4 Ocak 2013 Cuma

METİN KAYAOĞLU'NUN SEMPOZYUMDA SUNACAĞI " KIVILCIMLI'YA KARŞI KIVILCIMLI " BAŞLIKLI YAZISI

Kıvılcımlı’ya Karşı Kıvılcımlı

Hikmet Kıvılcımlı, üretken bir ömrün ardında büyük bir yığın bıraktı. Yığın halindeki eserin yayın için tasnifi bile bunca yıla rağmen bitmedi. Ancak yığın, Kıvılcımlı’nın salt yazılı eserinin yayına hazırlanmasıyla ilgili olmayan bir boyuta sahip. Kıvılcımlı’nın eseri aynı zamanda Marksizm açısından bir tasnife de ihtiyaç duyuyor. Bu yapılmadan gerçekleştirilecek bir Kıvılcımlı edinimi, ne bir mücadele birimi olarak ülkenin özgüllüğünü, ne de buna bağlı ya da ayrı olarak Kıvılcımlı’nın Marksizme yaptığı katkıları anlamayı mümkün kılar. Bu bağlamda, yükümlülük, Kıvılcımlı’yı kendi oluşturduğu yığından çekip almaktır. Marksist Kıvılcımlı’yı Marksist-olmayan Kıvılcımlı’dan kurtarmak zorunludur.
Kıvılcımlı’nın gündemde olmasının tayin edici bir hayrı var. Eserinin Marksist edinimi, Marksizmin içinde bulunduğumuz mücadele biriminde özgülleşmesinde başlama noktasıdır.
Karşımızda, Marksizme yaptığı katkı bakımından tartışılması gereken bir Kıvılcımlı ve bu-Kıvılcımlı’dan özel bir ayıraçla uzaklaştırılması gereken bir figür var.

Tarihin ana akıntısına yedeklenme

1933’ün sonunda hapisten çıkmasının ardından Kıvılcımlı, Marksizmin ideolojik birikimi denebilecek türde atak ve kendi ifadesiyle “çığır açıcı” bir yayıncılık faaliyetine girişir. Birkaç yılda, birçok telif ve çeviri eser yayınlayarak ülkede Marksizm adına ideolojik bir külliyat oluşturmaya başlar. Bu arada, bir “Tarih Tezi” üzerinde çalıştığı ve kısa süreli hapisliklerinde yoldaşlarına konuyla ilgili konferanslar verdiği bilinir.
Ancak Kıvılcımlı, bu yayınlardan sonra bir politik yola girer ve buradan çıkması artık nasip olmaz. Kullanmayı çok sevdiği bir terimle, “yol”unu, devrimin gündemde olmadığı ve dolayısıyla kapitalizmin demokratik yollardan gelişmesine destek vermek şeklinde çizecektir. Günümüz solunda da varlığını koruyan bu anlayış, her zaman şu ya da bu egemen gücü desteklemek anlamına gelecektir.
Bu politik yoldaki ilk eseri, 1937 tarihli Demokrasi: Türkiye Ekonomi ve Politikası Hakkında başlığını taşıyan broşürdür. “Günün Meseleleri” üst başlığıyla bir dizi olacağı da ilan edilen bu broşürle Kıvılcımlı, egemen kesimler arasında dolaysız etkileşimler arar. Bu, onun bundan sonraki bütün politik yönelimlerinin vazgeçilmez bir temel temasını haber vermektedir. “Cumhurbaşkanlığı Bürosu’nun gazetelerde çıkan tamimini okudum.” Bu türden açıklamalara hep çok önem verecektir. “Ondan, ciddi memleket meselelerinin açık ve kollektif münakaşası devrine girdiğimiz manasını çıkardım. Memnun oldum.” Leninist bir devrimciye uzak olduğu aşikâr olan bu sözler Kıvılcımlı’nın lügatine çıkmamak üzere girmiştir artık.
Bu broşürde Kıvılcımlı, Bayar’a karşı İnönü’yü izlemektedir. İnönü’nün “milli kurtuluşun en mühim bir safhası”nı, yani “ikinci kuvayi milliyeyi” gerçekleştirmesi dilenir. Sermayeye, işçiye demokratik haklarını vermenin öncelikle kendi çıkarına olduğu anlatılır.
1938’de hapse girer ve 1950’de çıkar.
1953’te, İstanbul’un Osmanlılarca “fethedilişi”nin 500. yılının, DP iktidarı tarafından görkemli şekilde kutlanmasını fırsat bilip, özgün düşüncelerini kamuoyuyla paylaşır ve Fetih ve Medeniyet adlı broşürü yayınlar. “Günün Meseleleri” üst başlığının yine görüldüğü bu broşürde, İstanbul’un Türkler tarafından alınışının önemi vurgulanır: “İstanbul’un fethi, yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın kutluyabileceği, kutlamakta haklı, –hatta bir dereceye kadar, insan olarak,– vazifeli sayılabileceği büyük, Tarihî inkılâplardan biridir.”
Tezi, hiçbir olgunun çürütemeyeceği cinstendir! “İstanbul’un fethi” bir yandan “cihan ticaretini açmış”tır ve bu yüzden çok önemlidir. Fakat öte yandan, “Batıda cihan ticaretine umulmadık ve beklenmedik yollar aranması ve bulunmasını zarurileştirdi. İstanbul’un fethi Batı ticaretine hem en büyük darbeyi vurdu, hem en büyük inkişafı verdi.” Her iki etki de Türklerin alkışlanmasını gerektirmektedir. Kıvılcımlı böylece, hem Tarih Tezinin bir uygulamasını yapmıştır, hem de hevesle günün egemen gücüyle ve bu gücün etkisindeki halkla etkileşim olanağı aramıştır!
1954 tarihli Vatan Partisi Program Gerekçesi’nde esas olarak, 1937’deki yaklaşım izlenir. Fark, bu kez övülenin, “İkinci Kuvayi Milliyecilik” olarak anılan “iktisadi kurtuluş savaşımız”daki rolüyle Menderes olmasıdır. “Kodaman şehir bezirganları” ile “taşra hacıağaları”nın, Kurtuluş Savaşında “Kuvayi Milliyeciler”in karşısına nasıl çıktılarsa, bugün de DP’nin karşısına çıkmakta olduğu söylenerek Menderes uyarılır. “DP’nin 1950 zaferi” kutlanır. Ancak, “ortaçağ artığı zümreler”in “bizzat DP’nin temellerine mayınlar yerleştirdiğine işaret edilir”. DP’nin “Zirai Kalkınma” hareketi, “en müspet” “muhteşem bir manzara” olarak selamlanır. “40 bin traktör memleketimizi bir anda, asyalı ortaçağ’dan, avrupalı son çağına geçirmiye yete[cekti]r.”
Kıvılcımlı, bu broşüre 1957’de yazdığı önsözde DP övgüsünü ilerletir. Ona göre, “İkinci Kuvayimilliye Seferi […] toprak reformu ve ağır sanayi temelleri üzerinde” yükselmekteydi. Menderes, işçiler ve köylülere önderlik edebilirdi ve “tefeci-bezirgan kâbusu”na karşı bunun mücadelesini veriyordu.
“Menderes, her ne pahasına olursa olsun sanayileşme gayreti güttü. Bu uğurda, tefeci-bezirgan şebekelerine kaptırılan fırsatları herkesten iyi gördü. […] İnşallah Menderes, köylülerin Başbakanı, işçilerin sendika Başkanı kalır.” Yıllar sonra, “çocuk”luklarını yüzlerine vurmaktan hoşlandığı gençlerin karşısında inkâr edecekti bu övgüleri!
Övgülerin ardından tutuklanır. 27 Mayıs 1960’taki askeri darbeden önce dışarıdadır.
“Günün meselesi”ne ilgisiz kalması düşünülemeyecek Kıvılcımlı, bu kez de, askeri cuntayı coşkuyla selamlar. 27 Mayıs, “Tarihimizde daima kuvvetle çarpan kalbimizin: yiğit ordumuzun… İkinci Kuvayimilliye gazası”ydı. “İhtilalcilere şöyle denildi: ‘Siz Millet hayatının yüzlerce yılında bir görünen güçlü hakem’siniz.’ ”
Kıvılcımlı’ya göre meseleyi analiz etmek gayet kolaydır. 1937’de İnönü’ye, 1950’lerde DP’ye atfettiği “İkinci Kuvayi Milliye” misyonu bu kez 27 Mayısçı “ordu gençliği”nin omuzlarındadır. Yaptığı, “Tarih Tezine uygun taktikler” geliştirmekten ibarettir. Türk tarihinde zaten devrimci misyon hep Ordunun omuzlarındadır ve Türk Ordusu tarihsel devrimciliğini bir kez daha göstermiştir!
Avrupa’da 1968 gençlik hareketleri patladığında Kıvılcımlı bunların CIA tarafından Avrupalı emperyalistlere karşı tezgâhlanmış tertipler olduğunu iddia edecektir. “68 Fransa öğrenci olaylarını fitilleyip ateşleyen planın görünmez uygulayıcısı Amerika U.S. damgalı evren provokatörler örgütü CİA ve yerli-yabancı ajanlarıdır.” Fransa gibi bir ülkede bunu yapabilenlerin, Türkiye’de ne kudrette olabileceğini anlatır durur Kıvılcımlı. Devrimci gençlerin İstanbul’a demirlemiş ABD 6. Filosu askerlerine saldırısı bile bir CIA tezgâhıdır.
Kıvılcımlı, tertiplerde kullanılan “çocuklar”ı uyarmak ve azarlamak işini üstlenmiştir. 71’de mücadeleye atılanlar, “hemen hepsini uslu akıllı günlerinde tanıdığımız üç beş yüz samimi oldukları ölçüde tehlikeli saf çocuk”tur ve bunlar, “CİA uzmanlarının eliyle oynanan sahici dram”ın “masum, pratik kurbanları”dır. “Ordu” dediğinde, “Onun burjuva devletinin baskı aracı olduğunu” hatırlatan “çocuklar”la dalga geçer hâlâ Mayıs 1971’de.
Kürt meselesinden bahseden “paçavra sol” yayınlar “provokatörce” bir rol üstlenmektedir. Zaten, Türkiye’de “Emperyalizm, içli-dışlı Parababalarına dayanarak 50 yıldır Kürtlük meselesini kışkırtmakta ve kundaklamakta”dır.
Nitekim, 12 Mart 1970’te bir muhtıra veren ordu, Kıvılcımlı’nın tabiriyle, “kılıcını atmıştır”. Fakat heyhat, ordunun generalleri aldatılmakta, CIA oyuncaklarının provokasyonlarıyla kışkırtılmaktadır. Aranır duruma düşer.
Türkiye’yi terk eder. Suriye’ye geçer ve burada “sosyalizm” bulur. Bulgaristan’da, “Engels’in ‘Yağı tükenmiş kandil gibi sönecek’ dediği devlet”i görür! Yugoslavya’daki “Modern İşçi Sınıfı”nın, “her gün daha örgütlü ve bilinçli olma içgüdü”süne sahip olduğunu teşhis eder! Libya’da darbe yapan Kaddafi’nin “CİA’ca seçilmiş” olabileceğini yazar.
Hakkında neden arama kararı çıkarılmıştır? Bunu da hemen çözümleyiverir! Ona göre, devrimci gençler arasında “ ‘Silahlı Savaş’ sözü etmenin ‘gönüllü CİA ajanlığı’ olduğunu” yazması ve bu sözlerinin gençler arasında etki yapması üzerine “CİA kudurdu” ve “O zamana kadar susan Adalet, bu yazılarımdan sonra ansızın harekete geçti”. Bu duruma isyan eder: “Her önüme gelen gence, yaşlıya ‘Gerilla’cılığa ve tedhişçiliğe son verme gereğini öğütlediğimi, başka herkes bilmeyebilir. Gizli CİA ve polis ajanlarının yüz kez rapor ettiklerine kimse kuşku duyamaz. […] Kabahatim ne? Gençleri tehdişçilikten […] sakındırmak. Demek, yerli-yabancı gizli ajanların efendileri gençlerin tedhişçilik yapmalarını kışkırtanlara değil, önleyenlere karşı idi. Onun belki bir numaralı düşmanı ben oldum. ‘Türkiye Halkları’ lafı altında açık seçik provokasyon yattığını nefesim tükeninceye dek ben açıkladım. En çok bana içerledikleri saklanmadı. Ordunun geniş tarafsız yığını ‘Kürtlük’ umacısı ile ürkütülerek, ‘Vatan bölünüyor’ çığlığı altında Faşizme çekilecekti.”
Büyük bir nokta!
Bu, tümüyle ağır, ama trajedi mertebesinde olmayan bir yanılgılar tarihidir. Onun trajedisi başka bir yerdedir.
“Trajedim’den başka bırakacak bir şeyim yok” diyordu. Hakikaten ortada bir trajedi vardır ve bu, tek biyolojik varlıkta görülen uzlaşmaz aykırılıktır. Bir Marksist Kıvılcımlı vardır ve o, bu türden sözlerle kariyerini en geri momentte noktalayan Kıvılcımlı’yla hiçbir şekilde ilişkilenemez.
“Ben ‘medeni’ olamam” diyordu. Biz de, medeni tepkiler veren Kıvılcımlı’yı barbar Kıvılcımlı adına bitimsizce reddediyoruz.

Yol’da başlayan özgülleşme

Kıvılcımlı’nın, önceki parti periyodiklerinden sonraki yazılı ilk eseri, ancak ölümünden sonra yayınlanabilen Yol adlı çalışmasıdır. Hapisteyken 1933’ün sonundaki tahliyesine kadar kaleme aldığı bu kapsamlı eserde Kıvılcımlı adlı özgün yazarı tanıyabiliyoruz. Dili ve üslubunda, meseleleri ele alışında, çağdaşlarının doktrinerliğinden farkı dikkat çeker.
Partisine, nasıl özgül bir gerçeklik olan “Kürdistan halkının mantığıyla, onun düşünüş diliyle anlaşmayı” salık veriyor idiyse, Marksizmin Türk halkına da kendi mantığı ve düşünüş diliyle ulaştırılması, ve bu mantık ve dile ait bir Marksizm oluşturmak için gayret etti her zaman. Bu ilkti ve hâlâ ilktir. Bu doğru anlayışla çok yanlışlar yaptı, ama doğru olanı da hep korudu.
Yol’da Kıvılcımlı’nın özellikle Kemalizm ve Kürt meselesinde devrimci görüşlere sahip olduğu gayet açıktır. Ancak, bu nitelik ne ona özgüdür ne de o, bu niteliklerin pratik-politikleşmesi için herhangi bir adım atmıştır. TKP, Komintern’in “üçüncü dönem” politikasına uygun olarak Kemalizmi düşman, Kürdistan’ı sömürge kabul etmiştir o yıllarda, ama sonra bu görüşleri tarihinden silmiştir. Kıvılcımlı’nın yaptığının kategorik olarak farklı olduğunu söylemek hakkaniyetli değildir.
Yol’da, Kıvılcımlı, Türkiye’nin gündemine ancak 1960’ların son yıllarında gelen devrimcilik yapma tarzını pekâlâ bildiğini gösterir. Devlete karşı pratik mücadelenin gereğini ve Kürt ulusu nezdinde ezilenlerin silahlı ayaklanmalarının devrimci savunusunun olanaklarını gösterir. Kürt sorununda devrimci tavır almazsa Partisinin bir “leş”e dönüşeceğini yazar. Fakat, geleceğinin bir işaretini de verir. Günün taktiği “legaliteyi istismar”dır.
Bu dönemden sonra, Kıvılcımlı’da devrim ve Kürtler gibi meseleler, bir sırrın fısıldanması cinsinden neredeyse şifreli anlaşılabilecek bir yer edinecektir. Bu sırlı sözlerden devrim ve Kürt davası takipçiliği arayanların eşiğinin çok alçak olduğunu vurgulamak zorunludur.

Tarih Tezi ve biricik Kıvılcımlı

Kıvılcımlı’nın yığını içinde, çok rastlanan türde düşünce ve davranışlar bulunur, ve bunların ya benzerleri gibi Marksist ya da Marksizm dışında olduğu söylenebilir. Fakat, Kıvılcımlı’nın, zamanında değil bir bakıma günümüzde de biricik nitelikte bazı görüş ve düşünceleri vardır ve bunlar genellikle, ‘görünüşte’ Marksist olmayan niteliktedir. Bize göre, Kıvılcımlı’nın Marksizmi bu düzlemlerde bulunmaktadır.
Kıvılcımlı, kapitalizm öncesi toplumlar tarihini ve tarihin hareketini anlamak için bir Tarih Tezi önerir. “Tarihsel devrim” kavramına bağlı bu anlayışa göre, kapitalizm öncesi toplum yapıları, devrimci dönüşümlere uğrayacak iç sınıfsal dinamiklerden yoksundur. Bu tarihte, “bir sosyal sınıf[ın], eski gerici sosyal sınıfı devirip medeniyeti kurtaracak durumda kollektif aksiyon gücü” sağlaması imkansızdır. Ezilenler, sınıf davranışı göstermezler, ve “umutsuz, nihilist” isyanlarla toplumu ve kendilerini tüketirler. Tarihsel ilerleme, “tarihsel devrimci” denilen “barbar güçler” tarafından yerine getirilir. Tarih, kapitalizm öncesinde, barbarlarla medenilerin mücadelesinin tarihidir.
Tarihsel devrimler çağı kapitalizmin şafağıyla sona ermiştir ve artık devrimler,  burjuvazi ya da proletarya tarafından, “sosyal devrimler” olarak gerçekleşmektedir. Çünkü, bir yandan artık “barbarlar kalmamıştır”, öte yandan, teknik, diğer üretici güçlerin çok önüne geçmiş ve “sosyal devrimci modern sosyal sınıflar” yetişmiştir. Nitekim, “17. ve 18. yüzyıllardaki kapitalist devrimler ile, 19. ve 20. yüzyıllardaki sosyalist devrimler, modern çağın sosyal devrimleridir.”
Bu, ezilen sınıfların üretici güçlerin geriliğinden dolayı kapitalizmden önce bir “toplumsal düzen” kuramayacağına ilişkin Marksist görüşle uyumludur. Ve, bazı özgünlükler taşımasına karşın kategorik olarak özgün değildir.
Öte yandan, Kıvılcımlı, kendini kendi teorisiyle bağlamaz ve Tarih Tezinin geçerliğini yaşadığı son güne kadar uzatır. Bunu, başlangıçta Ordunun Türk tarihindeki ve günündeki rolünü açıklamak isterken yapmıştır. Başta, Tarihsel Devrimlerin kapitalizmle birlikte bittiğini söylerken, tarihsel devrimci güçlerin rolünü, yaşadığı son güne, 1971 12 Mart darbesine, dek izlemiştir. Yani Kıvılcımlı, Tarih Tezini sömürmüştür. Buna bağlı olarak, kapitalizmde proletaryanın vazedilmiş rolü zayıflayacaktır. Örneğin, Türk ordusu, tarihsel devrimci bir güç olarak 1971’e dek, sosyal devrimler değil tarihsel devrimler çağının öznesidir ona göre. Bu görüşün Marksizmle bir ilgisi olmadığı açıktır.
Peki hangi Tarih Tezini izliyoruz? Kıvılcımlı’nın eserinde yer alan bir Tarih Tezi, tamamlanmasıyla, Marksizme bir katkı niteliğindedir.
Kıvılcımlı, Tarih Tezini kesin bir Marksist konumda ortaya koyar. “Tarihin doğa türünden yasalı bir süreç olduğu”nu savunur. “Doğadakine benzer şaşmaz yasa arayışı” Kıvılcımlı’nın bütün eseri boyunca ısrarla izlediği temel bir Marksist temadır.
Sağlığında, 1965’te yayınladığı Tarih Devrim Sosyalizm’de Kıvılcımlı “iki zıt tarih anlayışı”nı koyar: “1. Tarih bilimi de her bilim gibi kendi incelediği olayların yasalarını bulmalıdır. 2. Tarih insanın rol oynadığı bir alan olduğu için, insan ise kaprisine ve aklına geldiği gibi davrandığı için, Tarih alanında herhangi bir yasa olamaz.” “Birinci anlayışa örnek: Büyük İslam tarihçisi İbn-i Haldun’dur. İkinci anlayış o kadar yaygın bir hastalıktır ki, ona az çok tutulmayan tarihçi kalmamış gibidir.”
Kıvılcımlı, bu anlayışa Marksistler içinde kapılmanın da aynı düzeyde olduğunu açık bir dille anlatır. Ona göre, “İnsanlık tarihi sosyal-ekonomik determinizmin yasalarıyla yürür. Bu determinizm üretim temeline dayanır”. Kıvılcımlı, üretimden, antropolojik boyutlar içeren “üreyim” veya “kan determinizmi”ne ulaşacaktır.
Tarihin doğa türü yasalılığı anlayışı, Kıvılcımlı’nın, Tarih Teziyle salt dar anlamda ilgili yazılarında değil bütün yazılı eserinde güçlü bir şekilde yer tutar.
Kıvılcımlı’nın eserinde savunduğumuz temeller buradan itibaren başlamakta ve onun şu sözleriyle yapılanmaktadır:
“Tarihin her yerinde komünizm var: Çünkü, bütün o sonsuz ‘imha’ çabalarına rağmen, İlkel Komünizmin gelenek-görenek ve kollektif aksiyon güçleri Tarihin gidişinden bir türlü silinememiştir. Bütün ‘Medeniyetler Tarihi’ boyunca ilkel de olsa Komünizm, insanlığın gözeneklerinde yaşamış ve en son Bilimsel Sosyalizm için katalizör, ana maya rolünü oynamıştır.”
Bizim izleyeceğimiz Tarih Tezi bu sözlerde yatıyor ve bu sözler ‘orijinal Tarih Tezi’ne aykırıdır. Burada, Tarihsel Devrimi üretici güçlerin gelişmesi ölçütünden ayırmaktadır Kıvılcımlı. Ardından, artık, Tarih Tezi, ezilenlerin devrimci kurtuluş mücadelesi olarak yapılandırılma olanağı bulacaktır.
Artık, ezilenlerin geçmiş tarihteki toplumsal düzen deneyimleri de “modern” tarihteki sosyalizm deneyimleri de Tarih Tezinin kavram setiyle değerlendirilebilecektir.
Kıvılcımlı, 20. yüzyıldaki sosyalist devrimleri, bu kez, geçmişteki büyük tarihsel devrimler modelinde ve bu tarihsel devrimleri de çağdaş sosyalist devrimler modelinde anlamayı deneyecektir. Bu, müthiş bir ufuk açacaktır. Nitekim, ‘orijinal Tarih Tezi’ne göre, sosyal devrimler olarak anlaşılan “sosyalist devrimler” yeni bir medeniyet kurmalıydı. Ancak sosyalizm deneyimleri yeni bir medeniyet kuramadan, tıpkı Tarih Tezinin “orta barbarlar”ının tarihsel devrimleri gibi çöküp gittiler. Üstelik, bu devrimler, sözü edilen tarihsel devrimler gibi, bir medeniyetin üzerine yeni ve gelişkin bir medeniyet olarak gelmediler, üretim güçlerinin ağır tahribata uğradığı, medeniyeti yıkan iki büyük savaştan sonra ortaya çıktılar.
Bu durumda, Tarih Tezini bu haliyle, yeni bir anlaşılış bağlamında ele almak meşruiyet kazanacaktır. Tarihsel devrimin kapitalist toplumsal formasyona karşı da olabileceği anlayışı, onu üretici güçlerin önünü açma rolünden uzaklaştıracak ve hemen ardından, kapitalizmde, üretici güçlerin gelişmişliği ölçütünü bir yana bırakmak da mümkün hale gelecektir. Yani, kapitalizm öncesi toplumsal formasyonlarda “umutsuzca” isyan eden ezilenlerin rol ve dinamiği kapitalizmde de aranabilecektir.
Aynı şekilde, tarihsel devrim bu anlaşılma tarzıyla kapitalizm öncesi toplumlar tarihine yeniden yöneltilirse, artık her şey değişecektir. Bunun dayanaklarını Kıvılcımlı’da bulabilir miyiz? Kitabın “Sonsöz”ü olan değerlendirme, bu dayanağın kendisidir. “Tarihin her yerinde” bulunabilecek ama insanlığın, bir devletin ordusu türünden, merkez bölmelerinde değil ancak “gözeneklerinde” yaşayabilmiş, “ilkel komünizm”i varlıklarında yaşatan ve yeniden kuran ezilenlerin devrimci hareketinde yaşayan bir dinamik olarak bulabiliriz.
Tarih Tezi, kendi ilan ettiği sınırlarını çiğnediği, kapitalizme de uzandığı zaman dinamiklerini göstermeye başlayacak, fakat bu momentte, ondan ilk “yararlanan” bizzat Kıvılcımlı olacaktır. Kıvılcımlı, Tarih Tezinin kapitalizmde geçerli olmadığını söylerken genel olarak Marksisttir, kapitalizme uzattığında Marksizmden uzaklaşmaktadır. İşte bu momentte Kıvılcımlı’ya bizzat onun başka bir uğraktaki gereçleriyle ve yaptıklarını geliştirerek bir müdahale gerekecektir.
Tarih Tezinin bu yeniden-kuruluşuyla, Kıvılcımlı’nın tarihsel devrimler ve sosyal devrimler çağlarında hep hor gördüğü ama ayaklanmalarını görmezden gelemediği “çürümüş medeniyet kalabalığı”ndan, “kara kalabalık”tan devrimci dinamikler çıkarılabilecektir. Bu durumda, 70 günlük “sosyal devrim” Paris Komünü ile 70 günlük “ayaktakımı hareketi” Patrona Devrimi aynı kategoriden alınabilir. Karmatilerin sosyalist devleti ile “modern” sosyalist devletler aynı kategoride değerlendirilebilir.
Bu tarih anlayışında, Bedreddin isyanını bir yerde “sosyal devrim”, başka yerlerde “umutsuz isyan” olarak değerlendirerek nereye koyacağını bilemeyen Kıvılcımlı’nın sıkışmışlığı yaşanmayacak, ta Yol’da ortaya koyduğu ezilenlerin tarihsel isyan geleneğinin pozitif yerine ilişkin değerlendirmenin izleri üzerinden izlenebilecektir tarih. Ezilenlerin muzaffer devrimci yürüyüşüne bağlanan bir tarihsel devrim anlayışı, kendini tarihte ve günümüzde kurabilecektir. Böyle olunca, Kıvılcımlı’nın büyük bir derinlikle kurduğu Kuran tefsirinin bir Marksist yöntem ve teorileştirme örnek katkısı olarak yeri seçikleşecektir. ‘Orijinal Tarih Tezi’nin sınırlayıcılığında, Muaviye’nin İslamını gerçek Tarihsel Devrim modeli olarak almak zorundayken, Allah Peygamber Kitap’ta büyük gerilimlerle sunulan, “ilkel komünizm” güçleri ve dinamiğini Muhammed şahsında savunabilecek ve devletli İslam ile devletli tarihi bir yana bırakabileceğiz. Tarih Tezinin verdiği imkanlar olmadan, geçmiş ve günümüzdeki ezilen dinamikleri belki de kategorize edilemeyecek ve Marksizmin engin alanına katılamayacaktı. Onun, doktriner ve Batıcı –ama Doğucu da- olmayan bir Marksizm inşa etmeye gayret etmesinin temel bir boyutunu, özgülleşmenin gerçekleşmesi oluşturuyor. Kıvılcımlı’nın, trajik biçimde eksik özgül teorik ve politik eseri, ancak o zaman tamamlanacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder