4 Ocak 2013 Cuma

MEHMET AKYOL'UN SEMPOZYUMA SUNACAĞI " Kıvılcımlı’nın Düşüncüleri Doğrultusunda Sendikal Hareketin Yeniden Yapılandırılması" BAŞLIKLI YAZISI

Kıvılcımlı’nın Düşüncüleri Doğrultusunda Sendikal Hareketin Yeniden Yapılandırılması

Gerekçe

Kıvılcımlıyı Kıvılcımlı yapan özellik, onun, sınıfın düşünce ve davranışının geldiği seviye ile yetinmeyip, somut durumun somut tahlile ile günün değişen şartlarına uygun düşünce ve davranış yöntemlerini bulmaya özen göstermesidir. Kıvılcımlıyı anlamak demek, Kıvılcımlının şu tarihte şu soruna şöyle çözüm getirdi, çözümleri doğru, eksik veya yanlıştı demekle sınırlı olamaz. Kıvılcımlı nasıl ‘kara kaplı kitapla’ yetinmedi ise, onu anlamaya çalışanlardan Kıvılcımlının beklediği kuşkusuz kendisinin yapmadığı, yapamadığı, yapamayacaklarını yapmalarıdır. Kıvılcımlı Marx’ın beklentisinin bu olduğunu söylüyor, kendisinin de ayni beklenti içinde olduğu gün gibi açıktır.
Dünyayı saran ekonomik krizin ilk dönemlerinde Marx tekrar ‘moda’ olmuştu, Komünist Manifesto tekrardan en çok satanların listesine girdi. Krizi açıklamakta zorlanan ekonomistler Marx’ın kriz teorilerinden medet umdular. Ancak bunu yaparken Marx’ın kriz teorisinin mantık sonuçlarını, yani devrimin gerekliliğini, Kıvılcımlının deyişi ile ‘susuş kumkumasına’ getirdiler.
Aslında kendilerini Marx’ı incelemeye adamış ‘Marxolog’ denilen ekonomistler veya bilim adamlarına tarihin her döneminde rastlamak mümkün. Bunların görevi esasta kendilerine göre binlerce defa ispat etmiş olsalar bile bin birinci kez Marx’ın nerede yanıldığın ispat etmek. Tam olarak hatırlamıyorum ama ya Kıvılcımlı veya bir başkası bir yerde ‘Tanrı Marxı Marxistlerden korusun’ anlamına bir şeyler söylediği aklımda kalmış. Benim duam veya gerekçemde buna biraz benziyor ‘Tanrı Kıvılcımlıyı Kıvıcımlıloglardan korusun’. Sempozyumun bir ‘Kıvılcımcıloglar Toplantısı’ olmaması dileği ile asıl konuma dönmek istiyorum.

Giriş

Günümüzde sendikal hareketin Dünya ölçüsünde bir ‘örgütlenme krizinde’ olduğu biliniyor. Sendikal hareketi bu krizden çıkaracak bir ‘yeniden yapılandırılma’ için Kıvılcımlı'nın 'örgütlenme' konusunda ki düşüncelerinin ne kadar yol gösterici olduğu tartışmaya açılmalıdır.
Bu tartışmaya giriş amacı ile ilk önce Kıvılcımlı’nın üç ayrı dönemde konuya ilişkin görüşlerini özetlemek bunu takiben günümüzde bu görüşlerin alabileceği şekli çizmek bu yazının çerçevesini oluşturmaktadır.

1. Kıvılcımlı’ya göre Sendikalar

I.  Yol, Legaliteyi İstismar’da sendikalar ve işçi kuruluşları

Temel mantık: İşçi sınıfı toplumun keşif gücüdür, işçi partisi ise sınıfın keşif gücüdür. İktidar mücadelesi için öncülük görevi aralarında sendikalarında olduğu işçi kuruluşları tarafından yerine getirilir. Politik mücadele (İktidar mücadelesi) öncülük görevi üstelenen parti tarafından yürütülür. Ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda ise işçi kuruluşları oluşturulmalıdır.
Burada dikkat çekici olan sendikaların sadece ekonomik mücadele ile sınırlı tutulmalarıdır, sosyal ve kültürel alanlarda da çalışma yapmalarının öngörülmesidir. Bu anlamda sendikalarla işçi kooperatifleri, işçi kuruluşları arasında bir fark bulunmamaktadır. Kıvılcımlı böylece sendikaları sadece ekonomik mücadele aracı gören görüşlerle arasına bir sınır çizer. Bu sınır çizgisi daha sonra ki aşamalarda da kendini gösterir.

II. Vatan Partisi Programında sendikalar ve işçi kuruluşları

Legaliteyi İstismar ile konan teorik çerçevenin ilk somut hayata uygulama girişimi Vatan Partisi Programı ile yapılır. Sendikalar her şeyden önce ‘Teşkilatlı Milletin’ bir parçasıdır ve mevcut yasalardan farklı olarak çalışan tüm kesimler için öngörülmektedir.
‘Hürriyetin İnsanı: Teşkilâtlı Millet
(…) 
8 - HALK KURULUŞLARI : Bugün devletin sırtına boş yere yükletilmiş hadsiz hesapsız görevleri kendi üzerine alacak. Öyle tam teşkilâtlı millet haline girebilmemiz için, yalnız şehir ve köy ahalisi değil, öğretmen, adliyeci, ve memurlar da hür sendikalar, serbest birlikler, cemiyetler, kulüpler ile cihazlanacaklar. O sayede en cılız kişi bile teşkilâtına arkasını dayayarak, hakkını yorulmadan arıyacak. Dağınık millet, en tabiî haklarını arayamayan mazlum millet kavramı kalkacak.’
Daha sonra ‘İşçi Meselesi’ bölümünde sendikalar şu şekilde tanımlanır,
‘Sendika: İşçi sınıfımızın kültür ve bilincini yücelten bir HAYAT OKULU, Millî Mücadele Teşkilâtı olacak. İşçi sigortaları başta gelmek üzere, iş ve işçi hayatımızı ilgilendiren bütün tesisleri kontrol edecek. Ücret kesintileri, tazminatlar, süre uzatmaları ve işten çıkarmalar, sendikaların rızası dışında yapılmıyacak.’
Bunun yanı sıra ‘Legaliteyi İstismar’da belirtilen diğer işçi kuruluşları da, sendikasız işçiler için ‘İşçi Temsilcileri Birlikleri’, küçük işyerlerinde çalışan ‘Esnaf Olmayan İşçiler’ ve onların ‘bağımsız ve hür işçi sendikaları’, işsizler için ‘bağımsız halk teşekkülleri’ olarak sıralanır. Programda belirtilen ‘üretim ve tüketim kooperatifleri de’ işçi kuruluşu olarak kabul edilmelidir. Bütün bu işçi kuruluşlarının üst kurumu ise yıllık olarak toplanan ‘Büyük İşçiler Kongresi’dir.
Programda bu kurumların yetki ve sorumlukları  ‘Ekonomik ve sosyal kanun tasarıları, Ticaret ve Sanayi Odalarından geçtikleri gibi, İşçi Kuruluşlarından da geçecek’ ten Toplu İş Sözleşmelerine kadar geniş bir yelpazede sıralanır. Geçerken belirtmekte yarar var, Toplu İş Sözleşmesi bile yalnızca sendikalara bırakılmamıştır, diğer kuruluşlarda toplu iş sözleşmesi yapabilecektir.
Kıvılcımlı sendikalara geleceğe yönelik bir misyonda verir, onlar ayni zamanda birer ‘hayat okuludur’, yani görev alanları sadece işyerleri ile sınırlı değildir, geleceğin toplumunun tohumlarının atıldığı yerlerdir. Anlaşıldığı kadarı ile Kıvılcımlı iki Evrensel Paylaşım Savaşı arası Dünyada ki sendikal tartışmaları yakından izlemiş, bu tartışmaların mantık sonuçlarını programa yansıtmıştır.

III. İşçi-Köylü Gönüllüleri

1960 sonrası işçi sınıfı yepyeni bir durumla karşı karşıya kaldı, TİP kuruluşuna takiben Kıvılcımlı ‘Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak İçin Uyarmalı’ diyerek ‘İşçi Partisine Teklifleri’ni sıraladı,
‘Emekçi yığınları, sendika gangsterlerinden kurtarıldıkları gün, İşçi Partisini halk daha yakından tanıyacak, ayrıca da, manen ve maddeten hiç umulmadık ölçüde dayanaklar doğacaktır. Yalnız maaş olarak ayda 2000 lirayı kesmeden kılını kıpırdatmıyan işçi vurguncuları yerine, İşçi Partisinin gönüllüleri 500 liraya hizmet etseler neleri eksilir? TİP saflarında yığınla işsiz ve yarı işsiz aydın ve işçiler sinek avlıyorlar. Sendikalarda, işçi sınıfımızın işleri tepesinden aşıyor, yapan yok. Bu iki uc neden birleşmesin?’
Kıvılcımlı, 1965 seçimleri ile meclise giren 15 TİP milletvekilinin ‘maaşlarının "Orta Hayat Endeksinden yukarı" olan bölümünü, doğrudan doğruya ‘İşçi Gönüllüleri Fonu'na yatırmaları’ ve bu Fondan en az 100 İşçi Gönüllüsünün yukarda belirtilen görevleri yerine getirmek üzere finanse edilmesini teklif ediyor. Amaç, ‘Sendika faciasını’ işçi sınıfı lehine ‘Sendika Yaratıcılığına’ çevirmek, yani yeniden yapılandırmak.
Kuşkusuz bu teklifin ne kadar gerçekçi, uygulanabilir olduğu tartışılabilir. Nitekim ne TİP neden sendikalar bu teklifi gündemlerine bile almadılar. Ama Kıvılcımlı’nın teklifini ciddiye alanlarda oldu, pek çok çevreyi ve insanı sınıf içinde çalışmaya itti, YİS gibi yeni tip sendikaları, İsmet Demir gibi yeni tip sendikacıları ortaya çıkardı.

2. Kıvılcımlı’da Yöntem

Bize oldukça sıradan gelecek düşünce ve davranış yöntemine ilişkin güzel bir örneği Kıvılcımlı bir seminer konuşmasında şöyle özetlemekte,
“Biz siyasi bilinç deyince, büyük ve soyut formülleri kitaplardan alıp tekrarlamak sayıyoruz. Oysa siyasi bilinç bu değildir. Yani, dünyanın her yanında, siyasi bilinç deyince: Yığınların en küçük, günlük küçük dileklerini toplayıp, memleket ölçüsünde ve dünya ölçüsünde değerlendirmek anlaşılır.
Biz küçük işleri küçümsüyoruz. Fabrika’da işçinin patronla ücret, yahut süre, yahut çalışma şartları, yahut başka herhangi bir konu üzerindeki dileklerini o kadar önemli görmüyoruz. O kadar parlak yüksek sosyalizmle meşgulüz ki, yani biz o sosyalizmi ortaya dökersek, her şey düzelir sanıyoruz.
Tabii büyük yığınlar ise, o küçük meselelerin küçük olmadığını, hiç değilse Türkiye ölçüsünde bir mesele olduğunu, hatta dünya ölçüsünde bir mesele olduğunu anladığı zaman siyasi bilince varacaktır.
Yığınlarımızı kendi hareketimiz içinde –yahut hiç olmazsa kendi hareketimizin etkisi altında- görmek istiyorsak, önce kendi davranış ve düşünce sistemimizi değiştirmek lazım. Bu davranışımızla salonlardaki kulüp toplantıları biçiminden artık çıkmak, fabrikaya gitmek, mahalledeki, esnaf çarşısındaki, köydeki insanların günlük küçük problemlerini ve tabii dileklerini göz önünde tutup onlara aksiyonla yol göstermek ve katılmak… Bundan başka çıkar yol yok.”
Konu sendika olunca davranış ve düşünce sistemimizi nasıl değiştireceğiz? Somut bir örnekten yola çıkalım, çalışma şartları bugün üretim sürecinde ne durumdadır diyerek bir soru soralım. Büyük ve soyut formülleri bir yana bırakırsak karşımızda nasıl bir manzara vardır dersiniz?
Akla ilk gelen taşeronlaştırma. Diğer ülkelerde de karın maksimize edilmesi için bulunan yöntemlerden biri olan üretim sürecini parçalara ayırma ülkemizde fazlası ile ilgi gördü. Gerekçesi ise son derece basitti, üretim için gerekli sabit yatırımların miktarı büyüdükçe kar oranları düşme eğilimine giriyordu. Buna 70 li yıllarda ucuz enerji, daha sonra ucuz hammadde bulma imkanlarının daralması eklenince, geriye yeni üretim organizasyonları kalıyordu.
Daha önceleri karları arttırmanın yolu devasa üretim birimleri oluşturmak, işi mümkün olduğunca basit parçalara bölmek şeklinde idi. Bu şekilde bir araya gelen binlerce işçi birbirleri ile benzeşerek, birbirlerini tamamlayarak ‘homojen bir sanayi proletaryası’ oluşturdular.
İnsanlığın ortaya çıkışı sürecinde yaratılan kollektif aksiyon (düşünce ve davranış), daha sonra ortaya çıkan medeniyetler tarafından parçalanmaya başlanmıştı. ‘En son medeniyet’ 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl içinde ise bu homojen yapılanma ile yeni ve ‘modern’ bir ‘kollektif aksiyon’ ortaya çıkarıyordu, deyim yerinde ise insanlık yeniden doğuyordu. Sonuçlarını da hemen görüldü, önce Dünyanın altıda birinde sonrada üçte birinde işçi iktidarları doğdu.  
Ancak diğer medeniyetlerde gördüğümüz o inişli çıkışlı gidiş, nitelik değiştirerekte olsan en son medeniyette ve onun hemen yanı başında yükselen işçi iktidarlarında kendini hatırlattı, modern kollektif aksiyonun doğuş sancıları, süreci başka yöne çevirir gibi oldu, homojen sanayi proletaryası yatay ve dikey olarak bölünmeye başladı. Sürecin ayrıntılı incelenmesi ayrı bir konu, bizi şimdilik ilgilendiren bunun işçilerin günlük yaşamına ve mücadelesine etkileri.  
Hatırlatmakta yarar var, sınıf içinde bölünmeler deyim yerinde ise sınıfın ortaya çıktığı zamandan beri vardı. Ancak karakter olarak homojenlik baskındı bu tür ayrışmalar geri planda kalabiliyordu. Örneğin aristokrat işçilerin ortaya çıkması elbette bir sorundu, ama modern kollektif aksiyonun oluşumunu doğrudan etkilemiyordu.

3. Tek tip sendikacılığın sonu

Ancak yukarda özetlenen bölünmeler 70 li yıllardan itibaren sınıfın yapısında köklü değişiklikleri beraberinde getirdi. Tüm Dünya ölçeğinde bakıldığında büyük üretim birimlerinde oluşan homojen bir sanayi proletaryasının varlığını sürdürdüğü, ancak bunun sınıfın çok küçük bir bölümünü oluşturduğunu söylemek mümkün. Sınıfın ezici çoğunluğu ise bölük pörçük edilmiş üretim süreçlerini oluşturan irili ufaklı üretim birimlerinde yer almaktalar. 
Bu üretim birimlerinde de modern kollektif aksiyonlar ortaya çıkmaktadır. Ancak bunlar artık tek bir homojen kollektif aksiyon değildir, her birinin kendine özgü karakterleri olduğunu söylemekte mümkündür. Bu insanlık tarihinde bir ilktir!
Burada kendi tecrübelerimle ilgili bir parantez açmak istiyorum. 12 Eylül öncesi kısa ve amatör bir sendikacılık sonrası son 30 yılda İsviçre’de profesyonel sendikacılık yaptım. Çalışma alanınım göçmen işçilerin yoğunlukla çalıştığı küçük ve orta büyüklükteki tekstil fabrikaları ve hemen hemen tüm çalışanların İsviçreli olduğu büyük kimya işletmeleri oldu.
Her tekstil fabrikasında örgütlenirken birazda insiyaki esasta Kıvılcımlının düşünce ve davranışının etkileri ile ancak bambaşka yöntemlerle çalışanları sendikaya kazanmanın mümkün olduğunu gördüm. Kimya işletmelerinde yıllık olağan işyeri toplantılarında işyerinin sorunlarını tartışırken, bu tekstil işyerlerinde çalışanlarla kahve köşelerinde bir dizi görüşmelerle mümkün oluyordu. Kimya işyerlerinde sendika üyeliği işyeri içinde olağanüstü önemli iken, bir tekstil fabrikasında grev yapmak için bir avuç üye yetebiliyordu.
Bu 30 yıllık sendikal çalışmalar boyunca yukarda aktardığım kaynakları tekrar tekrar okuma ihtiyacı duydum. İsmet Demir’in anılarını da okurken yukarda şematik olarak verdiğim üç dönemin üç ayrı örgütlenme modellerini süzgeçten geçirdim. Bu süreç içinde hem çalıştığım sendika içinde hem de diğer ülkelerde ki sendikaların gündeminde sürekli olarak sendikaların yeniden yapılandırması olması bu anlamda bir tesadüf olamazdı. Mevcut sendikal örgütlenme modeli sınıfa ya dar geliyordu ya da geniş! Yani vücuda bir türlü tam oturmuyordu, elbise yaz boz tahtasına döndürülmüştü.
Vardığım nokta tek tip sendikacılığın sonunun geldiğini görmek oldu. Bu kişisel parantezden amacım, düşüncelerimin esas olarak sübjektif gözlemlere dayandığına dikkat çekmek. Sendikaların yeniden yapılandırılması konusunda yapılması bir görev olarak duran bilimsel araştırmalara Kıvılcımlı’nın hattında yürümeye çalışan bir sendikacının karınca kararınca bir katkı sunmak isteği bu satırların esas amacı.

4. Sendikal Örgütlenmenin Gelişimine Kısa Bir Bakış

Homojen sınıf yapısına denk düşen homojen tek tip sendikal örgütlenme, esas olarak homojen sanayi proletaryasının ortaya çıkmasına denk düşer. Sendikaların ortaya çıkış sürecinde ise oldukça farklı modeller söz konusu olur. Örneğin ilk sendika örgütlenme modelleri arasında yardımlaşma sandıkları öne çıkar. Henüz sosyal sigortaların ortaya çıkmadığı ilk dönemlerde, çalışanlar kendi aralarında ücretlerin bir kısmını güvendikleri bir arkadaşlarına birikmesi için verirler. Çalışanlardan birinin hastalık veya kaza sonucu çalışamayacak durumda gelmesi halinde çalışmadıkları sürenin ücretleri bu kasalardan ödenirdi.
Geçen süreç içinde bu tür dayanışma modelleri işyerlerinin ve işkollarının ihtiyaçlarına göre çok değişik biçimler alır. Bunlardan giderek öne çıkanı ücretlerin toplu belirlenmesi için çalışanların kendi aralarında ki rekabete son vererek bir işgücü karteli oluşturma girişimleri oldu. Bu süreç sonunda bugün bildiğimiz sendika modelleri ortaya çıktı. Ancak söz konusu dayanışma amaçlı diğer örgütlenmelerde varlıklarını sürdürdüler.
Sınıfın sadece teorisine değil ayni zamanda pratiğine de kafa yoran Kıvılcımlı için sınıfın bu zengin deneyleri yabancı değildi. Bu nedenle Yol dizisinde genel olarak işçi örgütlenmelerinden söz ederken, sendikaları bu örgütlerden biri olarak görmesi son derece anlaşılır bir durumdur. Bu anlayış sonucu Vatan Partisi programında oldukça ayrıntılı bir sınıf örgütlenmesi öngörülmüştür. Başka bir deyişle sınıfın ‘ekonomik mücadelesinin’ örgütlenmesi bir tek sendikalara bırakılmamıştır.
Her somut gelişmeye denk düşen yeni bir örgütlenme anlayışını ise Türkiye İşçi Partisine yaptığı tekliflerde görürüz. TİP li milletvekillerinin aylıklarını bir kısmı ile ‘işçi gönüllülerinin’ başka bir deyişle politik mücadele içinde ki gençlerin, sendikalar için çalışmasını teklif ediyor Kıvılcımlı. Hem politikleşmiş gençleri, aydınları sınıfla tanıştırmak, hem de sendikalara yeni bir soluk vermek için.

5. Yeniden Yapılanma İçin Bazı İpuçları

Ancak Kıvılcımlı’da bu kadar belirgin ve zengin olan bakış açısını gerek ülkemizde ki gerekse de diğer ülkelerdeki sendikal mücadele anlayışlarında görmek pek mümkün olmuyor. Ekonomik mücadele istisnalar bir kenara bırakılırsa bir tek sendikalara bırakılmış gibi. Batılı ülkelerde konut, tüketim kooperatiflerinden bilimsel-ekonomik araştırma kurumlarına kadar çok çeşitli sınıf örgütlenmeleri deneyleri bulunmakta. Bunların geçirdikleri süreç, geldikleri konumda sınıfa ne kadar hizmet ettikleri ayrı bir araştırma konusu, ama sınıfın günlük ihtiyaçlarına cevap veren kurumların varlığı tartışılmaz.
Ülkemizde ise bu tür kurumlara pek rastlanmaz, son dönemde İstanbul İşçi Sağlığı Ve İş Güvenliği Meclisi, gündelikçilerin sesi olmaya soyunan İmece Kadın Dayanışma Derneği gibi kurumlar bu tür ihtiyaçların cevabı olmaya çalışıyorlar, bunları küçümseyen, dikkate almayan tavırların yaygınlığı ise hastalığın devamının bir göstergesi olsa gerek.
Sınıfın yatay ve dikey parçalanması sonucu ortaya çok parçalı bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu parçaların tümünün ayni örgütlenme mantığı ile örgütlenmeyeceği açıktır. Önümüzde ki sorun her bir parçaya özgü örgütlenme modellerinin yaratılmasıdır. Bu durum bir yandan sınıfın parti ve sendikaların yeni duruma denk düşen yeniden yapılandırılmasını gündeme getirirken bir yandan da değişik alanlarda ki diğer sınıf örgütlenmelerinin daha da önemli hale gelmesi sonuçlarını doğurmaktadır.
Örgütlenmede Kıvılcımlı gibi taklit ve şablonları bir kenara bırakmayı göze alırsak her şeyden önce sınıfın ekonomik örgütlenmelerini sendikalarla sınırlı tutmamak gerektiği bilincini ediniriz. Dün son derece önemli olan bu bakış açısı bugün sınıfın parçalanması gerçekliği ile artık hayati öneme sahip hale gelmiştir.
Homojen sanayi proletaryası sınıfın içinde nicel ve nitel olarak ezici çoğunlukta iken, buna denk düşen örgütlenme modeli tekti, tek bir ‘kollektif aksiyon’ vardı, görev bunun örgütlenerek iktidara yürünmesiydi. Oysa şimdi parçalı sınıf gerçeğinden yola çıkarak farklı farklı ‘kollektif aksiyonların’ ortaya çıktığını görmemiz gerek. Onlarca mağazanın olduğu bir Alışveriş Merkezinde satış elemanları arasında ortaya çıkan ‘kollektif aksiyon’ ile gene onlarca taşeronun iş yaptığı bir inşaatta oluşan ‘kollektif aksiyonun’ farklı olacağı açıktır. Bu ‘kollektif aksiyonların’ varlığını ve özelliklerini tespit etmek, bu doğrultuda örgütlenme modelleri geliştirmekte bir gerekliliktir.
Ancak burada sorun çatallaşıyor, tek bir ‘kollektif aksiyonun’ gidiş yönü belli iken, bu kadar farklı ‘kollektif aksiyonların’ üstünde yükselen örgütlenmelerin gidiş yönü nasıl belirlenecek? Bir ‘üst kurum’ bu işi üstlenmelidir demek hem gerçekçi değildir, hem de işin kolayına kaçmaktır. Böylesine bir mekanizmanın emir-komuta zinciri ile işlemeyeceği açıktır. Ortak bir kurumlaşma olmayacağı için demokratik merkezi bir anlayışta çözüm olmayacaktır. Şimdilik bunun bir ‘orkestrasyon’ sorunu olduğunu, tartışılmak üzere bir kenara yazalım.
Bugün baktığımızda pek çok politik eğilimin bazen el yordamı ile bazen tesadüfler sonucu, hayatın dayatması ile bu tür örgütlenme modellerini deneme yoluna girdiklerini görüyoruz. Kuşkusuz bu olumlu bir gelişme, ancak unutmamak gerekir ki bu tür örgütlerin, tıpkı sendikalar gibi dernek veya sivil toplum kuruluşlarından farklı sınıfsal nitelikleri, ‘kollektif aksiyonlar’ı vardır. Bu ayrımı da yapabilirsek doğru yoldayız demektir, daha hızlı adımlarla hedefe yönelebiliriz. Ayrıca bunların sadece konuya bir ‘parmak basmak’ olduğunu, asıl tartışmanın başlatılması gereken uzun bir süreçte yapılacağını hatırlatmakta fayda var.

6. Özel olarak sendikalar

Yukarda değindik, sendikalar mevcut yapılarının artık değişmesi gerektiğinin farkına varmaya başlıyorlar. Bu konuda 70 li yıllardan bu yana pek çok sendikanın attığı adımlar var. Pek çok ülkede, şubelerin temel alındığı modelden bölge örgütlenmelerini öne çıkaran değişim bunun ilk örnekleri. Daha sonra sınıfın dikey örgütlenmelerine (cins, ulus vb.) yönelik iç kurumlaşmanın derinleştirilmesi süreci yaşandı. En son kendi yapılanmalarını, kendileri dışında ki muhalefetle ortak hareket ettirebilecek bir düşüncel değişimden geçirmeyi amaçlamaktalar, bizde ki toplumsal hareket sendikacılığı önerisi gibi.
Bütün bunları değişen koşullara, yani sınıfın parçalanmasına, el yordamı ile ayak uydurma olarak değerlendirmek gerekir. Ancak görüldü ki sendikaların iki yüz yıllık süreçte edindikleri kabuk oldukça sertleşmiş, eğilip bükülecek halde değil, biraz zorlandıkça orasından burasında kırılıyor. Böylece sendikaların büyük bir kısmı ‘yapısal reform’ çabalarını bir kenara atarak sürekli bir bunalım ile yaşama yolunu seçti.
Diğer bir yol deyim yerinde ise ‘intihar saldırıları’ oldu, tek başıma bu işi halledemem diyen bir takım sendikalar diğer sendikalarla birleşme yoluna gitti. Henüz birleşme sonucu bir kabuk değişikliğini başaran sendika yok, ama ‘Allah’tan umut kesilmez.’

7. İki Teklif

Kıvılcımlı’nın bize gösterdiği yoldan yürümeyi denersek özet olarak şu ‘teklifleri’ yapabiliriz.
1. Öncelikle mevcut sendikal yapılanmaların homojen sanayi proletaryasının ihtiyaçlarına cevap veren bir örgütlenme modeli olduğunu ve giderek azalsa da sınıfın içinde bu özellikte bir kesimin varlığını sürdürdüğü gerçeğinden hareketle, bunların bu kesim için varlıklarını sürdürmeleri gerekir.
2. Geriye kalan ve çoğunluğu oluşturan kesimler, parçalar içinse, o parçaların ihtiyaçlarına, ‘kollektif aksiyonlarına’ denk düşen sendika (veya işçi kuruluşu) modelleri geliştirilmelidir. Dünyanın dört bir yanında bu tür örgütlenmeler çoğu zaman hayatın dayatması ile kendiliğinden ortaya çıkmaktalar. Evlerinde parça başı iş yapan kadınların Hindistan’da kurdukları ‘Kadın Sendikası’ çok kısa bir zamanda yüzbinlerce üye kazandı. Sınıfın öncüsü oldukları iddiasında olanların artık bu kendiliğinden gelişime yön verme, bu gelişimin önündeki engelleri ortadan kaldırma görevine talip olmaları gerekir. 

Sendikal çalışma için değişmez kurallar yok demek artık yeterli değil, değişmez örgütlenme modelleri de yok demek durumundayız. Kıvılcımlı’nın Yol’da dediği gibi, ülkemize, sınıfımıza en uygun yolu bulmalıyız. Bu anlamda tek tip sendikacılığın sonu gelmiştir. Çeşitli işçi kuruluşları yerine çeşitli sendikal örgütlenme modellerimi tercih edilmelidir veya değişik sendikalar ve değişik işçi kuruluşları mı gündemde sorularını sorarak bu tartışmaya bir giriş yapmak, Kıvılcımlı’yı anmanın en iyi yolu olacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder