4 Ocak 2013 Cuma

BİROL DİNÇEL'İN SEMPOZYUMDA SUNACAĞI "ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ TARİHİNDE KIVILCIMLI’NIN YERİ VE SOSYOLOJİ ANLAYIŞI" BAŞLIKLI YAZISI

ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ TARİHİNDE KIVILCIMLI’NIN YERİ VE SOSYOLOJİ ANLAYIŞI
Bir teorisyenin düşüncesine nereden girilebilir? Bir de o düşünceler bugün anlamı unutulmuş bir dilin ve dünyanın unutulmuş bir figürüne aitse? Nereden başlamalı, hangi kapıdan girmeli o düşüncelere?
Başlanılan her parça başka parçalara, aralanılan her kapı başka kapılara açılıyor ve bu bizi bir dönemin, bir dilin, bir üslubun ve bir yaratımın adeta arkeolojik kazısını yapmaya zorluyor. Çünkü karşımızda neresinden tutulsa deşifre edilmeyi bekleyen gömülü bir tarih var.
Sosyalizme bakan hücreleri tıkalı büyüyen, büyütülenler için bir çekiciliği olmayan; gözenekleri sosyalizme açılı zihinler için anlamlı, lakin yitik bir tarih. Ben bu tarihle temaslanmaya çalıştıkça zihnimde delikler açıldığını, bu tarihi okudukça bildiğim ezberlerin oyulduğunu fark ettim. Bir de hayatla göbek bağı olan içli anekdotlarla dolduğumu. Nitekim çiğnediği ekmeklerden biblolar yapan, yaptığı biblolardan siyaha boyadıklarına toplumsal kurtuluş öyküleri atfeden, duşunu her daim soğuk suda alan, bir karpuzun içini bırakıp kabuğunu yemeyi tercih eden ve muhtemelen gündelik yaşamının tüm bu küçük anekdotlarını, teorik düşüncesinin temelindeki Antik Komüna’ya referans gösteren bir garip adamdan söz ediyoruz.
Ancak itiraf etmeliyim ki, bu tarih her zaman “metal dinlenilen” dönem gibi bir uzaklık da taşıdı bana. Bunu 80’lerde doğmuş olmamın dezavantajlarından biri sayıyorum.
***
Yirminci yüzyılın başında doğan ve yüzyılın başındaki büyük toplumsal çalkantıların, savaşların ve devrimlerin içinden çıkan bu fikir adamı Dr. Hikmet Kıvılcımlı. Çeyrek asra yakın tutsaklığıyla, üniversiteye çevirdiği tutsaklık yıllarının dört misli büyüklüğündeki kitap külliyatıyla, kitapları içinde anlaşılmayan, anlaşılmayı bekleyen ve kendi terimiyle susuş kumkumasına getirilen tezleriyle, polemiğiyle, polemik kültürüyle, özgün analiz ve muhakeme gücüyle teorik ve politik olarak dikkatlerimizi üstüne çeken bu büyük adamı sempozyumumuza tema etmenin, onun politik ve teorik mirasının yeniden gündeme gelmesine ve tartışılmasına yardımcı olacağını temenni ediyorum.
Ben burada Kıvılcımlı’nın çağdaş sosyoloji tarihi içindeki konumunu tartışmaya çalışacağım. Kuşkusuz Kıvılcımlı önemli bir politik liderdir de. Onun Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyeliği, Kemalizm’le ilişkisi, bir döneme damgasını vuran Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tezleri arasında geçen tartışmalardaki pozisyonu, Sovyetler’e gönül yurttaşlığını andıran türden bağlılığı, nev-i şahsına münhasır Stalinizm’i yahut kılıcını atmasını selamladığı orduya bakışı, takipçilerinin savrulduğu karşıt uç siyasi konumlara elverişli zeminler sunması hiç kuşkusuz ayrıca değerlendirilebilir önemli konulardır. Ancak ben tebliğimin kapsamını Kıvılcımlı’nın politik yaşamına ve politik stratejilerine ilişkin yapılacak spekülasyonlardan azade bir çerçeveyle sınırlıyorum. Ancak bu sınırlama, dönemin ve Kıvılcımlı’nın asla sıradan sayılamayacak politik yaşamına duyduğum ilgisizlikten kaynaklanmıyor. Bu sınırlama, daha çok onun sosyoloji yaklaşımına vurgu ihtiyacından besleniyor ve şu soruya verilecek olumlu bir yanıta şüpheyle bakıyor: Kıvılcımlı’nın politikaya ve politik stratejilere ilişkin saptamaları, teorisinin ya da tarih tezinin içinden mi çıkmaktadır?
***
Kıvılcımlı’nın sosyal bilimler okumasına girizgâhtan evvel, Nietzsche’nin şimdilerde bir isyankâr ergen tişörtü mottosuna dönüşen ünlü aforizmasını anabiliriz: “Tanrı öldü.” Tanrı öldüğünde, insan özgürleşti ve dünya insana kaldı. Bu ifade, modern dünyanın şafağında yeryüzünün karşılaştığı yeni toplumsal sürecin habercisiydi. Sosyolojik manada o vakte dek ortaya çıkmamış insana akıbeti terk edilen bir dünya kavrayışının hâsıl olmasıyla birlikte, sosyal bilimler dünyasında bir toplumsal hakikat ve toplumsal özne arayışı içine girildi. Tanrı’nın, kaderini insana ihale ettiği yeni modern dünya, kimin ellerinde ve nasıl biçimlendirilecekti? Sınıflı toplum tarihinde endüstriyel, teknik ve üstyapısal bir eşik olarak modern dönem, nasıl bir toplum ve gelecek tasarımını öngörmekteydi?
Bu soruların sorulabilmesini mümkün kılan esaslı tarihsel değişimler ile bu değişimleri kavramayla ve izahla işlevli sosyoloji disiplininin ortaya çıkışı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Veladeti on dokuzuncu yüzyıla ait olan bu disiplin, yeni toplum ve istikbal tasavvurunda ve toplumsal özne arayışında kilit rol oynadı. Sosyoloji tarihinde disiplinin üç kurucu babası olarak anılan Emile Durkheim, Max Weber ve Karl Marx modern dünyanın izahında ve tasarımında, hükmünü yitiren Tanrı’nın yerine Aydınlanma’nın aklı baz alan yöntemleriyle yeni toplumsal hakikat ve tarihsel özne profilleri çizdiler.
Bu haritada Durkheim topluma, Weber bürokrasiye modern dünya tasarımında etkin bir anlam yüklerken Marx modern tarihsel özneyi sınıf temelinden açıkladı. Kıvılcımlı’nın “metafizik sosyolojiler” kapsamında eleştiriye tabi tuttuğu Durkheim toplumsal düzenin kaynaklarına ve düzenin varlığını işlevsel olarak sürdürebilmesine ilişkin hem muhafazakârlığa hem de devrimciliğe karşıt bir konumdan, liberal olarak tanımlanabilecek bir kuramsal çizgideydi.
Modernitenin sıkı bir savunucusu olarak Durkheim için sosyolojinin amacı, toplumların korunması için gereken koşulları toplumsal çatışmaların engellenmesi ya da kontrol edilmesi bağlamında ahlaksal düzenlemeler yardımıyla saptamaktı. Toplumun normatif entegrasyonuna dönük tehditlere odaklanarak toplumsal istikrarı bozan süreçleri kuramsal ilgisinin dışına atan Durkheim’ın aksine Marx, modern burjuva toplumuyla ilişkili belirsizlikleri ve toplumsal çatışmaları temel eksenine alan devrimci bir kuram sunmaktaydı. Birbiriyle zıtlıkları her açıdan aşikâr bu üç teorisyeni birleştiren ortak özellik ise kuramlarının merkezinde modern dönem ve modernitenin izahı olmasıydı.

Kıvılcımlı’nın Sosyoloji Anlayışı
Kıvılcımlı terminolojinin kullanım manasıyla bir sosyolog değildir. Ancak Kıvılcımlı, metafizikten müteşekkil olmaları sebebiyle tenkit ettiği tüm sosyolojilerle cepheleştiği ölçekte de esaslı bir sosyologtur. Bunu anlamak için Kıvılcımlı’nın sosyoloji anlayışına dikkat çekmek gerekmektedir.
“Metafizik Sosyolojiler” isimli eserinde Kıvılcımlı, sosyolojiyi burjuvazinin, tarihsel materyalizmi ise işçi sınıfının bilimi olarak kavramsallaştırıyor ve tarihsel materyalizmin sosyoloji okullarından sadece biri olarak kategorize edilmesinin burjuvazinin ideolojik savaş yöntemlerinden biri olduğunu belirtiyor. Ona göre, “işçi sınıfı sosyolojisinin, tarihsel maddecilik adıyla, bütün diğer sosyoloji okullarına karşı kesin sınırlı bir bilim cephesi ve ayrı bir dünya olduğu kavranılmalıdır.” Kıvılcımlı için sosyoloji, burjuvazinin sosyalizme karşı ideolojik bir silahıdır ve bu silah, topluma kaç türlü düzen verilmek isteniyorsa en az o çeşitte sosyoloji akımlarının oluşmasına yol açan ve karmaşıklığının hikmeti de zihinleri allak bullak etme ideolojik niyetinden kaynaklanan bir disiplindir.
Dahası sosyoloji, Kıvılcımlı’ya göre ismi nam yapmış sözde “büyük sosyologların” iddia ettiği gibi nesnel, tarafsız, yansız ve toplumsal gerçeğin izinde bir bilim de olamazdı. Açık bir ifadeyle Kıvılcımlı sosyolojinin, on dokuzuncu yüzyılda serbest rekabetçi kapitalizmin, yirminci yüzyılda ise tekelci finans kapitalizmin emrinde olduğunu ve her ne pahasına olursa olsun, kapitalizmi haklı çıkarmak için kan teri dökenlerin uydurdukları yığınla tarikatlar mahşerine sosyoloji adının verildiğini ifade ediyordu.
Kıvılcımlı’nın hayatı, 20. yüzyılın son çeyreğinden bugüne dek sosyoloji ekollerindeki muazzam artışa ve sosyolojinin vefatını ilan eden nam sahibi “büyük sosyologlara” tanıklık etmedi. Ancak insanın, tarihin ve sosyolojinin vefatını ilan eden çağdaş kültürümüzün atmosferini solusaydı Kıvılcımlı, bu sürecin de dinamiklerini kendi sorunlarının çözümüne muktedir olamadığı ve gericileştiği için yeni çıkış yolları arayan burjuva ideolojisinin mücadele teknikleriyle ilintilendirirdi. Kuşkusuz ki bugün onun yaşadığı döneme kıyasla burjuva sosyoloji ekolleri, takip edilemez ölçüde artmıştır. Peki, metafizik ya da burjuva olarak nitelediği sosyolojinin karşısına çıkardığı ve bir mensubu olduğunu zikrettiği diyalektik sosyolojiyi ya da bir diğer ifadeyle tarihsel materyalizmi Kıvılcımlı nasıl kavramsallaştırmaktadır?
Rousseau’nun “politika ile ahlakı birbirinden ayıranlar ikisinin de ne olduğunu kavrayamazlar” ifadesine benzer biçimde Kıvılcımlı için de sosyoloji ile tarihi birbirinden ayıranlar, ikisinin de ne olduğunu kavrayamazlar. Burjuva sosyolojisinin işlevi de bu kavramama durumunu mümkün kılacak biçimde sosyolojiyi tarihten ayırmaktır. Diyalektik sosyoloji, tarih ile toplumsal düşüncenin karşılaştırılarak her iki bilimi ileri amaçlar için ileri düzeyde sentezlemeyi ve toplumsal değişiklikleri aydınlatarak hızlandırmayı amaç edinir. Bir bakıma diyalektik sosyoloji, toplumun maddi ilişkilerini gizlemekle değil, örtük maddi ilişkileri anlamak ve deşifre etmek üzerine kuruludur. Marx ve Engels’in kuramsal çalışmalarıyla kurulan diyalektik sosyolojinin bilimsel doğuşu on dokuzuncu yüzyıla ait olsa da, ilkel düzeyde cemaziyülevveli Kıvılcımlı’nın oldukça önemsediği İbn Haldun’a dek uzanır. Kıvılcımlı, İbn Haldun’un medeniyetlerin doğuş ve batışlarındaki döngüsel evrimiyle ve bu evrimin tarihsel toplumsal yasalarıyla ilgili analizinin üzerine, kendi tarih tezi çalışmasını bina eder.
İbn Haldun’un asabiye düşüncesi Kıvılcımlı’nın tarih tezinde, savaşkan özellikleri sebebiyle aralarında organik dayanışma ruhunun olduğu ve sınıfsal farklılıkların oluşmadığı göçebe barbar kavimler olarak karşımıza çıkar. İbn Haldun için toplum ya da medeniyet, doğan, yaşayan, büyüyen ve ölen canlı bir beden gibidir. İç çelişkiler ya da çatışmaların ortaya çıkması nedeniyle çürümeye ve çökmeye başlayan bir medeniyeti ancak dışarıdan vurucu bir özne diriltebilir. Kıvılcımlı’nın kapitalizm öncesi medeniyetlerin evriminin anlaşılmasında ve kavramsallaştırılmasında sosyolojik bir yasaya dönüştürülen dışarıdan gelen barbar vurucu gücünün medeniyeti fethetmesi ve diriltmesi bir tarihsel devrim olarak teorize edilir. Avrupamerkezci ve ilerlemeci tarih anlayışında değillenen barbar kavimlerin tarihsel devrimdeki belirleyici rolü, Kıvılcımlı’nın Avrupamerkezci olmayan ve genelde Avrupa dışı medeniyetlerin özelde ise İslam medeniyetlerinin tarihlerini ilgi odağına oturtan bir tarih okuması sunmasına vesile olmaktadır. Aynı zamanda bu tarih okuması, doğrusal ve ilerlemeci değil döngüsel bir nitelik de taşımaktadır.

Tarihsel Materyalizmin Tarihsel Materyalist Revizyonunda Kıvılcımlı
Vurgulandığı üzere tarihsel materyalizm, Kıvılcımlı için sosyolojiler içinde bir sosyoloji değil, sosyolojinin ta kendisidir. Peki, Kıvılcımlı için tarihsel materyalizm tarihi ve tarihsel değişimin yasalarını nasıl açıklayabilirdi?
Tarihsel materyalizmin bilimsel kurucusu Marx’ın tarih anlayışı, geçinme koşullarına göre birbirini izleyen evrelere yaslanan ve sınıfların ekonomik profillerinin açığa çıkarılmasını tesis eden İskoç Aydınlanmacılığından devralınmıştı. Marx’ın tarih kuramı, üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin niteliği ekseninde tanımlanan toplum tipleri arasındaki ayrıma, bir toplum tipinin bir başka toplum tipine evrilmesine sebep olan mekanizmaları üretici güçler ve ilişkilerdeki çelişkiler ve sınıf mücadelesi düzeyinde açıklamaya ve bu evrimin üretici güçlerin gelişimini ya da belirli bir mülkiyet artışına neden olduğunu iddia eden Aydınlanmacı bir formasyona yaslanıyordu.
5 Mart 1852’de Weydemeyer’e mektubunda Marx, kuramındaki özgünlüğü ve tarih kuramına katkısını şu ifadelerle anlatıyordu: “Benden çok önce, burjuva tarihçiler, sınıflar arasındaki savaşımın tarihsel gelişimini betimlemişler, burjuva iktisatçılar ise ekonomik anatomisini çıkarmışlardı. Benim katkım ise 1) sınıfların varlığının, yalnızca üretimin gelişimindeki kimi tarihsel evrelerle bağıntılı olduğunu; 2) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletaryanın diktatörlüğüne yol açtığını; 3) bu diktatörlüğün bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını göstermekti.
Kıvılcımlı’nın tarihsel materyalizmi, Marx’ın tarih kuramına katkım dediği bu noktaların yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyordu. Öyle ki, örneğin üretici güçlerin gelişim düzeyleri, yani insanların gereksinmelerini karşılamak için kullandıkları teknoloji, modern öncesi sınıflı tarihte oldukça durağandı. Dahası Kıvılcımlı’nın tarihsel devrim kavramsallaştırmasına göre özne olan barbarlar, üretici güç de değildi ve üretici güçlerin gelişmişliğiyle yani teknolojiyle de ilişkisizdiler.
Kıvılcımlı, Marx’ın “zorunlu olarak” proletarya diktatörlüğüne ve bunun da sınıfsız komünist topluma dönüşeceğini savladığı tarihsel ilerlemeciliğin kuşkulu kalmasına yol açacak türden bir kuramsal çerçeve sunuyordu ve Marx’ın üretici güçler teorisini, tarih teziyle yeniden kavramsallaştırma ihtiyacı duyuyordu. Tarih Devrim Sosyalizm eserinde üretici güçler şu dört unsurla tarifleniyordu:
1-      TEKNİK: Toplumun tabiatla güreşinde kullandığı cansız araçlar ve kullanımları. Aygıtlar, avadanlıklar (âletler, cihazlar) ve metodlar (usuller).
2-      COĞRAFYA: Toplumu doğrudan doğruya dışarıdan, daha doğrusu mekân içinde çevreleyen maddî ortam. İklim, Tabiat, v.s.
3-      TARİH: Toplumu doğrudan doğruya içeriden, daha doğrusu zaman içinde çevreleyen manevî ortam. Gelenek, görenek kalıntıları, v.s.
4-      İNSAN: Toplumun gerek dış-maddî ortamını, gerek iç manevî ortamını teknik-araçla işleyen Kollektif Aksiyon (Topluca Eylem), Zor ve şiddet anlamlı "Güç", v.s.
Bu bağlamlarda Kıvılcımlı, modern dönemde üretici güçler içindeki belirleyiciliğin teknikte olduğunu belirtmiş, ancak klasik (antik) tarihte, yeni bir coğrafya gücünü temsil eden gelenek-görenek ve kolektif aksiyon güçleri bakımından üstün olan barbar bir toplumun, kolektif aksiyon üretici gücü zayıflamış, coğrafya üretici gücü dağılmış ve tekniği gerilemiş bir medeniyet karşısında vurucu bir özne olarak kolayca zafer elde edebildiğinden söz etmektedir.
Kıvılcımlı’nın tarihe yaklaşımında Marx’tan farklılaşmasında kuşkusuz Kıvılcımlı’nın modern öncesine ve tarih öncesine duyduğu yoğun ilginin rolü var. Modern toplumun değişim yasalarının, modern öncesi tarihin özel dinamikleriyle çelişkisi Kıvılcımlı’yı tarihsel materyalizmin tarihsel materyalist ölçekte revizyonuna sevk etmiş ve sonucunda üretici güçler kavramının yeniden teorizasyonu ile kolektif aksiyom-coğrafya faktörlerinin devreye sokulması söz konusu olmuştur.
Kıvılcımlı’nın tarihsel materyalizmi son kertede, tarih öncesine, modern öncesine odaklı bir perspektiften tarihsel gidişin yasalarını ilerlemeci olmayan bir bağlamda ortaya çıkartmaya yöneliktir.

Kıvılcımlı Durkheim Sosyolojisiyle Cepheleşirken
Kıvılcımlı, “Metafizik Sosyolojiler” kitabının önemli bir bölümünü Durkheim’dan alıntılara ve Durkheim eleştirisine ayırır. Kıvılcımlı, burjuva sosyolojisinin diğer kurucu ismi Weber’in ismini ise hiçbir yerde anmaz. Durkheim’ın, Ziya Gökalp eliyle Meşrutiyet Çağı’nın ve Türk sosyoloji tarihinin merkezine oturtulduğu bir dönemin ardından, onun tüm entelektüel heybetinin arkasındaki ideolojik foyaların ortaya serilmesi bağlamında eleştiriye tabi tutulması, Kıvılcımlı’nın teorik cesaretliliğinin sıradan bir örneği olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Durkheim yalnızca Türkiye’de değil, pratik olarak Kıvılcımlı’nın gönül yurttaşlığıyla bağlı olduğu Sovyetler Birliği’nde de resmen kabul gören değerli bir sosyoloji olarak görülüyordu.
Kıvılcımlı’ya göre formalistler ile Durkheim’cılık benzer yapılardaydı. Daha doğrusu Durkheim’cılık formalizmin bir biçimiydi. Buna göre toplumun açıklanmasında aralarındaki nüans, Kıvılcımlı’da şöyle tablolaştırılmıştı:
  
Formalistlere göre
Durkheimcılara göre
Sosyal olay
Psikolojiktir
Entellektüeldir
Toplumda
motor güç
Mesafedir
Sayı ve yakınlık kertesidir
Son sığınak
Psikolojidir
Psikolojidir

Durkheim, toplumsal olanı bireye dışarıdan ve zorlayıcı olduğu ilkesi üzerinden açıklamaya çalışıyordu. Toplumsal bütünün, tekil bireylerin özelliklerinden bağımsız olduğunu vurgulayan Durkheim için, toplumun dışsallık özelliğinin halihazırda bir toplumsal ilişki sistemi içine doğan bireyler için farklı anlamlar taşıdığını belirtir. Burada dışsallık ve dışsallığın önceli olan zorlayıcılık unsurları, ilkin fiziksel zorlayıcılıkla ikincisi zorlayıcılığın kurumsal ve toplumsal olanın bir ölçütü olarak ele alındıkça çarpık bir özne-nesne anlayışı ortaya çıkar. Bir bağlamda toplum, öznelerin varlığını onların davranışlarını koşullandıracak etkilerde bulunarak hissettiren bir çevre olarak davranışları engelleyen bir bağlamda teorize edilir.
Kıvılcımlı’nın da vurguladığı gibi –gelişen tarihsel materyalizmin baskısıyla, Durkheim düşüncesinde bir değişiklik vuku bulur. Durkheim, toplumsal olguların ahlaki doğasını vurgulayarak zorlayıcılığı bireyler üzerindeki baskıdan ayırır. Bu değişimin izleri Parsons’un işlevselcilik anlayışına ve bu anlayışla ciddi benzerlikler taşıyan Althusser’ci Marksizm yorumuna dek işler. Nitekim Parsons, eylemi iradecilik temelinde yorumlayarak bu kavramı kişiliğin unsurları ve toplumun temel bileşenleri düzeyinde toplumsal sistemlerin oluşumsal özellikleriyle uzlaştırmaya çalışır. Burada Durkheim’ın toplum teorizasyonunun, genişçe bir sosyal bilim tartışmasına ettiği nüfuzun boyutlarından söz edebiliriz.
Kıvılcımlı’ya göre Durkheim, tarihsel materyalizmin anlaşılmasını değil anlaşılmamasını amaç edinirken, tarihsel materyalizmin epistemoloji ve metodolojisinden de kaçamıyordu. Kıvılcımlı için Durkheim, toplumu tüm ilişkiselliğiyle açıklayan tarihsel materyalizmin en temel kavramlarını bozarak kendi düşüncesine yöntemlice aşırıyordu: kolektif bilinç, işbölümü, din ve toplum. Bu yöntemli aşırmada, Durkheim’in tarihsel materyalizmin biricik ve sarsılmaz yönteminden etkilenen Mauss gibi kolektivist takipçilerinin etkisi de söz konusudur.
Kıvılcımlı için Durkheim, “toplumsal olan, ancak toplumsal olanla açıklanabilir” türünden totolojik bir argümana saplanmıştır. Bu totoloji bağlamında Marx’ın maddi olarak kanıtladığı işbölümü, Durkheim’de ruhsal evrene aktarılır ve buradan da adeta Tanrılaştırılan “kolektif bilinç” kavramı doğar. İşbirliği, ruh evrenine aktarılmıştır. Buna istinaden Kıvılcımlı şöyle soruyordu: “Tarihsel Maddecilik bilincin maddesel izahını gösteriyordu. Dünya kör gelmiş kör gidecek demiyordu. Sosyal kanunlar bilince çıkarılırsa insanlığın görerek ve bilerek ilerleyeceğini anlatıyordu. Durkheim ise kişi bilinçleri üstünde nedeni bilinmez bir kollektif vicdan varlığını Tanrılaştırıyordu. (…) Toplum elbet insan topluluğudur. Toplumda insan ruhları da kaynaşabilir. Ancak, bu kaynaşmadan sonra çıkan kollektif bilinç neden bugün kişisel bilincin tıpkısı değildir? Dün öyle bir kişisel-kollektif bilinç karşıtlığı var mıydı? Yarın olacak mıdır? Bütün bunlara karşılık yok.”
Kıvılcımlı son kertede toplumsal olayı, onun tarihsel ve maddi dayanaklarını hiçe sayarak bir düşünce olayı gibi değerlendiren Durkheim’ı ve sosyolojisini, kapitalist işbölümünden, kapitalist ilişkilerin sürdürülebilirliğinden sorumlu metafizik sosyoloji okulları arasında değerlendirir.
***
Sonuç Yerine
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, unutulmuş yalnız bir teorisyendir.
Onun tüm yaşamı, yalnız kalışının özel bir icrasıdır: çeyrek asırlık tutsak yalnızlığı, sosyalist hareket içindeki yalnızlığı, yeni bir dil icat eden birinin yalnızlığı, esas zindan hayatına evliliği yoluyla ulaşan bir adamın yalnızlığı, inandığı Sovyet değerlerince diplomatik yollarla terk edildiği yalnızlık, Kuvay-i Milliye’den Yörük Ali çetesine katılan ama başta Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyet yönetiminin imzalarıyla fikirleri, kitapları yasaklanan birinin yalnızlığı, son nefesini bile yaşadığı, dövüştüğü topraklarda veremeyen birinin.
Kıvılcımlı’nın hayatını neresinden ele almalı, düşüncesine hangi kapıdan girmeli, bilmiyorum. Ancak karşımızda, sosyolojinin, siyasetin ve toplumun temel sorunlarına dair yapısal çıkarsamalarda bulunulabilecek ve etraflıca incelenmeyi bekleyen pek gün yüzüne çıkmamış bir cevher olduğu açıktır. Tertip ettiğimiz bu sempozyum, bunun bir ölçüde anlaşılmasına katkı sağlar ve onun yalnızlığının kırılmasına –ölümünün ardından neredeyse yarım yüzyıl geçmiş bile olsa, etki edecekse amacına ulaşmış olacaktır.

01.01.2013 / Bursa
Birol DİNÇEL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder