4 Ocak 2013 Cuma

ESER SANDIKÇI'NIN SEMPOZYUMDA SUNACAĞI "Kıvılcımlı’ nın Kadın Sosyal Sınıfımız adlı Makalesinin Feminist Okuması" BAŞLIKLI YAZISI

Kıvılcımlı’ nın Kadın Sosyal Sınıfımız adlı Makalesinin Feminist Okuması

                                                          
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın “Kadın Sosyal Sınıfımız” adıyla yazdığı makale, Kıvılcım Dergisi’nin Temmuz- Ağustos 1978 yılı ilk sayısında yayınlanıyor. Latife Fegan’ın anlatımlarından Kıvılcımlı’nın bu yazıyı 1968’de kaleme aldığını, 1971’de yeniden ve yeni yazı ile yazdığını öğreniyoruz. (Fegan, 2001)
Bu makalede sunulan yaklaşımın, Kıvılcımlı’nın bileşeni olduğu Türkiye Sosyalist Hareketi içerisinde “kadın sorunu” ile ilgili bakış açısıyla birlikte düşünüldüğünde; o dönemde söylenilmeyeni söylediğini, görünmeyeni görmeye ve görünür kılmaya çalıştığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

 Makalenin Yazıldığı Dönemde “Kadın Sorunu”na Yaklaşım

Makalenin yazıldığı tarihsel dönemde; Türkiye’de gençlik hareketinin, işçi hareketinin ve iki hareketin içerisinden gelişen ve bu hareketlerin gelişiminde etkisi olan sosyalist hareketin kitleselleştiğini ve mücadelelerinin yaygınlaştığını görüyoruz. Bu dönemde, tüm bu hareketlerin içerisinde kadınlar da etkin olarak yer almaya başlamışlardı. Ancak bağımsız bir kadın hareketi henüz daha oluşmadığı gibi, kadınların toplumsal cinsiyet dayatmasına ve bir bütün patriarkal sisteme yönelik mücadeleleri söz konusu değildi.
“1960- 70’li Yıllarda Devrimci Hareketin Feminist Sorgusu” adlı çalışmasında, dönemin sosyalist hareketi içerisinde yer alan kadınlarla yaptığı görüşmeleri kitaplaştıran Gülfer Akkaya, 1960 ve 70’li yılları, “Türkiye’de sınıfsal ve ulusal mücadelelerin olduğu, kadın kurtuluş mücadelesinin yani feminist mücadelenin olmadığı yıllar” olarak tanımlıyor. (Akkaya, 2011:8)
Dönemin kadınları ile röportajları “68’in Kadınları” adlı kitabında yayınlanan Ayşe Yazıcıoğlu da benzer tespitlerde bulunuyor. “1968’de hatta 1970’lerde feminizm hakkında bir ize rastlamak pek mümkün değil. Yabancı dili sayesinde dünya literatürünü takip edenler feminizmden haberdar olsalar da, önlerinde herhangi bir rol modeli olmadığı için ve ortamın bu konuya açık olmamasından dolayı feminizmi gündemlerine almazlar. Türkiye’de feminizm 12 Eylül darbesinin ardından gündeme taşınmıştır. 68’li kadınlar ancak o dönemde feminizmin yerleşmesine katkıda bulunurlar. ” (Yazıcıoğlu, 2010:197)
Gülnur Savran ’ın ifadesiyle “ Bu topraklarda esen 68 rüzgarı kadınlara hiç değmeden geçmişti. ”(Savran, 2004:348)
Fatmagül Berktay da1980 öncesinde, Türkiye Solu’nun gündeminde gerçek anlamıyla bir “kadın sorunu” olmadığını; bunun ciddiye alınması gereken bir teorik sorun olarak görülmediği gibi, kadınların ezilmesinin özgün boyutlarının üzerinde de durulmadığını savunuyordu. Berktay, 80 öncesinde, konuya ilişkin yazılı belge bulmanın zor olduğunu; var olanların ise, genellikle basmakalıp önermelerin bir derlemesi olmaktan öteye geçmediklerini iddia ediyordu . ( Tekeli:1993:313)
Şirin Tekeli de benzer eleştirilerde bulunuyor; Tekeli, 1970’li yıllarda Türkiye solunun kadınların ezilmesini ya da o günün terimiyle “kadın sorunu” nu Marksizm’in anti- feminist tahlillerine dayandırdığını iddiasında bulunuyor. (Tekeli, 1993:32)

Kıvılcımlı’yı “Kadın Sosyal Sınıfımız”ı Yazmaya İten Etken Neydi?

Türkiye’de teorik ve pratik düzeyde doğrudan etkileri gözlenemese de, bu tarihsel süreç aynı zamanda dünyada ikinci dalga feminist hareketin gelişmeye başladığı yıllar. O dönem, Türkiye’de Sosyalist Hareket içerisinde yer alan kadınların ikinci dalga feminizmle etkileşime geçmediklerini, o dönem mücadelenin içerisinde yer alan kadınlarla uzun yıllar sonra yapılan görüşmelerde ve döneme yönelik feminist analizlerde görüyoruz. ( Tekeli, 1993; Yazıcıoğlu; 2010; Akkaya, 2011) Kıvılcımlı’yı bu makaleyi yazmaya iten sürecin, Türkiye’de yükselen bir kadın hareketinin basıncı olduğunu söylememiz mümkün değil. Ağırlıklı gündemini anti- faşist mücadele ve yükselen toplumsal muhalefeti örgütleme ve bu muhalefete önderlik etme olarak belirleyen sosyalist hareketin; kadın sorununu yakıcı bir gündem olarak tanımlamamasından kaynaklı; Türkiye Sosyalist Hareketi’nden de böyle bir basınç olmadığını da öngörebiliriz.
Öyleyse, Kıvılcımlı’yı 1968-71 yılları arasında “Kadın Sosyal Sınıfımız” ı yazmaya iten sebep neydi? Latife Fegan’a göre, Kıvılcımlı kadınları devrimin dişi mayası olarak tanımlıyordu ve kendi devrim stratejisi içinde büyük bir potansiyel olarak gördüğü kadınları, devrime kazanmanın yollarını arıyordu. ( Fegan, 2001; Akkaya, 2011; 57)
Demir Küçükaydın, Kıvılcımlı’nın bu yazıyı yazarken 68’lerdeki yükselen kadın hareketini düşündüğünü sanmadığını; 60’ların başında Türkiye’de 27 Mayıs’ın etkisi ile içerisinde Latife Fegan, Ayla Kutlular, Oya Baydar gibi isimlerin olduğu bir entelijensiyanın oluştuğunu, bu entelijensiyanın, feminizmin yetmişlerdeki ikinci dalgası Türkiye’ye gelmeden önce, kendiliklerinden böyle eğilimlerinin olduğunu; bu eğilimlerin dolaylı olarak etkili olmuş olabileceğini öne sürmektedir. ( Küçükaydın; 2001:3) Latife Fegan da konunun hiç aktüel değilken yazının baskıya hazırlanmasının, Kıvılcımlı ile kadın sorunu üzerine yaptığı sohbetlerde, kendisinin bu konuda yazması üzerine ısrarı üzerine gerçekleştiğini açıkça ifade etmektedir. ( Akkaya, 2011; 55)
Kıvılcımlı, dünyadaki feminist hareketin gelişiminden etkilenmiş miydi? Feminist hareketin kaynaklarının birçoğu henüz o yıllarda Türkçeye çevrilmemişti. Kıvılcımlı, Fransızca ve Almanca okuyabiliyordu, dolayısıyla yurtdışından gelen yayınları okumuş olabilirdi. Ancak Latife Fegan; “Kıvılcımlı’nın o yıllarda Batıdaki feminist hareketi izlediğini, gösteren hiçbir şey olmadığını, kütüphanesinde hiç böyle bir yayın görmediğini” ifade etmektedir.
Kıvılcımlı’nın, aynı tarihsel süreçte gelişmekte olan ikinci dalga feminizmden haberdar olmadığını kabul etsek de; Kıvılcımlı’nın bu makalesinde şaşırtıcı düzeyde, feminist hareketin tartışmaları ile benzer tartışmalar ve feminist bir yaklaşım söz konusudur. Bu bildiride Kıvılcımlı’nın “Kadın Sosyal Sınıfımız” adlı makalesinde öne sürdüğü yaklaşımın; feminist kuramın yaklaşımları ile çakışan benzerlikleri irdelenecektir.
Kıvılcımlı’nın makaleyi yazmasında dünyadaki ikinci dalga feminist hareketin etkisinin olma ihtimalinin yok denecek kadar az olduğunu; Türkiye’de ise o yıllarda bağımsız kadın hareketi bulunmadığına göre Kıvılcımlı’yı içinde bulunduğu dönemin ilerisinde feminist tahlillere yaklaştıracak toplumsal etki nereden geliyordu?
Kadın hareketi üzerine çalışma yapan feminist aktivist - kuramcıların da ifade ettiği gibi Türkiye’de 1960 - 1970’li yıllarda kadın hareketi bulunmamaktaydı. Ancak Türkiye’de kadın hareketi, 1980’lerde de başlamıyordu.
Kökleri on dokuzuncu yüzyılın sonlarına giden, o dönemde yetmiş yılı aşkın bir geçmişe sahip bir kadın hareketi tarihi söz konusuydu. (Çakır, 2010) Doruk noktasına İkinci Meşrutiyet döneminde, 1908’de, kadınların kurdukları çok sayıda dernek ve çıkardıkları çok sayıda yayınla ulaşan, Osmanlı toplumunda kadınların, özellikle annelik ve zevcelik rolüyle sınırlandırılmalarını eleştiren ve eğitim, çalışma, toplum hayatına katılma talepleriyle ortaya çıkan güçlü bir kadın hareketi vardı. (Tekeli, 1993 :30)
Kıvılcımlı “Kadın Sosyal Sınıfımız” adlı makalesinin ağırlıklı bir kısmını İkinci Meşrutiyet döneminde kadın bedeni ve cinselliği üzerinden yürütülen gerici saldırıya ayırmıştır. Kıvılcımlı’nın ayrıca Türkiye kapitalizminin gelişimi ve sınıf analizinde İkinci Meşrutiyet dönemi önemli bir yere sahiptir. Bu nedenlerle Kıvılcımlı’nın 1908’de yükselişe geçen kadın hareketinin birikiminden haberdar olması olasıdır. Kadın hareketi olarak ortaya çıkmasa da; Türkiye Sosyalist Hareketinin ilk dönemlerinden itibaren içerisinde yer alan Zehra Kosova, Sevim Belli, Fatma Nudiye Yalçı, Behice Boran, Oya Baydar, Latife Fegan gibi kadınların varlığının; kadınların ezilme ve sömürülme süreci üzerine bir üretimde bulunmasında itici güç olması olası ihtimaldir.

Kıvılcımlı’dan Mekan-Sınıf-Cinsiyet Tartışmalarına Katkı

Kıvılcımlı’nın “Kadın Sosyal Sınıfımız” adlı makalesinde; Türkiye’de “kadın-erkek sınıflaşması” olarak tanımladığı süreci, Türkiye toplumunun coğrafi/mekansal analizi üzerine oturttuğu sınıfsal tahlil üzerinden açıklamaya çalıştığını görüyoruz.
“İleri kapitalist ülkelerde, sosyal sınıf çelişmeleri ve çekişmelerinin, işçi sınıfı ve işveren sınıfı olmak üzere iki yalın kata bölünmüştür; ancak bizdeki sosyal ehram üç katlı bir Babil Kulesi’dir…. 3 katı şöyle sıralayabiliriz:
1. Üst kat; büyük şehirler, modern kapitalizmin dünyası.
2. Orta kat; kasabala ; antika tefeci- bezirgan dünyası
3. Alt kat, köyler; tarih öncesi dünya
Bu üç ayrı dünya, üç ayrı toplum tarihi konağı birbirlerinden hem binlerce yıl ayrıdırlar, hem birbirleriyle aynı yerde bulunurlar. ”
Kıvılcımlı, Türkiye’deki sosyal yapıyı coğrafya/mekan üzerinden açıklarken; köy- kasaba- şehir olarak tarif ettiği her coğrafi katın ayrı ayrı ekonomi temeli, özel alt ve üst sınıfları ve özel birer sömürge halkı olduğunu söylüyor.

Coğrafya Semti
Ekonomi Temeli
Tahakküm Eden Egemen Sınıf
Sömürülen Yığın
Genellikle
Özellikle
Köy

Toprak Ekonomisi
Köy Erkekleri
Köy Ailesi
Köy Kadınları
Kasaba



Tefeci bezirgan ekonomi
Tefeci Hacıağalar ile Vurguncu Bezirganlar
Taşra Halkı
Köylülük
Şehir

 Meşrutiyette





 Cumhuriyette



Komprodor kapitalizm




Finans kapitalizm


Yerli komprodor burjuvazi+ yabancı finans- kapitalistler


Finans- kapitalist




Türkiye halkı




Taşra Halkı


Gerek makalenin içerisinde yukarıdakine benzer şekilde, gerekse de bizim çalışmamızda Türkiye sınıfsal yapısına dair analizleri tablo şeklinde, keskin çizgiler ve sınırlarla birlikte formüle edildiyse de; köy- kasaba- şehir katları arasında diyalektik bir ilişkinin var olduğu Kıvılcımlı tarafından açıkça ifade edilmektedir.
“Türkiye’nin özel sosyal ve politik yapısında köy-kasaba-şehir ayrımı basit bir mekanizma değildir. O üç sosyal ehram katı tam diyalektik bir tükenmez karşılıklı etki- tepki ve çelişki içinde bulunur. Her kat bir yandan birbiriyle etle tırnak olmuş ayrılmazlık içindedir. Öte yanda, ( fizik dilinde “hermeri-quement clos”: zerre sızdırmazca kapalı, değimine uygunca) birbirine karşı kapalı, yabancı, hatta bir hayli düşman bulunur. ”
Kıvılcımlı, Türkiye toplumunun mekansal ve sınıfsal analizi üzerinden en alt katta yer alan köylerde köy kadınlarının, köy erkekleri tarafından sömürüldüğü, köy kadınlarının ayrı sınıf olduğu sonucuna varsa da; analizini köy kadınları ile sınırlı bırakmıyor; kadın- erkek sınıflaşmasının toplumun bütün katlarında mevcut olduğunu açıkça ifade ediyor.
“Kadın erkek sınıflaşmasının en açık ve keskin olanı köy katında görünür. Ama gerçekte kadının ezilen-soyulan bir mahkum alt sınıf oluşu, Türkiye toplumunun köy- kasaba- şehir bütün katlarında en yaygın bir sosyal ve orijinal trajedimizdir”

Makalenin yazıldığı tarihsel dönem, dünya üzerinde hem Marksistlerin hem de feministlerin, mekan tartışmasına henüz mesafeli bulunduğu dönemlerdir. Kıvılcımlı; dünyadaki Marksist ve feminist tartışmalardan daha erken bir dönemde, coğrafyayı üretici güç olarak görmesinin doğal bir sonucu olsa gerek, Türkiye’deki sınıfları ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini mekan üzerinden analiz etmeye çalışmıştır. Günümüzde ise mekan ile bağlantılı olarak sınıf ve toplumsal cinsiyet analizleri feminist ve Marksist kuramcılar arasında yaygınlaşmaktadır. Feminist coğrafyacı J. K Gibson - Graham’ın da söylediği gibi “öyle görünüyor ki artık hepimiz coğrafyacıyız”( Gibson-Graham:2007:142)
Mekan ile toplumsal cinsiyet rejiminin ve toplumsal cinsiyet rollerinin birbirlerini nasıl yapılandırdıklarına ve yeniden ürettiklerine bir başka deyişle mekan ile cinsiyetin ilişkiselliğine dair çalışmaların tarihi görece yenidir. 1970’lerin başlarına kadar mekan çok büyük ölçüde mutlak, yansız, insani pratiklerden ve toplumsal süreçlerden bağımsız, apolitik ve teknik bir inceleme nesnesi olarak ele alınmıştır. Mekan fetişizmine dayalı hakim paradigmayı eleştirerek mekanın toplumsalla ilişkisini kuranlar Marksist kuramcılar olmuştur: Manuell Castells (1972), David Harvey (1973) ve Henri Lefebvre (1974) mekanı ideolojik, siyasal ve toplumsal süreçlerden bağımsız düşünülemeyecek toplumsal bir ürün olarak kavramayı önermişlerdir. Diğer yandan Marksist geleneğin dışında Michel Foucault (1963, 1975) iktidarı gündelik yaşamın bütün düzlemlerinde yeniden tanımayarak yani iktidarın her yerdeliğine vurgu yaparak mekansal düzenlemelerle iktidarı ilişkilendirmiş; sosyal bilimlerin mekan körlüğünü yıkmada önemli bir rol oynamıştır. Mekanı ve mekansal süreçleri toplumsal cinsiyet ilişkileri bağlamında tartışmaya açanlar ise 1980’li yıllarda feminist kuramcılar olmuştur. Mekanı çalışma konusu edinen alanların hem eğitiminde hem mesleklerinde kadınların sayısal artışı, 1970’lerin ortalarından başlayarak eko-feminizmin zuhur edişi, 1990’lara gelindiğinde post modernizm bağlamında mekan, zaman-mekan ilişkisi ve kimlik sorunu tartışmaları, mekana yönelik feminist ilginin gelişmesini sağlamıştır. Bu ilgi doğrultusunda “feminist coğrafya” akımı gelişmiş, kadınlar ve planlama hareketi ortaya çıkmış, antropolojik ve kültürlerarası feminist araştırmalar, mekan boyutunu içermeye başlamıştır. (Altunpolat, 2009; 188)

Kıvılcımlı’ nın Patriarka Tahlili var mı?

Feminist hareketin en önemli katkılarından biri patriarkal yapıyı tanımlaması ve analiz etmesidir. Patriarka, maddi bir temeli olan ve erkeklerin kadınlara egemen olmalarını sağlayan erkekler arası hiyerarşik ilişkiler ve erkek erkeğe dayanışmayı içeren bir toplumsal ilişkiler dizisi olarak tanımlanmaktadır. (Hartmann, 2008; 178)
Kıvılcımlı, makalesinde patriarka tanımı yapmamakta ve feminist literatürün önemli kavramları olan patriarka, ataerkil, erkek egemen sistem gibi kavramları kullanmamaktadır. Ancak; bu kavramları kullanmasa da makalede patriarkal yapı analizi yer almaktadır.
Kıvılcımlı, patriarkayı bakın nasıl tanımlıyor:
Kadına karşı şartsız kayıtsız bütün erkeklerimiz; maddeleri yazılmamış, ama herkesçe ezbere bilinen ve hergün saksağan gevezeliği ile tekerlenen bir “Anayasa”nın adsız fedaileri olarak sözbirliği ve işbirliği etmişlerdir. Kadın düşmanlığı, kimi sosyal sınıf ve zümrelerimizde canavarca ağır, kimisinde daha yeğnikçe veya cilalıca görünebilir. Toplumumuzun her sosyal sınıf, tabaka, zümre, grup ve kişilerinde Kadın: ilk fırsatta gözünden vurulup, uçtuğu göklerden çamurlu er avcı ayaklarının altına yaralı düşürülmekle övünülen bir avdır”
Kıvılcımlı farklı sınıflardan erkeklerin kadınlar karşısındaki ittifakını da ayrıca tarif ediyor:
Kadına karşı, efendilerinden önce ve erkence erkek köleler çevik davranıp bir yağlı: “Aferin!” kazanmalıdırlar. Avrat kısmının, hep "eksik etek”i uzatılmalı, iflahı kesilmelidir. Yalnız bu yaradana sığınık savaşlarında köleler, efendilerinden teşvik görürler, namaz safında imişçe kadına vuruşta Efendileriyle birleşik cephe kurarlar. ”
patriarkanın tarihselliğine de yazı içinde vurgular yapıyor:
 “Ana kadının Tarih ve Toplum dışı bırakılmasından doğan dilsiz trajedi dönüp dolaşıyor, Türkiye’nin topal eşekle bile kervana katılamayan uygarlık dışı kalış dramına karıyor. ”
“7 bin yıllık egemen sosyal sınıflar denemesi, andan doğma kadın düşmanlığı eğilimini beslemeye yetmiş artmıştır”

Kıvılcımlı Ev içi Emeği Görüyor mu?

İkinci dalga feminizmin 1960’ların sonu ile 1970’lerin başlarında ilk tartışmaya başladığı teorik sorunlardan birisi kadınların karşılıksız ev içi emeği oldu. Kadınların ev içi emeği, cinsiyete dayalı işbölümü ve toplumsal cinsiyet ilişkileri çerçevesinde harcanan bir emek biçimidir ve patriarkal yapının en temel dayanaklarından birisini oluşturur. (Savran ve Demiryontan, 2008:10)
Kadınların karşılıksız ev emeği, görünmeyen emek kavramı ile tanımlanır ve bu kavram Marksizm’e yönelik feminist eleştirinin omurgasını oluşturur. Sosyalist feminizm Marksizm’i, kapitalizmi tahlil ederken, sermaye ilişkisinin yol açtığı fetişizmi eleştirip, toplumsal ilişkileri burjuva ilişkisinde onlara atfedilen doğallıktan arındırırken, yeniden üretim alanı söz konusu olduğunda patriarkal ideolojinin doğallaştırıcı bakışının ufkuna kaybolması nedeniyle eleştirir. Doğurma kapasitesinin yanı sıra, doğallıktan ibaret olmayıp bir doğa-insan ilişkisi olan çocuk doğurmayı, çocukların beslenip büyütülmesini, patriarkal kapitalizmde yeniden üretimin biçimi olan karşılıksız emeği doğallaştırması ve böylelikle görünmeyen emeği görünmez bırakması sosyalist feminizmin Marksist teoriye eleştirileri arasındadır. (Savran ve Demiryontan; 2008, 16)
Kıvılcımlı, görünmeyen emeği - kadınların ev içi emeğini - görmüş müdür? Kıvılcımlı’da kadınların görünmeyen emeğine doğrudan atıf yoktur. Ancak köy kadının durumu tarif ederken; ücretsiz aile işçisi konumundaki köy kadınlarının ücretlendirilemeyen emeklerinden bahseder. Köy kadınlarını, boğaz tokluğuna çalışan köleler olarak tanımlar.
kesici ayaz, yahut yıkıcı güneş günleri, kara toprakta bunaltıcı toz, boğucu batak içinde uğraşanlar kimlerdir. Elde çapa, orak, gevere, kıyasıya çalışan insanların inanılmaz çoğunluğu her zaman kadınlardır“
“Her köy erkeği, üstteki kasaba tefeci- bezirganın toprak esiridir. Ama, tarlasında ve evinde boğaz tokluğuna avrat- köleler çalıştırıp ezer. ”
Kıvılcımlı, işçi kadından bahsederken, işçi kadının ev içi emeğinden açıkça bahsetmese de onun kaç türlü soyguna uğratıldığının saymakla bitmeyeceğini ifade ediyor.
“. . emeğiyle, sağlığıyla, insanlığıyla haysiyetiyle kurban verilen varlık: işçi kadın’dır. Çalışan şehir kadınının kaç türlü soyguna, ezgiye, bunalıma uğratıldığını burada saymaya kalkışmayalım. Bitiremeyiz. ”

İslam ve Gericiliğin Kadın Bedeni ve Cinselliği Üzerindeki Baskı ve Tahakkümü Üzerine Tespitleri

Kıvılcımlı, makalenin ağırlıklı bir bölümünü, her türü özgürlük mücadelesi karşısında finans- kapitalin İslam dinini, kadın bedeni ve cinselliğini tahakküm altına alma suretiyle, bir gericilik mekanizması olarak nasıl kullandığını örnekler üzerinden tartışmaya ayırmıştır.
“Gericilikte en başarılı aygıt tipi, bin bir Saltanat soysuzluğu günlerinde İslamlığın Hulefay’ı Raşidin geleneğini çamura boğmakta parayla, çıkarla uzman yetiştirilmiş “sofu” görünümlü yobaz softa, sözüm ona “din adamı”dır. İslamlık 14 yüzyıllık tarih ötesinde kurulmamış mıdır? Muhammed Dini, kendi çağı için yeryüzünün en devrimci, en ihtilalci hareketidir. Ama tarihin önüne geçilmez çarkları altında ezilerek geri kaldığı için, her İstibdat, hele Finans- Kapital zorbalığı, İslamlığı bir “gericilik” mekanizması gibi gösterip kullanmayı pek becerir. Ve Müslüman kılığı sayılan Softa ve Derviş biçimliler, “gericiliğin” anadan doğma sözcüsü ve yetkilisi durumuna kolayca getirilebilirler. ”
vılcımlı, toplumsal mücadelelerin yükselişi karşısındaki egemen üst sınıfların kadın bedeni ve cinselliği üzerinden ürettiği gerici demagojinin klasik argümanı örnek verir:
“(Hürriyet Devrimi’nde ) egemen üst gerici sınıflar- bugün sosyalizm için yaptıkları gibi- “Hürriyet Nedir?” diye soranlara, sistemlice şu tanımlamayı yapmışlardır:
“Hürriyet, herkesin karısını birbirine peşkeş çekme serbestliğidir! Koca, akşam işinden evine gelip, şapkasını kapısı ardına takarken, orda başka bir erkek şapkası görürse, zamparayı kadınla baş başa bırakmak üzere, kendi şapkasını başına geçirir ve kapıdan dışarıya geldiği gibi çıkıp gider!”
Gerici demagoji, Abdülhamit istibdadı zamanı Meşrutiyet için, Meşrutiyet zamanı Hürriyet için, Cumhuriyet zamanı Demokrasi için, en sonra Sosyalizm için bıkmadan, usanmadan yalnız bu temayı işlemiştir. Geniş hak yığınları içine hep o “Avrat elden gidiyor!” fobisini umacılaştırmıştır.”
Bütün gerici saldırılar kadın üzerinden yapılmaktadır:
Nereden kalksak, düz veya ters yanıyla “dişi”elemandan daha yararlı gericilik silahı bulunmuyor. Kara yığınları her zaman kolayca kışkırtıp, körü körüne coşturan en sosyal patlayıcı madde kadın oluyor.”
Kıvılcımlı’nın İslam dini üzerine yaklaşımı ile birlikte düşünüldüğünde, İslam dininin gericilik mekanizmasının, kadınlar üzerinden yürütülmesini teşhir eden yaklaşımı daha da anlam kazanmaktadır. Kıvılcımlı’nın dine yaklaşımı Marksist gelenek içerisinde yaygın bir eğilim olan pozitivist/aydınlanmacı fikirleri aşan bir yerde durmaktadır. Dinsel düşünce ile seküler düşünce arasında kalın bir duvar çekmek aydınlanmanın mirasıdır. Kıvılcımlı ise din içi tartışmaları insanlığın genel düşünce evrimi içinde ve sosyo-politik faktörlerle birlikte değerlendirir. Dini kabaca “halkın afyonu” ya da muhafazakâr bir ideoloji olarak görmez. Tarihte birçok kez gerçekleştiği gibi din, toplumsal dönüşümlerin ve devrimlerin de ideolojisi olabilir. Önemli olan dine, hangi sınıf ve gruplar tarafından nasıl bir anlam yüklendiğidir ya da daha kaba bir deyimle dinin hangi amaçlar için kullanıldığıdır. Kıvılcımlı ünlü Eyüp Konuşması’nda olduğu gibi, güncel sömürü ve tahakküm mekanizmalarını anlatırken ve bunlara karşı mücadele çağrısı yaparken İslam dinine ve tarihine referans vermekten çekinmez. ( Kızıltan, 2006) Pozitivist bir yönelimle, dine karşı tümden reddedici yaklaşımının olmamasıyla birlikte, Kıvılcımlı’nın İslami muhafazakârlığın kadınlara yönelik iki yüzlü politikalarını teşhir etmesinin İslam ve feminizm tartışması açısından değerli bir katkı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca makalede İslamcı gericiliğin, finans kapitalle olan ilişkisi üzerine yapılan tespitlerin; günümüz Türkiye’sinde ve dünyada uygulanmakta olan neo liberal muhafazakâr ideoloji hakkında ve neo liberalizm ile muhafazakârlığın kadın düşmanlığı üzerinden nasıl uzlaştıkları üzerine önemli veriler sunmaktadır.

Kıvılcımlı ve Delphy’i Buluşturan Yaklaşım: “Kadınlar Sınıftır”

Kıvılcımlı, 1971 yılında yayınlanan bu makalede kadınları sınıf olarak tanımlıyor ve makalenin başlığında dahi bu tanımlamayı kullanmaktan beis görmüyor.
Sosyal stratejimizin hem en sonuncusu, hem en birinci gelen katı: kadın-erkek sınıflaşmasıdır… Kadının ezilen soyulan bir alt sınıf oluşu; Türkiye toplumunun Köy, Kasaba, Şehir bütün katlarında: en yaygın bir sosyal ve orijinal trajedimizdir. ”
Türkiye’de o yıllarda kadınların ayrı sınıf olup olmadığına dair sosyalistler veya kadınlar arasında herhangi bir tartışma bulunmuyor. O tarihsel süreçte bu coğrafyada, böyle bir tartışmayı yürütecek bir kadın hareketine rastlayamadığımız gibi; kadınların içerisinde yer aldığı sosyalist harekette de kadınları işçi sınıfı mücadelesinin bir neferi olarak görmenin ötesinde bir yaklaşıma da rastlamıyoruz. Ancak kadınların ayrı bir sınıf olduğu söylemini; aynı tarihsel zaman diliminde farklı bir coğrafyada bir feministten duyuyoruz. 1968 sonrası Fransa’da gelişen ikinci dalga feminist akımın önemli isimlerinden Christine Delphy 1970 yılında yazdığı “Baş Düşman Patriyarkanın Ekonomi Politiği” adlı kitabında kadınların sınıf olduğunu savunuyor. Delphy’e göre, kadınlar için “baş düşman” kapitalizmden ziyade erkeklerdir. Tüm evli kadınlar erkekler tarafından sömürülmektedir. Yani erkekler kadınların emeğine el koymaktadır. Bu sömürü ilişkisinde erkekler, kadınlar karşısında sınıf oluşturur. Patriarkal sömürü kadınların ortak, özgül ve temel ezilmişliğini oluşturur. (Savran , 2004; 47, Savran, 2008; 91)
Kıvılcımlı, bu makaleyi yazarken Delphy’i Fransızca kaynaklardan okuduğuna dair herhangi bir bilgi elimizde yok; ancak aynı tarihlerde kadın hareketinin içerisinde bir feministle, Türkiye gibi kadın hareketinin henüz dünyadaki ikinci dalga feminist hareketle buluşmadığı ve kadınların sınıf olup olmaması üzerine benzer bir tartışmanın yürütülmediği bir ülkede, bu tespiti yapıyor olması oldukça şaşırtıcı bulduğumu söyleyebilirim.
Kuşkusuz, Kıvılcımlı’nın kadınları sınıf olarak tanımlamasının nedeni; Delphy de olduğu gibi kadınların ezilmesi ve sömürülmesine yönelik Marksist teorinin kavramlarının eleştirisini sunmak değildir. Kıvılcımlı’nın tarihte ilk alt edilen kadının erkekler karşısındaki durumunu daha da çarpıcı bir şekilde vurgulamak istemiş olması daha muhtemeldir.

Kıvılcımlı’nın Patriarka ve Kapitalizm Arasındaki İlişkiye Dair Yaklaşımı

Kıvılcımlı, kadınların ezilmesinin/sömürülmesinin nedenini ekonomik nedenlere, üretim geriliğine bağlar.
Kadın altlığının, sömürülüşünün, ezilişinin kökü, toplumumuzun üretim geriliğinden kaynaklanır
Türkiye’de kadınların ezilmesini/ sömürülmesini, Türkiye’nin coğrafi/mekansal ve sınıfsal analizi üzerinden gerçekleştirir ve Türkiye’nin geç kapitalistleşmesine bağlı olarak özellikle köylerde pre-kapitalist yapıların geçerliliğini koruması ile kadınların ezilmesi arasında bir bağlantı öne sürer. Kadınların ezilmesinin ve sömürülmesinin nedenini üretim geriliğine bağlayarak, açık bir biçimde ifade etmese de, kapitalizmin gelişimi ile birlikte patriarkanın çözüleceği yaklaşımını savunur. Bu Marksist kuram içinde güçlü bir inanıştır. Kapitalizmin, patriarka da dahil olmak üzere kendinden önceki bütün pre-kapitalist ilişkileri çözeceği kabul edilir.
 Sosyalist feminizmin Marksist teoriye önemli katkılarından biri de patriarkal kapitalizm kavramıdır. Kapitalizm gelişirken patriarkayı yok etmemiş/edememiştir. Bu iki sistem öylesine iç içe geçmiştir ki, her ne kadar zaman zaman çelişse de- bugün artık ne saf bir kapitalizmden ne de saf bir patriarkadan söz etmek mümkündür. Sosyalist feminist teori içerisinde yaşadığımız toplumsal yapıyı patriarkal kapitalizm olarak tanımlar.
Kıvılcımlı da geç kapitalistleşmiş bir ülke olan Türkiye’yi analiz ederken; Türkiye’de kapitalizmin gelişimi ile birlikte erken kapitalistleşen ülkelerde olduğu gibi kapitalizmin pre-kapitalist yapıları tasfiye etmediğini, onlarla rezonansa girdiğini savunur. Türkiye toplumunu analiz ederken, sosyalist feminizmin patriarkal kapitalizm tanımına benzer bir analizde bulunur. (Küçükaydın, 2001: 3) Ancak, Türkiye’de kadınların ezilme ve sömürülmesinin nedenini üretim geriliğine bağlayarak, örtük biçimde, üretimin ilerlemesi, yani kapitalizmin gelişimi ile birlikte sorunun çözüleceği öngörüsünde bulunur.
Oysaki erken kapitalistleşen batıdaki kapitalist ülkelerde kadınlara yönelik baskı ve tahakkümün sona ermemesi, sorunun “üretim geriliğinde” olmadığını göstermektedir. Ancak bu inanış çoğu zaman özellikle batılı feministler tarafından dahi sahiplenilmektedir. Batılı bir feminist olarak “Üçüncü Dünya” ülkeleri üzerine araştırma yapan Maria Mies, benzer yaklaşımı savunduğu için özeleştiride bulunur:
“ ‘Öteki kadınlar’ yani Üçüncü Dünya kadınları, üzerine yaptığımız araştırma kendi durumumuza yönelik eleştirel bir duruş geliştirmemizi sağladı. Asya ve Latin Amerika’da karşılaştığımız maşizmin ve erkek egemenliğinin çeşitli biçimlerinin azgelişmişliğin karakteristiği olduğuna inanarak yola çıkarken, kendi durumumuzun bütünüyle farklı olmadığını çok geçmeden fark ettik. Ve en önemli keşfimizi, yani cinsiyetçilik ve ataerkilliğin geri kalmışlığa işaret etmesi bir yana, bilakis endüstriyel sistemin ve onun birikim modelinin ideolojik ve kuramsal destekleri olduğu keşfini yapmamız, erkek egemenliğinin tarihsel köklerine ilişkin daha ayrıntılı bir araştırmaya girişirken oldu. ” (Mies, 2008:11)
Batılı ve feminist olan Mies ve arkadaşları Kıvılcımlı ile benzer bir kaygı ile; geç kapitalistleşmiş ülkelerin özgünlüğünü anlama çabası ile çıktıkları yolda Kıvılcımlı ile benzer bir tespitte daha bulunurlar. 1988 yılında çalışmalarını derledikleri “Son Sömürge: Kadınlar” adlı kitapta kadınlar ve sömürgeler arasında benzerlik kurar ve kadınları sömürge olarak tanımlarlar. Aynı benzetmeyi Kıvılcımlı 1971’de yazdığı makalesinde yapar:
Köylülüğün, sömürge halkı bütünüyle Köy Kadını’dır”                

Kadına Yönelik Erkek Şiddeti

Kıvılcımlı, feminist hareketin önemli gündemlerinden biri olan erkek şiddetine de makalesinde değinmiştir. Erkek şiddeti, o yıllarda sosyalist hareketin gündeminde yer almamakta ve görünür kılınması 80 sonrası kadın hareketinin gelişimi ile birlikte olmuştur. Şiddetin kaynağını ekonomik nedenlere bağlamış olsa da, kadına yönelik erkek şiddetini ifade etmesi önemlidir.
“En karanlık ‘ayaktakımı’, hergün, ağasından, efendisinden, beyinden, 24 saat çalışmasına karşılık yalnız hak yiyicilik, hakaret ve işkence görür. O durumun yarattığın aşağılık kompleksi ile patlayacak kertede dolar, şişer. Çatlamadan yaşayabilmek için, evinde cariyeye, parayla satın aldığı dişi köleye işkence yapabilmenin boşalışlarına sık sık başvurur”
Salt fiziksel şiddetten değil, erkeklerin kadınlara uyguladığı psikolojik şiddetten de bahseder:
En aşağı kul kölenin, evinde, tarlasında tepe tepe sömürüp ezdiği, etini ve ruhunu cımbızla didiklediği bir dişi kulu, ev kölesi, cariyesi vardır”

Bitirirken

Hikmet Kıvılcımlı, “Kadın Sosyal Sınıfımız” adlı çalışmasında bir erkek olarak, Türkiye’de kadınların ezilme ve sömürülme süreçlerini incelerken, birçok konuda feminist yaklaşımla benzerlik gösteren değerlendirmelerde bulunmuştur.
Feminist yaklaşım sergilemesinde dönemin feminist tartışmalarının ideolojik etkisinin olması ihtimali oldukça düşüktür. Dönemin Türkiye Sosyalist Hareketi’nin “kadın sorunu”na bakışının çok ilerisinde olan bu görüşlerin oluşmasında, o dönemde etkinliği zayıflamış olsa da Türkiye’de yetmiş yılı aşan bir tarihe sahip kadın hareketinin ve sosyalist hareket içerisindeki kadınların etkisi olması ise muhtemeldir.
Kıvılcımlı’nın içerisinde yaşadığı toplumu anlama ve değiştirmeye yönelik yoğunlaşmış çabası; adını açıkça ifade etmese de; kadınların erkekler tarafından ezildiği ve sömürüldüğü tarihsel ve güçlü kurum olan patriyarkayı görmesini ve analiz etmesini sağlamıştır. Zengin bir tarihsel formasyon ve yerelliği anlama arzusu; Kıvılcımlı’yı feminizme yaklaştırmış olmalıdır.

Eser SANDIKCI

 

Kaynakça

Ayşe Yazıcıoğlu, 68’in Kadınları, Doğan Kitap, 2010.
Demir Küçükaydın, “Kadın Sosyal Sınıfımız” Üzerine, Kıvılcımlı Sempozyumu, Bremen, 2001
Fikret Kızıltan, Kıvılcımlı’nın Mirasının Güncel Anlamı Üzerine Değinmeler, Teori ve Politika, Kış 2006
Gülfer Akkaya, “Erkekliğe ve Erkeğe Toz Konduran Bir erkek: Dr Hikmet Kıvılcımlı, Kıvılcımlı Sempozyumu, Bremen, 2001
Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih:Diyalektik Bir Feminizm İçin, Kanat, 2004.
Gülnur Acar Savran ve Nesrin Tura Demiryontan, Kadının Görünmeyen Emeği, Yordam, 2008
Maria Mies, Veronika Bennholdt- Thomsen ve Claudia Von Werlhof, Son Sömürge Kadınlar, iletişim, 2008
Gülfer Akkaya, Sanki Eşittik: 1960-70’li yıllarda devrimci mücadelenin feminist sorgusu, Kumbara Sanat, 2011
Hikmet Kıvılcımlı, Kadın Sosyal Sınıfımız, Sosyal İnsan, 2009
J. K Gibson-Graham, Bildiğimiz Kapitalizmin Sonu: Siyasal İktisadın Feminist Eleştirisi, Metis, 2010
Latife Fegan, “Kadın Sosyal Sınıfımız” Yazısını Yeniden Okumak, Kıvılcımlı Sempozyumu, Bremen, 2001
Remzi Altunpolat, Mekanda Cinsiyetin İzini Sürmek yada Cins Cins Mekan, Eğitim Bilim Toplum, 2009; sayı 26
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis, 2011
Şirin Tekeli, 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim, 1993

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder