’nın zaaflarıyla malul olduğu yöndür.

Kıvılcımlı’nın tarihsel devrim/sosyal devrim ayrımındaki “gizli özneciliği”, üretici güçler teorisinde açıkça görünür. Üretici güçlerden maddeye dayanan “teknik ve coğrafya”, medeniyetlerin kuruluş ve yıkılışında “en son duruşmada” belirleyici olurken, insana dayanan “tarih ve kolektif aksiyon”, barbarı medeniyet karşısında zafere ulaştırır. Kıvılcımlı, tarih biliminde yasalılığı savunduğu için antika tarihin “batış çıkışlarını” “en son duruşmada” da olsa “maddi” üretici güçlerin belirleme ilişkisiyle açıklar. Ne var ki somut (konkret) olayları aydınlatma ihtiyacı, olguları sınama amacı; Tarih Tezi’nde gelenek-görenek veya kolektif aksiyon gibi ideolojik unsurları, barbarlıkla medeniyet arasındaki politik mücadelede üstbelirleyen olarak devreye giren unsurları, pre-kapitalist dönemde aradığı yasaların içine koymak zorunda bırakır onu.  Kıvılcımlı belirleme ilişkilerini, Tarih Tezi’nin merkezi konumuna oturtmuştur. Ancak, barbarlık-medeniyet dikotomisinde ekonomi dışı belirleyiciliğe açtığı bu kapı, Lukacs, Korsch ya da Gramsci tarzı bir tarihselciliği veya “praksis” felsefesini teori alanına çağırır. Aydınlanma’nın ontolojik düalizm temelli felsefesinin tarih bilimini idealistçe sömürüsünün bir örneğidir bu. Kıvılcımlı’nın şu ifadeleri çarpıcıdır: “İnsan ve Tarih(gelenek-görenek) üretici güçleri manevidirler. Ama maddi olan Teknik ve Coğrafya üretici güçleriyle DENK işlerler. Denk: matematiksel işlemekle birlikte içlerinde en aktif ve canlı olanı insandır. Çünkü bilinç gelişimiyle hepsinden ayrılır.”[20]

Kıvılcımlı, tek yönlü belirleme ilişkilerini “kaba maddecilik” olarak görür. “Her şeyi kuru tekniğe bağlayan mekanik görüşü” “maddeci yobazlık” olarak niteler. Ona göre “insan üretici gücünü” yok sayan bir belirleme ilişkisi mekanik kalacaktır. Bu eleştirisi, Marksist tarih biliminin “altyapının üstyapıyı her zaman belirlediği” şeklindeki ilkesini pozitivist bularak eleştiren tarihselci söylemleri andırır. Sorunun Kıvılcımlı açısından gerilimli yönü, bir şekilde-ama idealizm sınırları içinde-halledilir: “İnsan”, politik özne olarak değil, tarihin “gizli öznesi”, “üretici gücü” olarak kabul edilir ve bilim alanına çekilir.

Barbarların yıkıcılığına atfedilen olumlu rol, Aydınlanma felsefesi ve tarihsel ilerlemeci görüşün dışına çıkabilmek için önemli kazanımlar sağlar. Kıvılcımlı, medeniyetlerin yükseliş aşamasında çevrelerini saran “masum barbarları” kılıçtan geçirip köleleştirmesini “medenileştirici bir ilerleme” olarak kutlayan ana akım tarihe karşı barbar akınlarının “tarihin motorunu harekete geçirişini” olumlar. Burada bir başka teorik kazanım daha gündeme gelir. Kapitalizm öncesi dönemde medeniyet içi sınıf mücadelesinin kilitlendiği ve bir “kör dövüşüne” döndüğü noktada barbarların müdahalesine “düğümü çözecek” rol verir. Burada sınıf belirlenimci bir politikanın dışına çıkılabilecek kapı aralanmıştır.

Bütün bunlar bir yana bırakılsa bile Kıvılcımlı’nın Aydınlanmanın dışına çıktığı en belirgin ve özgün alan din alanıdır. Kıvılcımlı bu alanda Türkiyeli Marksistlerden ileridedir. Barbarlığın medeniyet karşısındaki yıkıcılığını olumlayan Kıvılcımlı, aynı şekilde dinlerin –özelde İslamiyet’in- doğuşunu da olumlar. Çünkü bu doğuş da bir “tarihsel devrim” sonucudur. Eyüp Sultan konuşması, İslamiyet’in ülke içi politik konumuna ilişkin farklı bir tutum örneğidir. Ancak sadece bununla yetinmemiştir; teorik eserlerinde dinsel ideolojilerin teorik açıklamasını da kendi yaklaşımına uygun bir biçimde yapabilmiştir.

“Allah”ı peygamberler çağında “tarihsel determinizmin en yüksek ifadesi” olarak kabul eder. Allah’ın doksan dokuz ismini, “tarihin gidiş yasalarına” uygun olarak açıklar. Kıvılcımlı burada daha da ilerlemiş; bir din teorisi oluşturmaya yönelmiştir. Psikanalizden bilinç-bilinçaltı kavramlarını ödünç alarak yapmaya çalışır bunu. Bilinçaltındaki evrimsel determinizm algısının bilinç düzeyinde “kutsallaştırma halkası” adını verdiği bir düşünsel süreç sonunda soyut tek Allah kavramıyla ifade bulduğunu açıklar. Bu çabasının sonunda “modern insanın bilinçaltına bastırılmış din duygularının köklerini bulmak” ve insanı “teolojik zincirlerinden kurtarmaya çalışmak” vardır. Bilinç-bilinçaltı ilişkisini ele alışı, Tarih Tezi’yle uyum içindedir. Altyapının üstyapıyı, üstyapının da altyapıyı karşılıklı belirlenim ilişkilerine tabi tuttuğu anlayışı, “bilinç-bilinçaltı diyalektiği” adını verdiği ve karşılıklı belirleme ilişkilerine dayanan teorik kavramsallaştırmasıyla benzerlik gösterir.[21] Nitekim Muhammed peygamberin “aklın üzerinde din kabuğunu bilinç yerine koyarak aklın gelişimini bir ölçüde zincire vurmuş olduğunu” söyler.[22]


Uğuray Aydos/Çağdaş Balcı



[1]           Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Ankara–1995
[2]           Hikmet Kıvılcımlı, Metafizik Sosyolojiler, Derleniş Yayınları, Ekim 2001, s.13
[3]           Althusser, Kapital’i Okumak, Belge Yay. Çev. Celal Kanat, s.96
[4]           Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Devrim Sosyalizm, age, s.19
[5]           Metin Kayaoğlu birbirine indirgenemez ikiliklerden felsefeye ait olanlarına düalite, bilime ait olanlarına ise dikotomi denmesini öneriyor. Yazıda bu yaklaşım benimsendi.
[6]           Gaston Bachelard, Yok Felsefesi, YKY, Mart 2006, Çev: Alp Tümertekin, s. 40
[7]           Lenin'in bu konudaki felsefi görüşlerinin aydınlanmacı olduğu eleştirileri dikkate değerdir. Pannekoek, Lenin'in Mach'ı anlamadığını ve onu yanlış noktalardan eleştirdiğini yazmıştır. Lenin'in orta sınıf materyalizmi ile uyum içinde olduğunu, fizik kuramının halk arasında yaygınlaşmış eski biçimlerini yeterli gördüğünü, Marksizm öncesi materyalist tezlerle Mach'a karşı çıktığını belirtmiştir. Marx ve Engels'in metinlerinde fideizm diye bir şey geçmemesine rağmen Lenin'in hasımlarına en büyük suçlaması fideizmdir. Lenin, aydınlanmacı bir din karşıtlığı yolunu seçmiştir. Pannakoek, aslında Calvinciliğin determinist olduğundan, materyalist orta sınıfın özgür iradeye dayanıp determinizmi reddettiğinden bahsetmektedir. Gerçek bir Marksist düşünürün, determinizmin yolunun Marksizmden geçtiğini anlatmak için bu fırsatı kullanması gerektiğini; ancak Lenin'in orta sınıf zihin yapısına uygun biçimde saf bir din karşıtlığını seçtiğini öne sürmektedir.(Anton Pannekoek, Lenin'in Filozofluğu, Metis Yayınları, 2002, s.84-85) Kıvılcımlı'nın “Allah Kitap Peygamber” isimli eseri düşünüldüğünde, Pannekoek'in aradığı ismin bir tür Kıvılcımlı olduğu hemen akla gelmektedir. Lenin'in de politik meseleler yüzünden böyle davranmış olabileceği fikri de gözden kaçırılmamalıdır.    
[8]           V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Sol Yayınları, çev: Sevim Belli, 1993, s.54
[9]           Türkçede tarihselci-tarihsici terimleri konusunda bir karmaşa yaşanmaktadır. Sıklıkla tarihsicilerin tarihte yasalılığı savunduğu, tarihselcilerin ise rastlantısallığı savunduğu bilinmesine rağmen; Popper'ın tarihselci diye bahsettiği, Marksistlerin de aralarında bulunduğu determinist-yasacı akımdır.
[10]         Karl R. Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, İnsan Yayınları, 1985, s. 90
[11]         Edward Hallet Carr, tarihi bir rastlantılar demeti olarak gören teorinin yaygınlık kazanmasının, Sartre'ın varoluşçu felsefe okulunun ortaya çıkışıyla aynı zamana rastladığını söyler. (E. H. Carr, Tarih Nedir?, İletişim Yayınları, 2006, s.113)
[12]         Doğan Özlem, bu aşamada felsefe ve tarihin çelişkisinden söz eder. Bu çelişki ortaçağda teoloji sayesinde, aydınlanma çağında ise ilerleme düşüncesi ile aşılmak istenmiştir. Voltaire'nin “tarih felsefesi” isminde yeni bir alanın temelini atmasıyla çelişki aşılmıştır. İlerleme ise temel ülkü haline gelmiştir. Şüphesiz bahsedilen ayrımlar, aydınlanma ile tarihi başlatan ve buna göre tarihi okuyan bakış açısının sınıflandırmalarıdır. Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, İnkılâp Yayınları, 2001
[13]         Keat-Urry, age, s.66-67
[14]         Ali Osman Alayoğlu, Realist Bir Kopuş Tanımlama Girişimi, Teori ve Politika Dergisi, Sayı 6
[15]         “Komünizmle birlikte insanlığın "tarihöncesi" dönemi sona erer ve "tarih" başlar.”, Karl Marx.
[16]         Louis Althusser, Kriz Yazıları, İthaki Yayınları, çev: Alp Tümertekin, Mayıs 2009 s.33
[17]         Metin Kayaoğlu, “Yeni Ortaçağ”ın Marksizmi İçin Eski Defterler, Teori ve Politika Dergisi, 32-33, s.87
[18]         Bekir Berat Özipek, Muhafazakârlık, Akıl-Toplum-Siyaset, Liberte Yayınları, Ocak 2004, s.6
[19]         Bekir Berat Özipek, age, s.10
[20]         Hikmet Kıvılcımlı, Allah Kitap Peygamber, www.onergurcan.org
[21]         Althusser, Freud’un yeni bir bilim alanı olan psikanalizi, yeni bir bilgi nesnesi “bilinçdışı”yla açtığını belirtir. Freud, homo psychologicus’a meydan okumuş, antropolojinin ve psikolojinin insan bilincini –özneyi- esas alan yaklaşımı yerine yapısal ilişkileri geçirmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Althusser ve Psikanaliz, Epos Yayınları, çev: Nami Başer, Mayıs 2009
[22]         Hikmet Kıvılcımlı, Allah Kitap Peygamber, www.onergurcan.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder