4 Ocak 2013 Cuma

KURTULUŞ KAYALI'NIN SEMPOZYUMDA SUNACAĞI "Karşılıklı İlişkileri Bağlamında Hikmet Kıvılcımlı ile Memleket Sosyal Bilimcileri ya da Türkiye’nin Tipik sosyal Bilimcilerinin Hikmet Kıvılcımlı’nın Metinlerini Algılama Zaafları Üzerine Bazı Düşünceler" BAŞLIKLI YAZISI

Karşılıklı İlişkileri Bağlamında Hikmet Kıvılcımlı ile Memleket Sosyal Bilimcileri ya da Türkiye’nin Tipik sosyal Bilimcilerinin Hikmet Kıvılcımlı’nın Metinlerini Algılama Zaafları Üzerine Bazı Düşünceler

SUSUŞ KUMKUMASINDAN NİSBİ ÖNEMİNİN KABÜLÜNE

Hikmet Kıvılcımlı’nın en fazla şikayet ettiği husus kendisinin ve özellikle düşüncelerinin “susuş kumkumasıyla” karşılaşmasıdır. Aslında doğru tutum Hikmet Kıvılcımlı’nın yazdıklarının Ahmet Hamdi Tanpınar kadar “susuş suikastiyle” karşılaşıp karşılaşmadığını sorgulamaktır. Tabii ki Hikmet Kıvılcımlı’nın o ölçüde "susuş kumkumasıyla" karşılaşmadığı ortadadır. Kıvılcımlı’nın düşünceleriyle ilgilenilmezken bir müddet sonra düşüncelerinin bir ölçüde gündeme gelmesi gerçeğiyle karşılaşılmıştır. 1960’lı yılların sonrasında Hikmet Kıvılcımlı Türkiye’nin sol hareketlerinin bazı yayın organlarında güncellikle pamuk ipliğine bağlı metinler kaleme almıştır. Kendi bağımsız yayın organlarında düşüncelerini ifade etmenin yanında Türk Solu dergisinde, Aydınlık ve müteakiben Proleter Devrimci Aydınlık dergilerinde makaleleri yayınlanmıştır. Bunun dışında 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi başlıklı kitabı da Ant Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Buna mukabil sosyalist devrim stratejisini savunan yayın organlarında sürekli ABA oportünizminden, daha açıkçası Aybar-Boran-Aren oportünizmden bahsettiği için yazmamıştır. “Susuş kumkuması”nın bir ölçüde aşılması bu dönemde olmuştur. Ancak daha sonraki dönemde "susuş kumkuması"nın Ahmet Hamdi Tanpınar’a yapıldığı ölçüde aşılmadığı görülmüştür. Daha 12 Mart süreci geçmeden ise o "susuş kumkuması" bir biçimde ölçülü kabule ve mesafeli eleştiriye dönüşmüştür.
12 Mart’ın ilk aşamasında “Ordu kılıcını attı” manşeti çok da tipik görünmektedir: Aslında böyle midir sorusu sorulmalıdır. Ordunun kılıcını atmasının olumluluğunun temeli bariz bir şekilde Osmanlı toplumsal yapısının çözümlenmesiyle ilintilendirilmiştir. Dönemin sol zihniyetinden de bütünüyle ayrıştırılmış değildir. Ancak 12 Mart kendisini somut olarak hissettirince Kıvılcımlı’nın yaklaşım tarzının eleştirisini beraberinde getirmiştir. Önceden de başka vesilelerle eleştiri söz konusudur. Fakat eleştiriler çoğunlukla daha sonra gerçekleşmiştir. Örneğin Birikim dergisinde onun Osmanlı’nın ve Türkiye’nin sadece kendine benzediği olarak yorumlanan sui generisci şeklinde tanımlanan çizgisinin eleştirisi vardır. 12 Mart sürecinde de Proleter Devrimci Aydınlık dergisinin, daha doğrusu Aydınlık yayınlarının Hikmet Kıvılcımlı’nın Burjuva Devlet ve Ordu Teorisinin Eleştirisi başlıklı kitabı yayınlanmıştır. Hatta daha sonraki tarihlerde Doğan Avcıoğlu’nun Hikmet Kıvılcımlı’nın tarihe dair metinlerinin pekala Milliyetçi Cephe hükümeti döneminde okul ders kitaplarında okutulabileceğini belirtmesi genel fotoğrafı vermektedir. Tabii bu durum bariz bir şekilde fazlalaştırılabilir. Buradaki flu halinden çıkarılıp netleştirilebilir.
Anlatılmak istenen husus bir dönemdeki susuş kumkumasının zaman içinde kısmi olumlu bakışa, sonraki dönemde belirgin bir eleştiriye, daha sonra da yeniden önemsenmesi tarzında bir anlayışa, bir yaklaşıma ulaşıldığıdır. Bu süreç Kıvılcımlı’nın daha olumlu, ama sınırlı bir olumluluk içinde değerlendirilmesine yol açmıştır. Burada fotoğrafı belki de daha net görebilmek için Çağdaş Yol dergisinde, Kıvılcımlı çizgisindeki bir dergide Türkiye’nin değişik siyasetlerinden, sol siyasetlerinden, entellektüel kimliği de olan önemli şahsiyetlerin değerlendirmelerine bakmak gerekmektedir. Bu hususun en mütekamil tahlilinin en somut örneğini bir süre sonra Yalçın Küçük’ün “İki Hikmet” başlıklı incelemesinde , Aydın Üzerine Tezler kitabındaki çalışmada görmek mümkündür.

BİRKAÇ NOKTADA HİKMET KIVILCIMLI FARKI

Bu susuş kumkumasının ve daha sonra beliren kısmi eleştirelliğin nedeni Hikmet Kıvılcımlı’nın yazdıklarının eleştirel mahiyetinde yatmaktadır. Hikmet Kıvılcımlı’nın perspektifi ve polemiğe dönük üslubu metinlerinin eleştirel niteliğini belirgin bir biçimde ortaya çıkarmaktadır. Döneminin  temel özellikleri Nâzım'a yönelik eleştirel tutumda somutlaşmaktadır. Marksizm Kalpazanları başlığıyla kaleme aldığı broşürlerden biri Nâzım Hikmet eleştirisidir. Zekeriya Sertel’in Türkiye’ye geldiğinde,1976 yılında Nâzım’ın gündelik hayatına dair yazdıklarına yönelik tepki hatırlandığında bu broşürde ifadesini bulan düşüncelerin ne kadar farklı, aykırı, rahatsız edici olduğu kendiliğinden anlaşılır. Aslında Nâzım’la beraber, birlikte bir zihniyet dünyası da eleştirilmektedir. Aslında sorun sadece Nâzım eleştirisi değil Nâzım üzerine bina edilmiş bir genel yaklaşımın eleştirisi mahiyetindedir. Türk entellektüel hayatı Nâzım’ın ve Nâzım üzerine literatürün köklü bir eleştirisine gelememişse de Nâzım’ın edebi metinlerinin eleştirisi noktasına ulaşılmıştır. Bunun ne ölçüde temellendirildiği ayrı bir inceleme konusudur.
Yol başlıklı kitap yayınlandığı dönem itibariyle bir ölçüde başka örnekleri de olsa fazla yaygın olmayan TKP eleştirisini en kapsamlı bir şekilde yapan bir çalışma mahiyetindedir. Aslında daha önce yazdıklarında da fazla örtük olmayan bir şekilde TKP eleştirisi vardır. Çok eski olmasa da Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama kitabı sadece TKP değil, örgüt ve önderler düzeyinde en eski sosyalist kuşaktan en yeni sosyalist kuşağa kadar genel bir eleştiri mahiyetindedir. Bu tarz bir eleştiri zihniyetinin daha belirgin olarak ortaya çıkarılmasında Brejnev’e Mektup’un kritik bir yeri var gibi görünmektedir. TKP içindeki temel iki eğilimin aşamalı devrim anlayışı nedeniyle eşitlenmesi gerektiği şeklindeki anlayış Kıvılcımlı’nın eleştirisinin önemini daha bariz olarak ortaya çıkarmaktadır. Yani siyasal anlamda düşünsel önemi daha sonra anlaşılmıştır. Bir de yeni dönem açısından geçmiş, özellikle ülkenin sol geçmişi hiç de bilinen bir tarihsel kesit olmadığından biraz da efsanevi bir fotoğraf gibi sunulmaktadır. Her ne kadar TKP eleştirisini Kıvılcımlı tetiklememişse de TKP’nin kapsamlı bir eleştirisinde Hikmet Kıvılcımlı’nın eleştirilerinin merkezi bir yeri vardır. Kıvılcımlı’nın düşünsel takipçilerinden birinin TKP eleştirisini onun değil, Vartan İhmalyan’ın yazdığı otobiyografisi etkilemiştir.
Türk sol geleneği içinde partiyi arama eylemi sürekli olarak olmuştur. Türk solcularının, eylemcilerinin ve entellektüellerinin partiyle buluşmaları oldukça zaman almıştır. Yeni yönelimleri sıralarında insanlar partiyle buluşmuştur. Partiyle buluşma durumunun komik sayılabilecek tezahürleri de olmuştur. Partiyle buluşmanın bir süre öncesi ve sonrası parti eleştirisini getirmiş, parti eleştirisi de sosyalizmi eylem düzeyinde ilgilenen kesimin Hikmet Kıvılcımlı’nın önemini keşfetmesiyle sonuçlanmıştır. Kıvılcımlı’nın düşünce adamı olarak önemsenmeye başlanması özellikle 12 Mart’a giden süreç içinde olacaktır. 12 Mart sürecinden çıkışta Hikmet Kıvılcımlı ilgisi arş-ı âlâye çıkacaktır. TSİP budur.
Kıvılcımlı’nın metinlerinin Türk sol düşünce geleneği içinde gündeme gelmesinin gecikmesinin nedenlerinin başında onun yoğun Osmanlı ilgisi gelmektedir. Onun Osmanlı Tarihinin Maddesi kitabı solun genel ilgi alanının dışında olarak telakki edilmek gereken bir kitaptır. Daha sonraki dönemde özellikle Osmanlı hakkındaki görüşleri, bilgiye yaslanan ve tahlille zenginleşen görüşleri solun gündemi değiştiği için önemsenmeye başlanmıştır. Ancak Osmanlı Tarihinin Ruhu'nun kısmi kabul görmesi bile mümkün değildir. Gecikme durumu biraz daha Kıvılcımlı’nın etki alanını arttırmışa benzemektedir. Osmanlı biraz daha sonraki dönemde mikro planda gündeme girmiş görünmektedir.
İnsan üretici gücünü de dikkate alması vesilesiyle Türk sol geleneğinin ilgi odağının dışına çıkmıştır. Bu çerçevede o anlamda Osmanlıya, eski Türk toplumlarına yönelik ilgisi yoğundur. Hatta İbn Haldun ilgisi de assabiye kavramı vesilesiyle ekonomik indirgemeci tutumdan uzaklaşmasının bir işareti olarak görülmelidir. Bu durum gelenek-göreneği de üretici güç olarak görmesi nedeniyle din ve ağırlıklı olarak İslam konusunun da dar bir şekilde anlaşılmasının önüne bir engel olarak çıkmışa benzemektedir. Özellikle Vatan Partisi deneyimi sırasında din konusuna farklı yaklaşımı örneğin Garaudy’nin Sosyalizm ve İslamiyet metninden genel anlamda heyecanlanma durumundan nasibini almamasıyla sonuçlanmıştır. Belki de durum bu kitap dolayısıyla oluşan tepkiye karşı tutumu dolayısıyla Niyazi Berkes’in “Doğuculuk Modası” başlıklı metnini çağrıştırmaktadır. Ancak onun bu noktada yeni olarak nitelenebilecek bir tepkisi olmadığı gibi, tepkisini, tepkilerini eski metinlerden çıkarsamak olanaklıdır. Sol için din sorununun hakikaten ciddi olarak tartışılması çok daha sonraki on yıllarda olacak gibi görünmektedir. Genelde din, özel olarak da Osmanlı konusundaki tartışmalarını farklı kılan bariz olarak bu konudaki bilgi birikimi ve dini tarihsel süreç içinde sosyolojik anlamda temellendirmesi gibi görünmektedir. Ordu konusundaki düşünceleri ile din hususundaki yaklaşımlarını illa ki birbiriyle çelişik unsurlar olarak görmemek gerekmektedir.
Osmanlı ilgisi daha geniş olarak meselelerle uğraşmasının yollarını açmış görünmektedir. Tabii bu durum ekonomik indirgemeci yorum yapmamasıyla da bağlantılıdır. Dolayısıyla Edebiyatı Cedide’nin Otopsisi başlıklı kitap da bir dönemi ayrıntıları, başka alanlara sirayet eden etkileriyle de birlikte görmesini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle de edebiyat alanına dair de değerlendirmeleri vardır. Aslında çok değişik alanlarla ilgi hem indirgemeci olmamasıyla hem de genelde aydının tutumunu sorgulamasıyla bağlantılıdır. Devrimci aydın bağlamında Barbusse’un incelenmesi bu hususta kapsayıcı metinler yazmayı adeta teşvik etmektedir. Kapsayıcı tarzda metinler sosyolojik tahlillerle temellendirilmiş incelemelere yol açmaktadır. Türkiye’de genelde, siyaset ve akademik alanda sosyolojik tahlil denemelerinin çok sınırlı olması ya da sosyolojik tahlillerin bu coğrafyayı teğet geçmesi Hikmet Kıvılcımlı’nın yazdıklarının önemini daha bir arttırmaktadır. Genelde değerlendirildiği zaman Behice Boran’ın metinlerinde ekonomi ve siyasetin dışında unsurların olmaması, daha doğru ifadeyle tarihsel ve geniş anlamda sosyolojik perspektifin olmaması Türkiye’de özellikle Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı ve Niyazi Berkes’in yazdığı metinlerin önemini daha bariz hale getirmektedir. Metafizik Sosyoloji Eleştirileri bu bağlamda önemli bir metin olarak tezahür etmektedir.
Barbusse gibi devrimci münevveri araştırması ve tarihsel ve sosyolojik tahlil anlamında Hikmet Kıvılcımlı bütünlüklü araştırmalar gerçekleştirmiştir. Bu anlamda da yazdıkları zamanın, 1960’lı yılların sosyal bilimcilerinin yazdıklarına takaddüm etmektedir. Hatta izah edilmeye çalışıldığı gibi bu çalışmalar ağırlıklı olarak sosyolojik ve tarihsel mahiyeti bakımından nitel bir fark arzetmektedir. Bu nedenle de yazdıkları ancak siyasal ve ekonomik tahlilleri açısından 1960’lı yılların metinleriyle karşılaştırılabilir. Dolayısıyla o dönemdeki metinleri, genel mahiyette olanlar ve dünyadaki gelişmeleri anlatanların dışındakiler örneğin belki de sadece 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi ile Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama dönemin sosyal bilim metinleriyle paralellik arzetmektedir. Onun bu kitapları da yazılan diğer metinlere göre, yazılan sosyal bilim metinlerine göre de daha bir geniş çerçevede kaleme alınmış görünmektedir. O dönemin siyaseti aşan anlamda siyasal bilim metinleri günceli tartışmakta, onun Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama kitabı ise meseleyi Türk sol hareketlerinin başlangıç döneminden itibaren ele almaktadır. Nitekim Türkiye’de siyaset tartışmaları da Sosyalist Devrim ve Milli Demokratik Devrim tartışmaları çerçevesinde cereyan etmenin ötesinde o tartışmaya hapsolmuştur. O dönemin özellikle belli eğitim kurumlarındaki solcu sosyal bilimcileri de kendilerini bu tartışma içinde konumlandırmışlardır. Bu tartışmayı aşan bir düşünsel çerçeve çizdikleri görülmemektedir. Bir de daha belirgin olarak 1960’lı yılların sosyal bilimcileri Türkiye’de düşünsel rönesansın 1960’lı yıllardan itibaren şekillendiğini düşünmüşlerdir. Dolayısıyla da herbir şeyin 1960 sonrasında belirlendiğini düşündükleri için de daha önceki düşünsel birikimi hiç mi hiç önemsememişlerdir. Mesele tabiri caizse neredeyse tümüyle Marksist klasiklerin çevirilerine hasredilmiştir. Dolayısıyla da geçmişten hiçbir şekilde beslenmeyen bir entellektüel tarih ve sosyal bilim anlayışı gündeme gelmiştir.

ALAYLILIKLA BİLİMSELLİK HEP Mİ KARIŞTIRILIR YA DA HAPİSANE TAHLİYE KAĞIDIYLA SORBONNE DİPLOMASINI KARŞILAŞTIRMAK TUHAF MIDIR?

Bu nedenle de Marx ve klasiklere belli ölçüde mesafeli duran entelektüellerin teoriyle ilgileri biraz değil fazlasıyla problemli ilgi olarak vasıflandırılmıştır. Bu çerçevede yorum yapmak için Mehmet Ali Aybar, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı’nın yazdıkları üzerinde durmak anlamlı olabilir. Uzun vadeli düşünüldüğü zaman bunların yazdıklarının Türkiye’de sosyal bilimin gelişmesi açısından daha belirgin bir rolü var gbi görünmektedir. Ki bunlar arasında belki de en fazla Hikmet Kıvılcımlı’nın Marksist klasiklerle ilgisi olmasına, onun 1930’larda önemli sayıda Marksist klasiği Türkçeye çevirmesine karşın Aybar ve Kemal Tahir’den daha az ilgi uyandırması üzerinde tartışılması gereken bir husustur. Türkiye’de siyasetle ilgili sosyal bilimciler 1960’lı yıllarda sosyal bilimin, daha gelişkin yanını temsil etmektedirler. İsmi anılan üç entellektüel ve benzerleri de bu sosyal bilimcilerden daha derinlikli tahlil yapmaktadırlar.
Hikmet Kıvılcımlı Marx’ın eksik bıraktığı dönemi tarihsel devrim çerçevesinde çözümlemektedir. Marx’ın ve Lenin’in yaklaşımına yönelik olarak bir noktanın ötesinde eleştirel yorum yapmaz. Ancak buna mukabil Aybar zaman içinde Leninizme daha önce de Stalinizme yönelik eleştiri getirmiştir. Onun ötesinde Marksizmin Batı Marksizmi çerçevesinde yorumlanması üzerinde düşünmeyi önerir. Selahattin Hilav ve giderek Kemal Tahir bu noktada daha eleştirel bir noktaya yönelmiştir. Selahattin Hilav çok daha net olarak Marksizmi Varoluşçulukla iç içe geçmiş şekilde yorumlamıştır. Bu konu üzerinde daha derin değerlendirmeler yapmak gerekmektedir. Sonuç olarak Kemal Tahir’in Marksizm konusundaki yaklaşımı ilginçtir ve daha ileri noktadadır. Olaya bakıldığı zaman bizim bildiğimiz yönü itibariyle ezberlediğimiz Marksizm eskimiştir demektedir. Bunların içinde Aybar’ın aksine bariz bir şekilde Hikmet Kıvılcımlı’nın Sovyet deneyimi konusunda eleştirel bir tutumu yoktur. Buna mukabil Aybar’ın temel meselesi Sovyet deneyiminin eleştirisi olarak tezahür etmiştir. Kemal Tahir Sovyet deneyiminin üzerinde ciddiyetle durmaya gerek duymamaktadır. Sovyetleri, sosyalist uygulamaları hiçbir biçimde ciddiye almamıştır. Ancak belki de o konuda ters duruma düşebileceği için üzerinde durmamayı tercih etmiştir.  Bu noktada Hikmet Kıvılcımlı’nın konumu çok daha farklı görünmektedir. Sovyet rejimine yönelik eleştirel olmadığı gibi Kemal Tahir gibi meseleye girmemeyi de tercih etmemiş, bilakis Sovyet deneyimini, sosyalist pratiği değişik dönemleri itibariyle övmüştür. Bunun en somut örneğini son metinlerinden birinde Brejnev’e Mektup’ta görmek mümkündür. Olayı bütünlüklü bir şekilde düşünmenin gereği vardır.
Burada meseleyi bütünlüklü olarak düşünmekten daha çok Batı Marksizmine yönelme tercihinden kalkarak değerlendirme yapmak doğru olur. Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı Batı Marksizmine o kadar açık değildir. Daha sonraları Türkiye’de Batı Marksizmin her türüne açık olanların en fazla Mehmet Ali Aybar’a, onun metinlerine ilgi duymaları, o metinleri yayınlamaları anlaşılır bir tutum olarak ortadadır. Bunların Aybar’a karşı olumlu bir tutum takınmalarının arkasında aynı zamanda Aybar’ın Sovyet sosyalizmine yönelik eleştirisinin ve erken denebilecek Stalin eleştirisinin de etkisi vardır. Hatta Stalin, daha doğrusu Stalinizm eleştirisi bu cenahta neredeyse tam da 1980’in biraz öncesine tekabül etmiştir. Hikmet Kıvılcımlı’nın bir nebze olumlu görünmesinin arkasında ise onun Toplum Biçimlerinin Gelişimi başlıklı metni vardır. Bu metin zamanlaması itibariyle Türkiye’de ATÜT tartışmalarının bir kesimin bakış açısından bitmeye yaklaştığı döneme tekabül etmektedir. Hikmet Kıvılcımlı da böyle bir farklılaşmanın teoride olmadığını söylemekte, bu anlamda da sosyalist kesimin ana öbeğiyle paralel düşmektedir. Batı Marksizmi de ana özellikleri itibariyle ATÜT’ü tartışmayı anlamlı bulmamıştır. Ancak Batı Marksizmiyle paralellik adına İbn Haldun üzerine odaklaşan Hikmet Kıvılcımlı bu vurguyla da yeni dönemin Marksist anlayışıyla uyumlu olmuştur. Tabii Mehmet Ali Aybar’a daha olumlu, Hikmet Kıvılcımlı’ya bir nebze olumlu bakmanın ardında bir de örgütlü mücadeleye yönelik benimseyici tutum vardır. Mehmet Ali Aybar TİP’ten sonra Sosyalist Devrim Partisi gibi partinin başında, aynı zamanda 1980 sonrasında Solda Birlik Arayışlarının, partileşme eyleminin içindedir. Hikmet Kıvılcımlı da eski dönemde partili olup, 1950’li yıllarda Vatan Partisi deneyimini yaşamış, daha sonra da 1971 süreci yolunda dernekleşme faaliyeti içinde olmuştur. Kemal Tahir de kırkından sonra dışarıdan gazel okuyan bir sanatçı olarak görülmekte ve somut siyasal gelişmelere uzak ve eleştirel bir noktada durmaktadır. Bir de olayın bir başka yönü itibariyle bu siyasal hareketlere temelde eleştirel yaklaşmaktadır. Ancak 1970 öncesi itibariyle dışarıdan en olumsuz figür olarak Aybar görünmekte, Aren-Boran ve MDD eğilimlerinin ona karşı eleştirisi güncel siyasetle, Türkiye’deki güncel sosyalist siyasetle çok fazla ilgili olduğu için itiraza neden olmaktadır.
Belki de Marx-Engels-Lenin’den kalksa da Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir’in yorumları,Türk toplumuna dair yorumları daha özgün görünmektedir. Bu yorumların ne ölçüde Marx-Engels-Lenin kaynaklı oldukları tartışılabilir. Hatta Kıvılcımlı’nın yorumlarını bu kaynakların şekillendirdiği, daha doğrusu Kıvılcımlı’nın metinlerinde bu kaynakların etkilerinin çok daha fazla olduğu söylenebilirse de, Kemal Tahir’in metinleri üzerinde, tarzı değişik olanlar dışında Notlar’ı üzerinde de bu metinlerin etkilerinin çok daha az olduğu aşikârdır. Bunun yanında Mehmet Ali Aybar da dahil olmak üzere karşı kesime göre Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı’nın bu topluma dair bilgi birikimi ve çözümleme deneyimi çok daha fazladır. Hele sorunun geçmiş dönemlere dair düşünülmesi halinde Osmanlı üzerine bilgilenme ve düşünme deneyiminin bu iki entellektüelde çok daha fazla olduğu rahatlıkla söylenebilir. Aybar’ın Osmanlıya dair bilgisi ve tahlil düzeyinin çok daha sınırlı olduğu da tartışma kabul etmez bir gerçekliktir.
Bir sempozyumda Cemal Güzel "Türkiye’de Marksist Düşüncenin Gelişmesi" konulu bir bildirisinde aralarında yukarıda adları anılan iki entellektüeli, Hikmet Kıvılcımlı ve Mehmet Ali Aybar’ı da kapsayacak tarzda “mektepçi olmayan alaylı sol”, “mektepçi olmaktan çok alaylı sol” tabirini kullanmıştır. (Türk Tefekkür Dünyası Sempozyumu, Aralık 2012) Bu kullanımın gerçekliğe tekabül etmemesinin yanında, daha doğrusu hangi kesimin alaylı olduğunun tahkikinin gereği yanında ve ona rağmen sosyolojik bir gerçekliğe tekabül ettiğini söylemek mümkündür. Onların metinlerinin, bu üç entellektüelin metinlerinin hiçbir biçimde ilgiye mazhar olmadığı açıktır. Bir kere Kıvılcımlı yazdıklarının susuş kumkumasıyla karşılaştığını ifade etmiştir. İkinci olarak Mehmet Ali Aybar 1960’lı yılların sonlarından itibaren bir süre  tabiri caizse günah keçisidir. Kemal Tahir’in yazdıkları da her söz Marx’a atıfla başladığı için ciddiye alınacak durumda değildir. O dönemin özellikle akademisyenleri hem Marksist klasiklerin çevirilerini yapmaktadırlar, hem de metinlere sathi anlamda daha sadık sayılabilecek bir anlayışla değerlendirme yapmaktadırlar.
Özellikle siyaset bilimi, sosyoloji ve iktisat alanındaki metinlerde bu hal çok daha yoğun olarak görünmektedir. Bir de o dönemde Marksist klasiklere daha fazla ulaşılabilinir durumdadır ve çevirileri yapılmış vaziyettedir.  Dolayısıyla o dönemin genç siyaset bilimcileri, sosyologları ve iktisatçılarının bu metinlere daha vakıf oldukları söylenemese de bu metinlerle daha bir içli dışlı oldukları belirtilebilir. Fakat sınırlı birkaç örnek dışında Batı Marksizmine açık, ondan yararlanmaya yatkın bir durum görülmemektedir. Batı Marksizmi söz konusu dönemde bir biçimde tartışma gündemine gelmemiştir.

SONUÇ YERİNE

Sonuç olarak özellikle son dönem açısından, yani son on, on beş yıldır Hikmet Kıvılcımlı’nın düşünce adamı ve sosyal bilimci olarak önemsenmesinin vasatı ortadan kalkmış gibi görünmektedir. Sadece siyasal doğrultusu ve eylem adamı kimliği nedeniyle önemsenmektedir. Bunun nedeni de onun üzerine yazanların siyasi kimliği ve yazılanların genellikle siyaset üzerinde odaklaşmasıdır. Zaman içinde akademik kimliği daha belirgin insanlar Kıvılcımlı üzerine yazmayı bırakmışlardır. Hikmet Kıvılcımlı yazdıklarıyla yeni dönemin değişen düşünce ortamının ilgisini çekmemektedir. Bu konu üzerinde dururken Hikmet Kıvılcımlı’nın metinlerinde telaffuz ettikleri düşüncelerden söz etmek, son dönemin başat eğilimleriyle onun düşünceleri arasındaki bağlantı noktalarına dikkat etmek gerekmektedir. Hikmet Kıvılcımlı genel yaklaşımları Türkiye’nin özgün yapısında test ederek, bu coğrafyadaki orijinalliği, en öne çıkan bir şey olarak da “sınıf orijinalitesini” ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Son dönem anlayışı açısından 1970’li yılları değerlendiren bir metinde yazar MDD hareketinin etkililik anlamında en büyük ardılını “biz bize benzerizci” şekilde özgün bir toplum fotoğrafı verdiğini beyan ederek eleştirel bir şekilde nitelemektedir. Böylesi bir niteleme, söz konusu somut örgütten öte çok geniş bir kesim için eleştirel bir çerçevede yaygın olarak kullanılmaktadır. Ondan öte iki husus özellikle önemlidir. Bunlardan biri Kemalizme yaklaşımı ile Kürt sorununa bakış biçimidir. Her ne kadar bu iki husus konusunda Kıvılcımlı’nın metinlerinin yazıldığı dönemde Kıvlcımlı’nın Kemalizme eleştirel baktığı, bir ölçüde eleştirel baktığı ve Kürt sorunu konusunda milliyetçi olmayan bir tepki verdiği söylenebilirse de bugünün baskın başat, yaygın düşünsel coğrafyası çerçevesinde bu konu es geçilmeyip konuşulduğu zaman Hikmet Kıvılcımlı’nın açıklıkla ya da daha doğrusu ve de örtük olarak Kemalist, milliyetçi ve muhafazakâr olarak nitelenmesi beklenmelidir. Bu durumun somut kanıtlarını bu sempozyumun tahlillerinde görmek mümkündür. Ve bugünün ortamı içinde ciddi bir sosyal bilimcinin, bugün en uç noktada Kemalizm konusunda eleştiri yaparken 1960’lı yılların ortamına göre Kemalizme Hikmet Kıvılcımlı’dan çok daha olumlu baktığı aşikâr görünmektedir. Son dönemde bazı “sol” çevrelere, daha doğrusu kendisini sol olarak niteleyen çevrelere ittihatçı nitelemesiyle bakma eylemi aslında Kıvılcımlı da dahil olmak üzere çoğu düşünce adamının bir ölçüde örtük olarak benzeri şekilde vasıflandırılmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu noktaya ciddiyetle dikkat etmek gerekmektedir.
Ancak Hikmet Kıvılcımlı Türkiye’nin tahlil edilmesi ve Türkiye’de sosyal bilimlerin gelişmesi noktasından incelenmeye kalkıldığı zaman onun yazdıklarını mutlaka üzerinde durulmak gereken metinler olarak düşünmek gerekmektedir. Onun metinlerinin, en azından İbn Haldun hakkındaki düşüncelerinin 1970’li yılların ortalarında Türkiye’de en gelişkin mahiyetteki bir İbn Haldun kitabının yazılmasına ve en olmayacak kurumda, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Batı düşüncesi yanında “Doğu-İslam Düşüncesi” başlıklı bir dersin açılmasına vesile olduğu söylenebilir. Zaman içinde Türkiye üzerine araştırmaların azalması, ondan öte böyle bir araştırma yapma gereksinimi duyulmaması biraz da yapılan çalışmalarının mahiyetiyle ilgili olup Türkiye’de sosyal bilim çalışmalarının temel niteliğinin değiştiğini göstermektedir. En öne çıkmış metni, önemsenmesi gereken metinlerden biri olarak Tarih Tezi metni Marx’ın incelemediği dönemi kapsaması nedeniyle ATÜT’e karşı tepki mantalitesine uygun,yatkın bir nedenle reddedilmiştir, eleştirilmiştir, hafife alınmıştır. Bugün de Türkiye üzerine genellikle Batıda yazılan metinler ele alınmakta ve yeni ve eski metinlere orada ifade edilen hükümlerin kitapta yeri olup olmadığı sorulmaktadır. Aslında son dönemde, Türkiye’de araştırma metinlerinin belirgin bir şekilde bu toplumdan soyutlandığı görülmektedir.
Her nasılsa daha 1960’larda Kemal Tahir, Mehmet Ali Aybar ve Hikmet Kıvılcımlı’nın yazdıkları Türkiye’de sosyal bilimcilerin farkında olmadıkları şekilde Türkiye’nin can alıcı sorunları konusunda ufuk açıcı özellikler taşıyorsa, aynı metinler bugün için de Türk toplumunun temel meselelerine dair ciddi tespitler içeren metinler olarak düşünülmelidir. Ölümünden kırk yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra Hikmet Kıvılcımlı’nın kimi tespitlerinin yanlış da olsa Türkiye’nin meselelerini anlamak açısından önemli bir dayanak olabileceği düşünülmelidir. Zaman içinde bazı kimseler farkına varmadan bizim geleneğimizdeki önemli entellektüellerin düşüncelerini tekrarlamaktadırlar. Dolayısıyla gelenek olmadan bir toplumda yeni düşüncelerin oluşmasının vasatı oluşmaz gibi görünmektedir. Siyasal hareketlerin gelenek hassasiyetinin onda biri Türk sosyal bilimcilerinde olsa Hikmet Kıvılcımlı’nın düşüncelerinin bugüne etkisi muhtemelen, kesinlikle daha fazla olur ve Türkiye’de sosyal bilim çalışmaları daha ileri bir aşamada seyrederdi.
Çalışmaları bugünün siyaset pratiğine ve sosyal bilim düzeyine birkaç gömlek bol gelen Hikmet Kıvılcımlı’nın metinlerini, önceki kuşak entellektüellerinin ve bu arada üstad Hilmi Ziya Ülken’in daha ciddi değerlendirip değerlendirmediklerini tahkik etmek Hikmet Kıvılcımlı literatüründe gelişmelere yol açar gibi görünmektedir. Fazlasıyla ana, yaşanan zamana bağımlı kalmak bu coğrafyanın düşünsel dinamiklerini zayıflatmaktadır. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder