29 Aralık 2012 Cumartesi

ALİ OSMAN ALAYOĞLU'NUN SEMPOZYUMA SUNACAĞI "İKİ KIVILCIMLI, TARİH TEZİ VE POLİTİKA" BAŞLIKLI YAZISI

İki Kıvılcımlı, Tarih Tezi ve Politika


Bu bildiride, Kıvılcımlı’ya ilişkin bugüne kadar söylediklerimin özeti niteliğindeki üç başlık; “iki Kıvılcımlı”, “Tarih Tezi” ve “politika” birbirinden virgülle ayrılmış, herhangi bir öncelik-sonralık ilişkisi olmaksızın yan yana sıralanmıştır. Bunu yaparak aralarında hiçbir dikey ilişki kurmadığımı ve kurmayacağımı belirtmek, herhangi birine özel bir bağlılık sergilemeyeceğimi ifade etmek istedim.
Bu yazı, Kıvılcımlı hakkında yaptığım çalışmaların bir eleştirisidir.

***

Küba Devrimi militanlarından Manuel Piñeiro, “Che’de misyonerlere özgü bir yan vardı” demişti. Havana’daki “Che Müzesi”nde sergilenen Che Guevara’nın Hazreti İsa şeklinde resmedildiği bir portre ve Küba’nın ve Güney Amerika’nın birçok yerindeki porteler ve heykeller Piñeiro’nun bu sözlerini doğruluyor. Bu portre aslında Küba Devrimi ve dünya için, insanlar için Che’nin anlamını, onun kişiliğini, düşüncesini ve pratiğini özetliyor.
Eğer mümkün olsaydı, Sünni İslam ile resim arasında bu kadar mesafe olmasaydı, misyonerlere özgü bir yaşam sürüp mücadele veren Kıvılcımlı için de bu portrenin bir benzeri yapılırdı demek pek abartılı sayılmaz. Hazreti Muhammet’in hayatını kendine örnek alanlara benzer şekilde Kıvılcımlı akımlarında bizzat Doktor’un günlük yaşam stilini dahi örnek alanlar olması şaşırtıcı değil mi?.
Yeni doğan kızı sayesinde doğal döngüyü tamamladığını söyleyen Che, iki Hikmet’ten birinin dizesini anarak, “artık boş yere ölmeyeceğimi düşünüyorum, Ancak Nazım’ın dediği gibi ‘yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa gömeceğim’” diyordu. İşte bu adamın hamuru ile, hayatının 50 yılını dünyanın bir başka köşesinde aralıksız mücadeleye veren diğer Hikmet’in, Doktor Hikmet’inki aynıydı.[1] Kişilik olarak Che ne ise Kıvılcımlı da oydu. Ya da Marulanda. Ya da...
Devrimlerin karakterini devrimcilerin karakteri ne kadar çok belirliyor.
Sovyet Leonov[2], Che’nin SSCB ziyaretini anlatırken şöyle diyordu: “Gayet Örgütlü Hareket ediyordu. Bu bakımdan Latin değil, daha çok bir Alman gibiydi. Dakikliği ve kesinliği Latin Amerika’yı bilen bizleri şaşırtıyordu.” Cezaevine girdiği ilk gün arkadaşlara bir merhaba deyip kitaplarıyla ranzasına çekilen ve çalışmaya başlayan Kıvılcımlı da şaşırtıyordu.
Devrimden sonra Küba’yı ziyaret eden Sartre, Guevara’nın ölümünden sonra Che için “sadece bir entelektüel değil, çağımızın en katıksız insanı” demişti. Ve çağımızın en katıksız insanlarının samimiyetleri onların hatalarını da anlaşılır kılar ve bize kabul ettirir. Onları vazgeçilmez yapar. Ve elbette ‘bir tane’dirler, ne iki Kıvılcımlı ne de iki Che vardır. Konu başlığına göre karakterleri atomize etmek, çoğu zaman meseleleri anlaşılır kılmaktan ziyade anlaşılamaz hale getiriyor.

***

Bu bildiride, Kıvılcımlı’yı Kürt realitesi hakkında yazdığı “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” çalışmasından hareketle ele alacağım. Bu şekilde Kıvılcımlı’nın teorisindeki sürekliliğin yanı sıra kişiliğini de ortaya koymayı deneyeceğim.
Yol Çalışmalarının Türkiye’de Marksizm anlamında en önemli bölümlerinden biri “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” başlıklı Kürt milli sorununu ele alan bölümdür. Bu bölüm dünyasal bir bakış açısı ve eylemliliğe sahip Komintern’in genel doğrultusuna uygun olarak geliştirildi ve bu gücün verdiği özgüvenle, Kıvılcımlı, Türkiye özgülüne katkı sundu. Türkiye’de bu sorunun varlığını ilk tespit eden Marksistin Kıvılcımlı olması bile tek başına yeterince önemli ancak Kıvılcımlı Kürt milli sorununu tespit etmenin yanı sıra, günümüzde de yazdıklarının tekrar ele alınmasını gerekli kılacak, önemli sonuçlara ulaştı.
İddia edebilirim ki, Kıvılcımlı ardıllarının Kürt milli sorununa yaklaşımında özel bir etkisi olan bu çalışma, eğer vurguladığı şeyler tam anlamıyla anlaşılarak edinilseydi, Türklüğünü bir kenara bırakmayı bilen bir Türkiye solculuğu mümkün olabilirdi. Ama olmadı.
Durum tespiti
Kıvılcımlı, Kürt sorununda da net bir tavır alıyor ve kalın harflerle “Türkiye'deki “Şark meselesi ve “şark vilayetleri” nesnesi bir milliyet davasıdır!”[3] diyor ve Kürdistan’ın Türkiye’nin sömürgesi olduğunu açıkça işaret ediyordu:
“Şark vilayetlerinde köylü meselesine dayanan bir Kürt milliyeti davası vardır. Türk burjuvazisi bu milliyetin kültürel hakkını tanıyor mu? (...) Şu halde, Kemalizm Kürdistan'da Şark vilayetlerinde, köylü meselesine dayanan bir Kürt milliyeti davası vardır. Türk burjuvazisi bu milliyetin kültürel hakkını bal gibi sömürge siyaseti takip ediyor. Çünkü bir milletin en ilkel haklarından olan kültür hakkını tanımıyor.”[4]
Kıvılcımlı, Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarındaki milli karakteri görüyordu. Komintern kitabına bağlılığı nedeniyle, anti-emperyalizmin günümüzde de devam eden doktriner algılanışına kendini kaptırarak, bu iki isyanın da uluslararası anlamda karşı-devrimci olduklarını[5] söylüyor olsa bile, aynı zamanda Türkiye’nin günümüzde de kullandığı “emperyalizmin oyuncağı olmak” argümanının ne menem bir şovenizm olduğunu bize, hem de birkaç kez anlatıyordu. Söylediğini tekzip ediyordu:
“Kemalizm bize dişlerini gösteren bu gülüşle sorabilir: Ne yapalım?.. isyancılara karşı başka türlü hareket edilemez. Çeteleri bastırmak zarurettir. Yaş yanında kuru da yanar, emperyalizmin parayla avladığı seyitlere, şeyhlere meydan bırakaydık, Kürdistan'ı bir İngiliz, Fransız veya İtalya sömürgesi yaptıra idik daha mı devrimci hareket etmiş olurduk?..
“Zaten Kemalizmin daima söylediği de budur. Fakat biz de kendisine şunları soralım: Bir yerde geniş halk tabakalarını ayaklandıran isyan sebepsiz olur mu? Şark vilayetlerindeki isyanların sebebi sırf ağalığın gerici hamlesi ve yabancı parmağı yüzünden olabilir mi? Eğer ortada ezilen geniş halk tabakaları olmasa o tabakaların yerinden oynatılmasına imkan var mıdır? Şu halde isyanların böyle devam edegelmesinde kimin rolü esastır? Şeyh Sait isyanına sırf irticadır diyelim. Ya son Ağrı Dağı meselesi de öyle midir? Ve ilah... Bu suallerden sonra, isyanların en büyük sebebinin Kemalizm olduğu daha etraflıca anlaşılabilir.”[6]
Kıvılcımlı, Türkiye’nin Kürt illerindeki sömürge siyasetini ortaya koyarken, sömürgeciliğin üzerinde inşa olduğu sıkıyönetimi özellikle vurguluyor ve buradan mücadelenin nasıl ve kimler tarafından yapılacağına, karakterine geliyordu. Türkiye’nin doğusunda da batısında da hakim olan burjuvazinin hakimiyet biçimi arasındaki farkı hiç değişmeyen o alaycı diliyle bizlere anlatıyordu:
“‘Hakimiyet milletindir’; biz görmedik... “Şark vilayetleri”nin ta Kızılırmak vadilerinden Ağrı yamaçlarına kadar uzanan alnına şöyle bir yafta yapıştırılmıştır: ‘Hakimiyet jandarmanındır...’ Bunu gözümüzle görüyoruz. Fakat bir gün, sahtekârlığı sevmeyen bir el, her iki levha veya yaftayı alıp da tersine çevirecek olursa görülür ki, her ikisinin de arkasında daha iri ve hakiki harflerle yazılan ve asıl olan şey şudur: ‘Hakimiyet burjuvazinindir’.
“Bunun böyle oluşu, Türk burjuvazisinin orada henüz aldatabildiği çalışkan Türk kütleleri, kısmen ‘millet’ demagojisiyle (...) uysallaştırabilmesi; burada (yani şarkta) ise Kürtlüğü Türk milleti yapmanın imkansızlığı yüzünden soygununu, düpedüz ve açıkça sırf ‘süngü’ gücüne dayanarak yapmaya mecbur tutulması yüzündendir.”[7]
Kıvılcımlı bize, Kürdistan’da hakimiyet jandarmanın olunca, mesele milliyet meselesi olunca, kültürel haklarından bile mahrum kalan mazlum bir milletin 7’den 70’e, proleterinden ağasına Türk devletiyle sorunlu olacağını hatırlatıyor ve Türk devletinin hala devam ettirdiği değişmez politikasını anlatıyordu:
“Fakat Kemalizm ‘yediği ekmek gibi’ biliyor ki, Kürt ağalığıyla el ele vermek, Türk mütegallibesi ve tefeciliğiyle uzlaşmak kadar asla istikrarlı ve emin bir şey değildir. Gittikçe ‘milli’ ve tek olan Kürdistan hareketleri bazen, hele küçük ağaları çok kez peşinden sürükler. Zaten ağalık da kendi beslediği silahlı adamlarla,maaşını Türk burjuvazisinden alan jandarmanın arasındaki farkın farkında olmuyor değildir. Onun için Kürdistan'da sosyal ve siyasi karışıklıklar her alevlendikçe, Türk burjuvazisinin başvurduğu bir başka çare de tehcir ve iskan siyasetidir.”[8]
Çözüm önerileri
Kıvılcımlı’daki durum tespiti, 1930’lu yıllarda söylenmiş olduğu için önemli olmakla beraber, bu çalışmanın günümüzde de sonuçları olan, hatta Kıvılcımlı’nın 60’lı yıllarda bu konu hakkındaki suskunluğunu da açıklayan yanı, bu tespitler değil, bu tespitlerden hareketle önerdikleridir. Bu önerileriyle Kıvılcımlı hala aramızda biricik kişi olarak yer almaktadır.
Üçüncü Enternasyonal’in o zamanki enternasyonal dili ve üretken politik anlayışıyla soruna yaklaşan Kıvılcımlı, Kürdistan’daki mücadelenin öznesinin Kürtler olduğunu, ‘ora’nın başka olduğunu net bir dille vurgulamış ve ötesine de geçmiştir. Komintern’in diline takılmayan, daraltıcılığını eleyebilen, onu güncelleyebilen bir göz, bunu rahatlıkla fark edebilir ama aynı zamanda Türkiye solunun oluşturduğu ideolojinin köreltici etkisinden de sıyrılması gerekir.
Kıvılcımlı elbette Üçüncü Enternasyonal’in bir militanı olarak Kürt sorununun çözümünü Kürt proleterlerinde görüyor. Analizler yaparak bu öncülüğü üstlenecek bir Kürt proleteryası olduğunu bizlere göstermeye çalışıyor ve aydınlarla beraber strateji planında proletaryayı işin başına koyuyordu:
Aydınlarla proleterler. Kürt proletaryası ne kadar yeni, siyasal mücadelede tecrübesiz ve teşkilatsız olursa olsun, Kürdistan köylülüğüne kılavuz olmaya aday mıdır? Evet biz Kürt proletaryasının bu adaylığını yalnız nicelik oranı bakımından kestirebiliriz.”[9]
 “Eğer bu sınıf teşkilatçı ve mücadeleci kabiliyetini inkişaf ettirerekten Kürt aydınlarının ve de özellikle ve hele köy sadık “ameliye” aydının menfaatliğini ve emek-beraberliğini temin edebilirse, Kürdistan'ın bağımsız siyasal ve sosyal kurtuluş döğüşünde, Kürt köylülüğünün en aldanmaz ve en kabiliyetli yoldaşı olabilir. Bu suretle Kürdistan'da Kemalist burjuvaziye ve kısmen Kemalizmle sarmaş dolaş olmuş Kürt burjuvazisine, Kürt ağalığına karşı: Kürtköylülüğü + Kürt proletaryası (işçi sınıfı) + Kürt aydınları... Kürdistan ihtilalinin stratejik ilişkileri böyle olabilir.”[10]
Burada ilginç olan nedir, diye sorulabilir elbette. Sonuçta biliyoruz ki, dönemin Marksistleri, sorunları hep, bir şekilde keşfettikleri proletarya ile çözüyordu. Toplumun içinde, aslında olmasa bile bir proleter kesim keşfedip, hiç olmadı proletaryanın ideolojik öncülüğünü alarak yola çıkıyorlardı. Birincisi, Kıvılcımlı, Lenin’i katı bir şekilde izleyerek, milliyet sorununu görüyor ve sorunun çözümü için, kardeş proleterlerin ortak mücadelesine değil, Kürt proletaryasına işaret ediyordu. Dolayısıyla,
“(...) Türkiye Komünist Partisi'ne iki görev düşüyor: 1- Mazlum Kürdistan halkıyla bağlanmak; 2- Bir Kürdistan Komünist Partisi'nin kuruluşunu kardeşçe hazırlamak...”[11]
Kıvılcımlı böylece, sadece Kürt sorununu tespit eden değil, aynı zamanda çözümün Kürtlerin kendisi tarafından yaratılacağını da belirten ilk Marksist oluyordu elbette. Ancak onun saptamalarını bugüne taşıyan noktalara hala gelmiş bulunmuyoruz. Daha fazlası var... Kıvılcımlı, ayrı mücadelenin gerekliliğinin altını parti bazında çiziyor ve Türkiye Komünist Partisi’ne Kürdistan Komünist Partisi’nin kuruluşunda bir ağabeylik belki, ama daha fazlasını kesinlikle helal görmüyordu. Birlikte mücadele tezlerinin kendisinin daha başlangıçta yanlış olacağını anlıyordu:
Herhangi siyasi cereyanlar içinde taktik bakımından yönelişlerde aldanmamak, harekette kütlelerin yanlış sürüklenişlerine meydan bırakmamak ve hattâ kapılmamak için, bağımsız Kürdistan Komünist Partisi'ne doğru gelişmek idealdir.”[12]
Oysa nice “komünist” Türk partisi Kürdistan seksiyonu kurdu ve hala kurmaya devam ediyor. “Emeğin savunucuları” seçimlere Diyarbakır’dan katılmayı, Türklükten gelen fütursuzlukla kendine hak görüyor.
Oysa, Üçüncü Enternasyonalci Kıvılcımlı, proletaryayla gözünü açmış bu adam, Kürt milli mücadelesinin ardından sınıfsal mücadelenin geleceğini belirterek, halihazırdaki mücadeleye bir alt evre olarak bakmayı adet haline getirenlerin ezberini bozuyor. Komünist partiyi milli devrimden sonrası için kurgulayanların karşısında yer alıyor.
“Kürdistan’da (...) faraza bir komünist teşkilatı tarafından yapılacak en hafif hatta üstünkörü ajitasyon yeter (...)”[13]diyen Kıvılcımlı, Kürdistan’daki durdurulamaz akıntıya Kürt komünistlerin kendilerini bırakmasını, sınıfın değil milli sorunun öncülüğünü yapmalarını öneriyor.
Kıvılcımlı, dört parçaya bölünmüş Kürtlüğe dikkatimizi çekiyor ve Kürtlerin kurtuluşunun bu dört parçanın hep birden Kürdistan’ı kurmasıyla mümkün olacağını belirtiyordu:
 “Şu halde Kürdistan halkının kurtuluşu demek olan ayrı bir devlet teşkil etmeye kadar (...) Kürtlüğün kendi mukadderatına, siyasi bağımsızlık derecesinde kendisinin sahip olmak hakkı, yalnız Türkiye'deki Kürtlerin değil, Şark Balkanları üstünde parçalanmış olan bütün Kürtlüğün bir tek sosyal ve siyasi yapı halinde kurtuluşu demektir.”[14]
Kıvılcımlı, buradan hareketle, bağımsız Kürdistan Komünist Partisi’nin milli soruna öncülüğünü yalnız Türkiye’deki Kürtlüğün değil, bütün kürtlüğün kurtuluşunu gözetmekte bulacağını belirtiyordu.
Kürt Hareketinin kökleri
Kıvılcımlı, Kemalizmin asimilasyon ve imha siyasetinden büyük bir Kürt hareketinin doğacağını söylerken, günümüzün habercisi oluyordu:
“Kemalizmin bugünkü Kürdistan'da bir tek tezi var: asimilasyon ve imha siyaseti! Bu tez, tekmil Kürdistan'da ne kadar şiddetle tatbik edilirse, -varolan bir milletin canlılığı, 20. yüzyılda sessiz sedasız pek kolay mahvedilemeyeceğine göre- o kadar şiddetle tepkisini doğuracak: Kemalizmin teziyle doğru orantılı olarak Kürdistan halkını baştan başa saran bir anti-tez büyüyecektir. Bu anti -tez, Türk burjuvazisinin siyasi ve iktisadi baskı cephesine karşı, tekmil Kürdistan halkının müşterek mukadderatını temsil eden biricik Kürtlük cephesidir. Bu bakımdan Kemalizm, Almanya'da Bonapartizmin oynadığı rolü oynayacak. Kürdistan bir tarla ise, onun üstünden geçen Kemalist terör bir silindir olacak ve ekinleri evvela ezecek, fakat sonra toprağa yeni kökler saldırarak büsbütün kuvvetlendirecektir.”[15]
Evet…Ağrı’da, Koçgiri’de, Dersim’de ezilen ekinler toprağa yeni kökler salmıştı ve bu kökler büsbütün kuvvetlenerek Kürt Hareketini ortaya çıkardı. Yani Kürt Hareketi, kendisini, doğuda batıda kuzeyde ve güneyde kendi tarihinden yarattı. Türk solunun sandığı ya da öyle olmasını istediği şekilde, Kürt Hareketi, Havva misali Adem’in kaburga kemiğinden, Türk solculuğundan yaratılmadı.
Türkiye Solundaki, Kürt Hareketine en yakın olduğunu iddia eden siyasetler de dahil olmak üzere, genele yayılmış Türk şovenizmi tam burada yatıyor. Öcalan, genel bir kabulle, Deniz-Mahir-Kaypakkaya ile başlayan Türkiye’deki devrimciliğin yarattığı, o devrimci iklimin etkilediği, hatta daha ‘devrimci’ olanlarda, o devrimciliğin hakkıyla devamını sağlayan, gerçek sürdürücü, olarak sunuluyor. Bu Türk bakışı, kendi tarihsel köklerini de Denizlerden belki Mustafa Suphi’ye oradan da Sovyet Devrimi ve ardından Paris Komünü’ne yaslıyor. Oysa, Kürt hareketi için Denizler, kendi tarihsel akışlarındaki bir momentin kısmi etki yapan unsurlarından biri belki ama daha ötesi olamaz ve olmuyor. Kürtlerin Ağrı’sı, Şeyh Said’i, Seyit Rıza’sı var ve tarih oradan kaynağını alıyor. Kürt hareketi eğer eklerse, kendi mücadele tarihine Denizleri, Mustafa Suphi’yi, Sovyet Devrimi’ni iyginiyle ekliyor ve gerektiğinde çıkarmayı da biliyor.
Tabii, Kürt Hareketi Türk solunun kaburga kemiğinden yaratılmış olunca, Kürt Hareketindeki ilk sendeleme, yenilen ilk darbe, Türk solunun, bir baba, yaratıcı edasıyla konuşması için fırsata dönüşüyor. İşte bu nedenle Öcalan yakalandığında, daha yakalanmanın ertesinde, Kürt Hareketine ‘en yakın’ olduğunu söyleyenler de dahil, tekmil tüm Türk solu Kürt Hareketindeki stratejik dönüşümü ayrıntılarıyla analiz etmeye başlıyor ve tumturaklı bir şekilde onu ‘devrimcilik’ mertebesinden aşağı alıveriyor. Kürtlerin tanışık olmadıkları bir durum değil bu, anlıyor, hatta inanılmaz ama anlayışla karşılıyorlar.
Ya Türkler… Anlamamakta ısrar ediyorlar elbette. Sahi, solcu Türkler daha ne zamana kadar “Sayın Öcalan” demeyecekler?
Türklüğün reddi ve Kıvılcımlı
Kıvılcımlı “Kürdistan halkının kurtuluşundan vazgeçmek devrimden vazgeçmektir.”[16] diyordu. Ve o günden bugüne tüm pratik bize Kürdistan devriminin aynı zamanda Türkiye devrimi olduğunu gösteriyor. Yani, Türkiye’deki muhtemel devrimci bir dönüşümün ancak ‘sınıf intiharı’ tabirinde saklı olan anlamla bir ‘millet intiharı’ yapmamızla mümkün olacağa benziyor. Bugün dünyadaki insanların neredeyse tamamı, (ki buna en hızlı komünist ve enternasyonalistler de dahildir) ulusçudurlar ve bunun dışında başka bir var oluşu tasavvur bile edemezler”[17] diyen Demir Küçükaydın, Türklüğümüzü bırakmamız, bir Millet intiharı yapmamız gerektiğini birçok yazısında gerekçeleriyle anlattı.
Aslında, Kıvılcımlı’nın 60 sonrası öyküsü de, bir anlamda, burada başlıyor. Yazdıklarıyla ‘milliyet intiharı’nın öncüllerini ortaya koymuş olan Kıvılcımlı, öyle görünüyor ki, 30’larda Kürt sorunu hakkında ne düşünüyorsa 60’larda da aynısını düşünüyor. Ve böyle bakıldığında, Kıvılcımlı’nın 60’lı yıllardaki yaklaşımı başka bir anlam kazanıyor.
Kıvılcımlı, katıldığı seminerlerde vb. kendisine Kürt sorununa ilişkin yöneltilen sorulara Kürt milli sorununun farkında olduğu yanıtını veriyor ve şöyle devam ediyor:
“Şimdi, yani, bu konuda konuşmak kuru kabadayılık biçimiyle olmaz, arkadaşlar. Zaten bu konuda konuşulacak tek söz de yersiz, boşa söz olur. Bu, ancak eylemlerin konuştuğu bir alandır. Ben bu kadar söylüyorum. Bu konudaki derdimi, arkadaşların açtırmamalarını özür dileyerek rica ediyorum.”[18]
Yani Kıvılcımlı diyor ki, 1930’larda dediğim gibi, oralarda hakimiyet jandamanındır. Bu konu seminerlerde konuşulacak konu değil, devrim mevzusudur ve başka araçlarla konuşuluyor ya da konuşulacaktır. Kendi öncüsü ve kendi mücadelesi üzerinden yürümesi gereken ve yürüyen bir pratiktir. Ben yollarımı orayla daha o zaman ayırmışım.[19]
Peki bu doğru mudur? Politik bir tartışma... Ama yaklaşıma içkin olan zihniyete ihtiyacımız var.
Tarih Tezi ve barbarlar
Kıvılcımlı ilk tanışıldığında tepki duyulan ama bir kendini kaptırdın mı, seni alıp götüren bir adam.[20] Teorik ve politik anlamda onu o yapan, ona özgünlük veren en önemli yanı ise “Tarih Tezi”. Burada bu tezi ayrıntılı olarak ele almayı değil, genel hatlarıyla bu tezden ne anladığımı belirterek nerelere uzandığını, kaynağını nerelerden aldığını hatırlatmayı hedefliyorum. Kısaca şöyle denebilir: ‘İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)’tan Eyüp Mitingi’ne, oradan ‘Tarih Devrim Sosyalizm’ ve ‘Osmanlı Tarihinin Maddesi’ne uzanan hatta tutarlı bir tarih tezi bulunuyor. Daha Yol Çalışmalarında, barbar-medeni ikiliğini dolaysızca dile getiren, hatta bunu Kürt realitesinde somutlayan bir yaklaşım bulunuyor.
Kıvılcımlı “İlkel Sosyalizm” dediği toplum biçimini, 6 bin yıldır kapitalizm öncesi sınıflı toplumların, 500 yıldır da kapitalizmin yıkmaya çalıştığını vurgular. Yani tarihi bir anlamda yerleşik toplumun barbarlığa karşı mücadelesi olarak algılar. Ama bu savaş sanıldığı kadar kolay değildir, ve sanıldığı gibi kolay bitmeyecektir. “İlkel sosyalizm” uzun tarihinden aldığı güçle bu savaşta her an kendini göstermektedir. Barbar dinamikler medeniyetin ilk yıllarından İngiltere ve Japonya’ya, yani bugüne kadar tarihsel devrimler yapmıştır ve yapacaktır.
Kıvılcımlı’yı özellikli kılan bu saptaması ve bu saptamasından ortaya çıkacak potansiyel politika anlayışıdır. Son yıllarda, yerinde bir yaklaşımla, ekoloji ve insanlığın ortaklaşmacı dönemleri özel bir ilgi görmekte, çalışmalar bu alanlarda yoğunlaşmaktadır. Kıvılcımlı’nın tarih tezi, bu bağlamda özel yer tutacak bir içeriği sahiptir ve belki de yeniden keşfedilmeyi beklemektedir.
Peki, Kıvılcımlı için barbar ne anlama geliyor?
Kıvılcımlı’ya göre, “Avrupa’da köleden çok hür olan serflerin doğuşu, hiç kimsenin gözünden kaçamayacağı gibi, doğrudan doğruya barbar akını ile ilgilidir.”[21]Eğer hür işçi, köle işçiden daha verimli idiyse,” bunu farkedecek olan da elbette medeni beyler değil “Avrupa Ortaçağı sonundaki barbar beyler[22]dir. Ayrıca hür küçük üretmeni de yaratan barbar dinamikler mevcuttur. Hatta, küçük asiller de gereğince ele alınırsa görülür ki onlarda da barbarlıkla ilgili bir yan vardır.[23].
Kapitalizm Avrupa’da doğmuştur, çünkü, “tamamıyla medenileşmeye hiçbir zaman Doğu kadar erişememiş (soysuzlaşamamış) olan toplum, ardı arkası kesilmez barbar akınları yüzünden boyuna taze Tarih ve İnsan üretici güçleriyle aşılanmıştır.”[24] “Çünkü, ekonomik sebeplerden başka Doğu’da İlkel Sosyalizm, köklerinden kazındığı halde, Batı’da bir türlü kazınamadı ve Kapitalizm doğabilmek için o İlkel Sosyalizm geleneklerine tutunmak zorunda kal(dı).”[25]. Çünkü, barbar aşıları Avrupa’da ümmet yerine milleti, kastlar yerine sosyal sınıfları geçirmiştir.[26] Medeniyetin gelişmediği yerlerde olumlu gelişim olmuştur. Medeniyet, öyle, sanıldığı gibi ileri bir şey değildir.[27] Barbarlık da öyle sanıldığı gibi yalınkat bir göçebelik değildir.
“Hiç değilse olayları biraz yakından inceleyen her bilim adamı, medeniyet değerinin sanıldığından fazla büyütüldüğünü ortaya çıkarmıştır. Irak olayları hemen bütün yaratıcılığın barbarlıkta gerçekleştiğini, medeniyetin, (...) bir mirasyedi olduğunu ortaya çıkarmıştır.”[28]
Devam edelim. Sermayenin oluşumu ve birleştirilmesi de Batı’da gerçekleşti, çünkü orada barbarlar vardı:
“Doğu’da iki kişinin bir araya gelemediği, gelse ilk işleri birbirlerini kazıklamak olduğu bir sırada, Batı’da insanların sermayelerini birleştirme cesaretleri, ilkin aile ölçüsünde bile olsa, gene Tarihöncesi sosyal gelenek ve göreneklerinin orada henüz diri kalabildiğini gösterdi.”[29]
Fransa’da kapitalizm barbarlarla geldi.[30] Kapitalizme ilk geçen İngilizler yüce insanlardı, çünkü onlar “Barbarlığı, çok şükür, en geç bırakmış olan insanlardır”,[31] “...Britanya halkı Din perdeli oyuna gelmeyecek kadar, Barbar gelenekli”dir[32].
İlkel komünal sistem yok olalı binlerce yıl olmuştur ama barbarlığın başatlığı bir türlü bitmemektedir. Ama bu çok doğaldır, çünkü barbarlığın medeniyet tarihini yüzlerle katlayan tarihinden gelen gelenek ve insan üretici güçleri günümüzü belirlemekte ve günümüzde umut ışığı olmaktadır. Bu etkinin bitmesini beklemekte tarihsel perspektiften yoksunluk bulunmakta, dahası ‘etki’ teriminin kendisi gittikçe azalmayı içerdiği için aslında paradigmayı bozmaktadır. Aksine, ilerde anlatmaya çalışacağım, bu çatışma insanlığın geleceğini belirleyecek güncel ve başat bir çatışmadır. “6 bin yıl kökünden kazınmak istenen İlkel Sosyalizm, İngiltere’de barbar geleneklerinin dayatmasıyla önce Krala karşı din ve Dünya Beylerinin, sonra işveren sınıfının Hürriyet Kartası biçimine gir”miştir. “En sonunda o kanaldan 'Halk Kartası' adıyla modern Sosyalizm olarak yeni bir hayat kazan”[33]mıştır… Barbarlık uzun bir yol katetmiş, önce Hürriyet Kartasıyla kapitalizmin kurucusu olmuş ve nihayet modern sosyalizm olarak 'can kazanmıştır'. Modern sosyalizmin kuruluşunda "Rusya’nın yeryüzünde Antika Tefeci - Bezirgan medeniyete zaman ve mekanca en az bulaşık kalışının, yani en çok barbar kalabilmiş yığınlar halindeki Tarih ve İnsan üretici güçleriyle işçi sınıfına İhtiyat Kuvveti oluşunun 1917 devriminde hiç mi etkisi yoktur?”[34]
Peki, günümüzde barbarların durumu nedir? Kıvılcımlı burada tekrar ilerlemek için geri adım atar. Günümüzde, artık barbarlar sadece “ihtiyat kuvvet”tir, çünkü,
“Artık medeniyete karşı tarihcil bir rol oynayabilecek barbarlık yeryüzünde yoktur. Bu yüzden, istense de tarihcil devrim olamaz. Onun yapıcıları Barbarlar, 14'üncü yüzyılın gerilerinde kalmışlardır. Medeniyet yıkılıp yerine yenisi kurulamayınca, iç zıtlıkların çözümü, modern sınıfların barbarlığa dönmeksizin başardıkları TOPLUMCUL DEVRİM’le yapılan kabuk değiştirme biçiminde olur.”[35]
Yani Kıvılcımlı için toplumsal devrimlerin oluşum nedeni, tarihsel devrim olanağının kalmamasıdır. Yani, barbarlar kalmadığı için toplumsal devrim olmaktadır.
Ama görülüyor ki, aslında durum öyle değildir. Barbarların artık kalmadığı, bu yüzden toplumsal devrimlere geçildiği tezi, günün genel kabullerine bir uyum çabası olsa da, yukarda gösterdiğim gibi, barbarlar Kıvılcımlı’nın her modern toplum analizinde yeniden ortaya çıkmaktadır. Aslında Kıvılcımlı için toplumsal devrim denilen, tarihsel devrimin bir türevidir. Bir tür tarihsel devrimdir. Çünkü, barbarlar, kalıntı halinde -ama oldukça etkili olan kalıntılar olarak-, yani aslında toplumsal devrimi yapanlar olarak toplumun içinde yaşarlar. Barbarlar, ordu, aleviler[36], az gelişmiş ülke işçileri, kır kökenli işçi veya bir başka zamanda bir başka güç olabilir. Mesela Kıvılcımlı, TİP Beşiktaş İlçe Teşkilatı’nda 25 Şubat 1970’de yaptığı konuşmada[37] sosyalist sektöre, köylülere, kısmen işçilere barbar diyerek, barbarlığı olumlu edinimin konusu haline getirmektedir. Bu, ekoloji ve komünü içeren güçlü bir ezilenler teorisidir![38]
“İhtiyat Kuvvet”: Kürtler
Kıvılcımlı’nın Kürt realitesini analizinde gördük ki, Kıvılcımlı ‘ihtiyat kuvvet’ dese de, bahsettiği aslında hiç de ikincil bir güç değildir. Kürt sorununun öznesi Kürtlerdir ve kurulacak bir komünist partisinin de yapması gereken, Kürdistanın dört parçasında özgürlük mücadelesi vermektir. Bu tespit, yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi, sınıfçı, şoven algıyı aşmaktadır, dolayısıyla günceldir ve ısrarla öne çıkarılmalıdır.
Dahası da var... Kıvılcımlı’nın tarih tezinden de görüyoruz ki, aslında toplumsal devrim dediklerimiz de tarihsel devrimlerdir ve Kıvılcımlı’nın ihtiyat kuvvet olarak andığı barbarlar, işin merkezinde olanlardır. Yani Kıvılcımlı’nın aynı zamanda, tarih tezi yeni değildir ve Kürtleri ‘ihtiyat kuvvet’ olarak anarken aklındaki tarih tezinin bir ürününü bizlere sunmaktadır.
Tabii bu, barbarlığı, işin kolayına kaçmadan anlamayı gerektiriyor. İş göçebeliğe gelseydi, Kürtler o konuda Türklerin eline su dökemezdi. İş medeniyet denilen şeyle ilgili ve onun algılanışında saklı.
Kıvılcımlı soruyor ve cevaplıyor:
“Kürtlük istikrarlı bir varlık mıdır? Evet. Kürdistan denilen mıntıkanın yüzyıllardan beri tanınmış sosyal hususiyeti ve bu mıntıkalarda oturan insan kümelerinin içinde belki en eski bir kavim olarak ("tarih inkılapçıları" duymasın) Kürtlerin bulunuşu, bugün bir vakıa olan Kürtlük camiasında su götürmez bir istikrarın mevcut olduğunu, Kürtlüğün bir fatih peşinde toplaşmış gelgeç bir kalabalık olmadığını, belki şimdi de dahil olmak üzere şimdiye kadar üstünden sel gibi aşıp geçen binbir fatihe rağmen bir mevcudiyet olarak kaldığını ispata kafidir.”[39]
Ve Kürt mücadelesi diriliğini, barbarlığını, çeşitli şekillerde ‘derebeyliğe soysuzlaşmış’, yani medenileşmiş olsa da, binlerce yıla dayanan babahan yapısından almaktadır. İşte bu nedenle:
“Bir Kürt erkeği bir Türk kızıyla evlense, Türk kızı girdiği ailenin çarçabuk (...) bir parçası olduğu ve Kürtleştiği halde, Türk erkeğin aldığı Kürt kızı, hiçbir zaman Türk ailesi ile hal ve hamur olmaz ve daima ana baba evinin Kürtlüğünü temsil eden ve muvaffakiyetle yapan bir parçası olarak kalır. Bu klan ve aşiret sisteminin müthiş kollektivitesinin, dağınık aile sistemlerinden çok daha kudretli ve etkili olduğunu gösterir.”[40]
Barbarlık denildiğinde, göçebelikle doğrusal bir ilişki kurma yavanlığına kapılmamak gerektiğine bir kez daha dikkat çekerek şöyle bitirmeli: Daha fazla tarih tezi, yani daha az şovenizm...



[1] Emin Karaca’nın ‘iki Hikmet’i analiz eden çalışmalarından biliyoruz ki, Nazım ile Doktor’un arası pek iyi olmamasına rağmen, Nazım Hikmet Kıvılcımlı’yı Memleketimden İnsan Manzaraları’nda şöyle anlatıyordu: Evinin her basılışında / aynı rahatlıkla açtı kapıyı. / Ve müdüriyette her kalkışında sopanın altından / (yanaklarında parçalanmış gözlüğü / ve tabanlarında ayıpladığı bir sızı.) / yüreğinde fakat / hiçbir şey söylememiş / hiç kimseyi ele vermemiş olmanın rahatlığı, / aynı rahatlık.
[2] SSCB’nin üst düzey KGB ajanlarından olan, ülkede Güney Amerika uzmanı olarak bilinen Nikolai Sergeyevich Leonov 1955 yılında Che ile tanıştı. Küba Devrimi sonrasında SSCB ile Küba arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde önemli rol oynadı. SSCB ziyaretleri sırasında Castro ve Che’ye eşlik etti.
[3] Dr. Hikmet Kıvılcımlı, İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark), Yol Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul 1979, s.17.
[4] A.g.e., s.157.
[5] Aynı anti-emperyalizm anlayışı Saddam Irak’ına emperyalizmin saldırısını kınama bahanesiyle Barzani ve Talabani isimlerinde karşılığını bulan Kürtlüğü pişkince eleştirmeyi görev bilmişti. Bunu Güney Amerika’dan doğru birileri yapsa anlaşılabilirdi ama Türkiye’deki gönüllülerin Türk duyarlılığını anlamaya çalışmak gerekmiyor.
[6] A.g.e., s.147-8.
[7] A.g.e., s.91.
[8] A.g.e., s.142.
[9] A.g.e., s.90.
[10] A.g.e., s.90.
[11] A.g.e., s.220.
[12] A.g.e., s.223.
[13] A.g.e., s.217.
[14] A.g.e., s.218.
[15] A.g.e., s.205.
[16] A.g.e., s.215.
[17] Demir Küçükaydın, “Türklüğü ve Ulusu Yeniden Tanımlamanın Farkı”, 1 Aralık 2004.
[18] Hikmet Kıvılcımlı, Durum Yargılaması, İstanbul 1999, Derleniş Yayınları, 1. Baskı, s.125.
[19] Hemen belirtmek isterim ki, Kıvılcımlı’nın da dediği gibi, bu mesele salonlarda, sempozyumlarda tartışılacak bir mevzu değil, benim amacım da bu sorunu tartışmak değil, Kıvılcımlı’nın durum tespitini anlamaya çalışmaktır.
[20] Kıvılcımlı düşüncesiyle ile ilk tanıştığım zamanlarda, bir kamp atesinin başındaydık. İnce, uzun boylu biri (Mehmet Hoca) karşımıza geçmiş, ilkel toplum, köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplum sıralamasını alt üst ediyor, tefeci bezirganlardan, barbarlardan, insan sosyal gücünden ve daha duymadığımız nice şeyden bahsediyordu. Gençlikten gelen kendine aşırı güvenle o akşam sabaha kadar tartıştık ve böyle bir şey olamayacağında ısrar ettik. Ama kulağımıza bir kez kar suyu kaçmıştı. Çok değil birkaç ay sonra, Osmanlı Tarihinin Maddesi’ni bir gecede okumuştum.
[21] Hikmet Kıvılcımlı, Tarih-Devrim-Sosyalizm Işığında İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş / İngiltere, 2. Baskı, İstanbul 1994, Diyalektik Yay., s. 36.
[22] A.g.e., s. 68.
[23] A.g.e., s. 84.
[24] A.g.e., s. 75.
[25] A.g.e., s. 88.
[26] A.g.e., s. 104-5.
[27] Bunu artık ne kadar çok yazardan duyuyoruz değil mi?
[28] Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Tezi / Tarih Devrim Sosyalizm, İstanbul 1996, 4. Baskı, Sosyalist Kütüphanesi, s. 159.
[29] H. Kıvılcımlı, Tarih-Devrim-Sosyalizm Işığında İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş / İngiltere, a.g.e., s. 91-2.
[30] A.g.e., s. 98.
[31] A.g.e., s. 117.
[32] A.g.e., s. 141.
[33] A.g.e., s. 157-8.
[34] A.g.e., s. 158.
[35] H. Kıvılcımlı, Tarih Tezi, İstanbul 1996, Diyalektik Yay., s. 64-5.
[36] “Alevi köyü, Orta Asya’dan kılıcı sıyırıp gelmiş göçebe atalarımızın içine girdikleri medeniyetin gelişkin sınıflı Toplum reziletlerine en az bulaşmış topluluklarıdır.” (H. Kıvılcımlı, Türkiye Köyü ve Sosyalizm, 1. Baskı, Ankara 1980, Derleniş Yay., s. 5.)
[37] Hikmet Kıvılcımlı, Üç Seminer, İstanbul 2000, Derleniş Yayınları, 1. Baskı, s.32-3.
[38] Burada aynı teorik yaklaşımın bir ürünü olarak İslam ve Kıvılcımlı’nın İslama yaklaşımını ele almam mümkün değil. Bu nedenle, konunun önemi ve bir o kadar da hassasiyetine dikkat çekerek geçmek istiyorum. Bu konu çok hassastır çünkü, Kıvılcımlı, gerek Türkiye’de gerekse Kürt Hareketine yönelik “tavsiye”lerde İslamcılara yamanmanın aracı haline getirildi, getiriliyor.
[39] Kıvılcımlı, İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark), a.g.e., s.40.
[40] A.g.e., s.144-5.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder