Hikmet Kıvılcımlı ve 1960’lar Türkiye Solu
1960 sonrasında Türkiye solunun evrimine damgasını vuran iki önemli şahsiyet vardır: Mehmet Ali Aybar ve Mihri Belli. Bir başka vesileyle de yazdığım gibi, Tarih bu on yılda bu iki şahsiyete de –deyim yerindeyse- ‘‘şans’’ vermiştir. Her ikisi de, sol hareketin farklı yükseliş dönemlerinde (Aybar için 1962-68, Belli için 1968-71) solun en fedakâr, en dinamik ve en yetenekli kadrolarının önderliğini yapmış, yükseliş koşullarının varlığını hisseden pek çok solcu militan kendilerinden çok şeyler beklemiş, ne var ki her ikisi de, entelektüel yetenekleri, bilgi ve deney birikimleri ve muhtemelen bir ölçüde de kişisel karakterleri daha fazlasına olanak vermediği için, sonuç olarak var olan birikimi ziyan etmişlerdir.
Bu birikim, Mehmet Ali Aybar söz konusu olduğunda, 1967-68 yıllarına kadar solun en geniş kadrolarını yanına çekmiş bulunan Türkiye İşçi Partisi, Mihri Belli içinse, 1968 sonrasında dağılmakta olan TİP’e alternatif olarak yükselen ve yeni kuşak devrimcilerin ezici çoğunluğunun katıldığı MDD (Milli Demokratik Devrim) hareketidir. Aybar da Belli de, öncülük ettikleri hareketlerin bir süre yükselişin ardından, yeni ve sağlıklı doğumlara yol açmayacak bir şekilde çöküşlerinden birinci derecede sorumludurlar. [1] Sonuç olarak bu iki tarihsel şahsiyetin önderliği, Türkiye solunu 1960’ların sonlarında yaşadığı ve bir daha asla kurtulamayacağı bölünmüşlüğe götürmüştür.
Hikmet Kıvılcımlı aynı dönemde hayattadır, kitaplar, makaleler yazmaktadır, hatta Aybar ve Belli’nin öncülük ettiği parti ve harekete yönelik eleştiri, öneri ve değerlendirmeleri de olmuştur. Peki hayatının her döneminde, en olumsuz koşullarda devrimci (ya da komünist) siyaset için en ufak bir fırsatı bile değerlendiren Kıvılcımlı, bu dönemde TİP ve MDD kadrolarını etkileyecek ne yapmıştır ve bunları nasıl yapmıştır? Kıvılcımlı’nın, yapabileceklerinin azamisini yaptığı halde, bu on yıllık dönemin büyük bir kısmını tecrit içinde geçirmek zorunda kaldığı söylenebilir mi? Yoksa şu soru daha mı meşru: Acaba Kıvılcımlı, yapabileceği pek çok başka şeyler olduğu ve teori ve deney birikimi bu görevlerin üstesinden gelmesini sağlayacak kadar güçlü olduğu halde, bu konularda gereken adımları mı atmamıştır? Ve eğer böyle ise hangi nedenlerle?
Ben Kıvılcımlı’nın, son 8-10 ayı hariç tutulmak üzere bu on yıllık dönemde, 1960’lar Türkiyesi ve dünyasının, Türkiye soluna ve sosyal hareketine sunduğu potansiyelleri anlayamadığını ya da anlamakta çok geç kaldığını düşünüyorum. Onun bu on yılda yaptıklarından çok daha fazlasını yapmayışının temelinde, 1960’ların bu karakteristiğini anlayamayışının yattığı kanısındayım. Bu yazıda, Kıvılcımlı’nın siyasal yaşamı, teorik evrimi ve 1960’lardaki düşünce ve davranış izlerinden hareketle, bunu açıklamaya çalışacağım.
Kıvılcımlı’nın Marjinal Kalışını Sorgularken
Söze, ''Kıvılcımlıcı'' (daha doğru bir deyimle ''Doktorcu'') gelenekten olmayıp da, onun hakkında yakın zamanlarda bir şeyler söylemiş az sayıda kişiden birisi olan Necmi Erdoğan'ın şu değerlendirmesi ile başlayalım:
''Doktor Hikmet Kıvılcımlı'nın fikriyatı, (...) esas olarak nev'i şahsına münhasır olarak kalmış ve sol üzerinde ciddi bir etki yaratmamıştır. Bu durumun çok çeşitli sebepleri olduğunu düşünebiliriz. Bunlar arasında, 1960'lar solunun 'eski tüfek sosyalistler' ile ilişkisinin zayıf olması ve bu ilişkinin esasen Mihri Belli üzerinden kurulması, Doktor'un silahlı mücadeleye girişilmesine ve Sovyetik-Maocu kutuplaşmasına karşı konum alması, 'Ordu Kılıcını Attı' başlıklı yazısına atfedilen 12 Mart'ı selamlama tavrı ve 'vurucu güç' analizi ve kimi önemli metinlerinin zamanında -ve hatta bugün bile- pek bilinmemesi veya yayınlanmaması gibi konjonktürel, arızi veya kısmi sebepleri sayabiliriz. En az bunlar kadar önemli görünen bir başka sebep ise, Türkiye radikal-sosyalist solunun içinde geliştiği aydınlanmacı, laik, sosyal mühendislikçi siyasal iklimin ve onun büyük kısmına hakim olan kitabi-metinsel ortodoksinin Doktor'un fikriyatını (...) baştan ötelemiş veya kendine kapatmış olmasıdır.'' [2]
Önce, konumuzla doğrudan ilgili olması itibariyle, Necmi Erdoğan'ın ''Kıvılcımlı'nın fikriyatı''nın Türkiye solunda ciddi bir etki yaratamaması üzerine söyledikleri hakkında birkaç şey söylemekte yarar var. Birinci olarak, 1960'lar solunun eski tüfek sosyalistlerle ilişkisinin zayıf olduğu iddiası gerçeği yansıtmamakta. Şöyle ki, Necmi Erdoğan'ın belirlemesinin verdiği izlenimin tersine, TİP'in 1967'den itibaren krize girmesi ile birlikte, aralarında Kıvılcımlı'nın da bulunduğu ''eski tüfek sosyalistler''in sol kadrolar üzerindeki etkisi büyük bir hızla artmıştır. Bu konuda ilişkinin zayıflığından değil, olsa olsa, ''eski tüfek sosyalistler''in, sol içinde hızla artmakta olan etkilerini yeterince değerlendiremeyişinden söz edilebilir. Öte yanda eski TKP'li kadroların Türkiye solu ile ilişkilerinin ''esasen Mihri Belli üzerinden'' kurulduğu iddiası da, Kıvılcımlı'nın marjinal kalışının totolojik bir açıklaması olmakta. Bu konuda esas sorulması gereken soru şu olmalıdır: 1967 sonrasında Kıvılcımlı, eski TKP kadrolarının sol içinde itibarlarının hızla yükselmesi olgusundan niye yararlanamamıştır? Erdoğan'ın iddiasının tersine, bu sorunun yanıtını Mihri Belli üzerinden açıklamak olanaksızdır. Çünkü Mihri Belli 1967'den itibaren sol harekete Türk Solu dergisi aracılığıyla müdahale ederken, Hikmet Kıvılcımlı da aynı dergide yazmaktadır ve bu süreçte Belli'nin Kıvılcımlı'nın etkisini azaltma ya da onu tecrit etme gibi bir çabası söz konusu değildir.
Yine Necmi Erdoğan, Kıvılcımlı düşüncesinin sol içindeki marjinal konumunun açıklanmasında, onun ''kimi önemli metinlerinin zamanında -ve hatta bugün bile- pek bilinmemesi veya yayınlanmaması gibi'' bir diğer etkenin de sözünü etmekte. Gerçekten de 1960'lı yıllarda Kıvılcımlı'nın sol kadrolarca bilinmeyen pek çok metni/kitabı bulunmaktadır. Ne var ki o dönemde, kimi önemli metinlerinin en azından bazılarının gün ışığına çıkmamasının ya da yayınlanmamasının sorumluluğu bizzat Kıvılcımlı'ya aittir. Kıvılcımlı, 1961'den itibaren onlarca makale ve kitap yayınlamıştır. Yine geçmişte kaleme almış olduğu pek çok metni, 1960'lı yıllarda -kendi anlayışına göre- 1960'ların koşullarına uygun bir dilde yeniden kaleme almış ve yayınlamıştır. Örneğin 1967 yılında bir ''TİP Eleştirisi'' olarak kaleme aldığı Uyarmak İçin Uyanmalı Uyanmak İçin Uyarmalı - Türkiye İşçi Partisine Teklifler başlıklı broşürü, 1970 yılında yayınladığı Oportünizm Nedir, Halk Savaşının Planları ve Devrim Zorlaması üçlemesi, ya da 1967-1971 yılları arasında Türk Solu ve Sosyalist dergilerinde yayınlanan pek çok makalesi, geçmişte kaleme aldığı önemli metinlerin yeniden yazımını ifade etmektedir. Elbette 1930'lu yıllarda kaleme aldığı Yol adlı çalışmasında yer alan İhtiyat Kuvvet Şark’ın 1960'lı yıllarda yeniden yayınlanması yasal zorluklar dikkate alındığında belki olanaksızdır. Ama yedi kitaptan oluşan Yol'un diğer bazı ciltlerinin ya da örneğin 1960'larda kaleme aldığı ''Kadın Sosyal Sınıfımız'' başlıklı metnin genç sol kuşaklara iletilmemesi, Kıvılcımlı'nın kişisel politik tercihini ifade etmektedir. Kıvılcımlı, o metinler yerine başka metinler kaleme almış, başka şeyler söylemiş ve belki de hepsinden önemlisi, aynı şeyleri –bir anlamda ‘‘zamanın ruhu’’na uymayacak şekilde- bambaşka bir üslup ve biçimde söylemiştir. Bu durumda geçmişte yazdığı kimi metinlerinin bilinmemesini, onun düşüncesinin marjinal kalışının bir nedeni olarak sunmak tutarlı bir değerlendirme olarak görünmemekte.
Son olarak Necmi Erdoğan, Kıvılcımlı'nın Türkiye solu üzerinde ciddi bir etki yapamayışının bir diğer nedeni olarak, solun içinde yetiştiği siyasal iklimin karakteri ve teorik dogmatizmin soldaki egemenliğini öne çıkarmakta. Buna göre ''aydınlanmacı, laik, sosyal mühendislikçi siyasal iklim'' ve solun geniş kesimlerinde egemen olan ''kitabi-metinsel ortodoksi'', Kıvılcımlı düşüncesini daha baştan dışlamıştır.
Burada da yine, Kıvılcımlı düşüncesi ile solun siyasal ve teorik kültürü arasındaki uyumsuzluğa işaret edilmekte ve bir kez daha bu uyumsuzluğun deyim yerindeyse faturası sola çıkarılmaktadır. Ben tam da tersine, bu konuda sorunun şöyle sorulması gerektiği kanısındayım: Kıvıcımlı’nın solun geniş kesimlerine sesini duyurabileceği bir dönem olan 1960’lı yıllarda, yeni kuşaklar mı Hikmet Kıvılcımlı'yı dinlememiş ya da anlamamıştır; yoksa Hikmet Kıvılcımlı mı onların dinlemesini, anlamasını sağlayacak şekilde konuşmamıştır? Konuya Necmi Erdoğan'ın problematikleriyle yaklaşıldığında ben, ''Kıvılcımlı'nın söyleminin Türkiye toplumunun tarihsel-kültürel geleneği ile ilgili kimi uğrakları''nın, onun 1960'lı yıllarda sola tutarlı ve etkili bir müdahalede bulunma şansını ortadan kaldırdığını düşünüyorum. O anlamda da bu yazıda –Necmi Erdoğan’ın iddia ettiğinin tam da tersine- 1960'ların genç sol kadrolarının Kıvılcımlı’nın düşüncesini değil, bizzat Kıvılcımlı'nın o kadroların düşünce dünyasını ve siyasal potansiyelini ''ötelediğini'' göstermeye çalışacağım.
Ekim Devrimi’nin Yarattığı Devrimci Atmosferde Komünist Olmak
20. yüzyılın hemen başlarında doğmuş, 1917 Ekim Devrimi'nin ardından Marksist olmuş ve 1971 yılına kadar yaşamış bir devrimci olan Kıvılcımlı'nın düşüncesi, doğal olarak bu yarım yüzyılda önemli değişimler yaşamıştır. Bu değişimleri, bizzat uluslararası komünist hareketin 20. yüzyıldaki evriminden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu durumda, Kıvılcımlı'nın yaşamının son on yılında Türkiye soluna müdahalesini yorumlayabilmek için, söz konusu değişimler üzerinde durmak gerekli görünmekte.
1920'lerin başlarında Türkiye Komünist Partisi'ne katılacak olan Kıvılcımlı, Ekim Devrimi'nin ürünü olan Komünist Enternasyonal'in ilk yıllarındaki teorik ve siyasal çizgisinden doğal olarak çok etkilenmiştir. Bu etkilenmenin ağırlığı, onun 1930'lu yılların hemen başlarında kaleme aldığı yedi kitaptan oluşan Yol adlı çalışmada açık bir şekilde görülebilir. Her ne kadar Yol'un kaleme alındığı yıllar, Stalinizmin Sovyet partisinde olduğu gibi, Komünist Enternasyonal'de de tam hâkimiyetini kurduğu ve Enternasyonal'in ilk dört kongresinde belirlenmiş çizgisinden büyük ölçüde uzaklaşıldığı bir döneme tekabül etmiş de olsa, Yol'u, program ve siyasal strateji konularında Marksizmin Leninci yorumuna sadık bir çalışma olarak kabul etmek gerekir.
Örneğin Kıvılcımlı, Yol adlı çalışmasının Parti ve Fraksiyon başlıklı kitabında, ''Türkiye'de, doğrudan doğruya -yani provasız devrime hazırlanmak’’tan söz ederken, demokratik devrim aşamasını atlayarak sosyalist devrimi gerçekleştirme gerekliliğinden açık bir şekilde söz eder.[3] Zaten bu yaklaşımını açıkladığı bölümün başlığı da ‘‘Bolşevikleşme ve Konak Yakmak’’tır. (Kıvılcımlı burada, Fransızcada, ‘‘bir aşamayı geçmeden üzerinden atlamak’’gibi bir anlama gelen, "brûler les étapes" deyimini –‘‘aşama’’ yerine ‘‘konak’’ sözcüğünü kullanarak- kelimesi kelimesine Türkçeye çevirmiştir.) Aslında bütün söylemek istediği, Rus devrimi örneğinden kalkarak, orada 1917 Ekim Devrimi’nden 12 yıl önce yaşanmış ve ‘‘Ekim’in provası’’ sayılan 1905 devriminin bir benzerinin Türkiye’de yaşanmak zorunda olmadığını, Türkiye’yi bir sosyalist devrimin beklediğini vurgulamaktır.[4]
Kıvılcımlı bu yaklaşımına dayanak olarak, Komünist Enternasyonal’in, ‘‘ Değil bir aşamayı, bir konağı, hattâ bütün bir dönemi atlama olanağını pratik araştırmalarla saptadı’’ğını hatırlatır ve şunları ekler: ‘‘Çin örneği bir ülkenin hiç kapitalizm dönemine uğramadan, pre-kapitalist ilişkilerden, Sovyetler köprüsü aracılığıyla doğrudan sosyalizme ve komünizme gitme olanağını gözle görülür, elle tutulur hale getirdi’’. [5] Kıvılcımlı’nın sözünü ettiği ‘‘Çin örneği’’, bu ülkenin 1925-27’de yaşadığı devrimdir.
Oysa Kıvılcımlı bu satırları kaleme almasından beş-altı yıl önce, önce Rusya Komünist Partisi'nde ve daha sonra da Komünist Enternasyonal'de, 1925-27 Çin devrimi üzerine büyük tartışmalar yaşanmıştı. Bu tartışmada Troçki, Çin işçi sınıfının, sürekli devrim mantığı içinde, yoksul köylülükle ittifak halinde bir sosyalist devrimi gerçekleştirme potansiyelini savunurken, Stalin ve Buharin, Lenin'in Nisan 1917’de artık eskidiğini ilan ettiği Demokratik Devrim taktiklerini yeniden gündeme getirmişlerdir. Buna göre Çin devrimi esas olarak bir burjuva demokratik devrimidir ve işçi sınıfı bu devrimde ulusal burjuvaziden yoksul köylülüğe kadar geniş bir ittifak politikası uygulamak zorundadır.
Bu tartışmanın sonunda gerek Rusya partisinde gerekse Komünist Enternasyonal'de Stalin ve Buharin'in tezleri kabul edilmiş, Troçki'nin aynı konudaki görüşleri ise, şiddetle mahkûm edilmiştir. Kıvılcımlı'nın 1930’ların başlarında yazdığı bu satırlar, onun bu tartışmadan haberdar olmadığını ve hiç farkında olmaksızın, Troçki'nin ‘‘sürekli devrim’’ anlayışını Türkiye devrimine uyarlama çabası içinde olduğunu gösterir. (Aslında o sırada Komünist Enternasyonal'de Çin devrimi üzerine yapılan tartışmalardan habersiz olan sadece Kıvılcımlı değildir. Muhtemelen bu tartışma ve sonuçları, dönemin TKP yöneticileri tarafından da layıkıyla bilinmemektedir. Çünkü eğer bilinseydi, bu görüşleri savunmuş olan Kıvılcımlı, bir ‘‘Troçkist’’ olarak suçlanır ve derhal TKP’den atılırdı.) Ancak bu sorun bir yana, burada esas vurgulanmak istenen şu: Kıvılcımlı, 1930’ların başlarında, daha sonraki yıllarda -geri kalmış ülke komünistlerinin ezici çoğunluğu gibi- açıkça savunacağı Demokratik Devrim ya da Demokratik Halk Devrimi anlayışının çok uzaklarındadır.
‘‘Aşamalı Devrimcilik’’ ve ‘‘Kalkınmacılık’’ Yolunda Kıvılcımlı
Aradan geçen birkaç yıl içinde, Kıvılcımlı’nın bu görüşlerinde bir değişim yaşanmaya başlar. Bunun ilk göstergeleri, 1937 yılında yayınladığı, Demokrasi: Türkiye Ekonomi ve Politikası Hakkında başlıklı kitabında bulunabilir.[6] Kıvılcımlı bu kitabında, on yedi yıl sonra kaleme alacağı Vatan Partisi (1954) programından bile daha geri bir noktadadır; kapitalizm çerçevesinde bir demokrasi hedefini vurgulamaya çalışmaktadır.
Kıvılcımlı, söze şöyle başlar: ‘‘İsmet İnönü, vatanda ve dünyada üç özel meseleyi takip etti: Sanayi, Toprak, Sulh’’. İnönü’nün bir konuşmasında yer alan bu başlıklar, Kıvılcımlı’nın kitabının eksenini oluşturacaktır. Sanayi başlığı altında Kıvılcımlı, Türkiye’nin içinde bulunduğu demokratik devrim tarihini ve onun ülkeyi modernleşme hedefini hatırlatır. Ona göre modernleşmenin başında da milli sanayi vardır ve bu milli sanayinin anası modern teknik ise, babası da işgücüdür. Kıvılcımlı, tekniğin, yabancı finans kapitale karşı savunma mantığı içinde geliştirilmesini savunur ve CHP devletçiliğinin bu alandaki bazı olumlu yönlerini göze batırır. İşgücü konusunda da, ‘işçinin demokratik hakları, Türkiye’nin sanayileşmesi için hayati bir meseledir’’ dedikten sonra, ‘işçiye demokratik haklarını vermek, evvela sermayenin çıkarı gereğidir’ diyerek, bu talebinin de kapitalizm sınırları içinde olduğunu hatırlatır.[7]
‘Toprak’ konusuna gelince, Kıvılcımlı, ‘‘demokrasi devrimi’’nin ‘‘her şeyden evvel toprağa dayanan bir köylü meselesi’’ olduğunu söyleyerek bunun yolunu tanımlar: ‘‘klasik manasıyla demokrasi demek, umumiyetle köyde ve şehirde her türlü derebeyi artıklarını temizlemek, özellikle köylüyü toprak sahibi etmektir. Köyde derebey artıklarını kaldırmanın tek yolu, toprak meselesini halletmektir.’’ Aynı bölümde Kıvılcımlı, İnönü hükümetince kurulması düşünülen tarım kombinalarının, kitlelerin örgütlü ve bilinçli müdahaleleri engellenmediği takdirde, köyde demokrasinin ‘aşılmaz kalesi’’ olacağını söyler.[8] Son başlık olan ‘Barış’ konusunda ise Kıvılcımlı, dönemin Sovyet politikasına uygun bir biçimde, Türkiye hükümetine barışçı politikaya sarılmasını ve Almanya’nın emperyalist niyetlerine karşı uyanık olmasını tavsiye eder.[9]
Görüldüğü gibi, işçi haklarının kapitalizmin gelişmesiyle uyumlu bir tarzda gerçekleştirilmesi, toprak sorununun çözümü ve barışçı dış politika, 1937 yılında Kıvılcımlı’nın ‘‘asgari program’’ının temel taşlarını oluşturur. Kıvılcımlı eğer daha sonraları, 1930’lardaki görüşlerini çeşitli vesilelerle tekrarlamamış ve 1954’te Vatan Partisi programını kaleme almamış olsaydı, onun 1937 yılında yazdığı bu metin, propaganda amaçlı bir acil talepler sıralaması olarak nitelenebilirdi. Ama öyle değildir ve onun ‘‘asgari program’’ anlayışına doğru bir evrimi ifade eden bu çalışması, birkaç yıl öncesinin Yol’undan çok, 17 yıl sonrasının (1954) Vatan Partisi Programı’nı hatırlatmaktadır.
Kıvılcımlı’nın yaşadığı bu değişimin nedenleri üzerine düşünüldüğünde, bunun uluslararası komünist hareket üzerinde Stalinizmin tam egemenliğini kurması ve Komünist Enternasyonal’in 1935 yazında toplanan 7. Kongresinde gerçekleşen stratejik değişimle ilgili olduğu söylenebilir.
Komünist Enternasyonal’in bu kongrede aldığı ve faşizmin yükselişine karşı komünist harekete, Halk Cephelerinin oluşumuna öncülük etme görevi yükleyen kararının TKP tarafından hayata geçirilmesi, bu parti için önemli bir dönüm noktası anlamına gelmiştir. Bilindiği gibi Türkiye o yıllarda, emperyalist ülkelerle ilişkilerinde göreceli bir otonomiye sahip ve Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler içinde olan nadir ülkelerden birisidir. O nedenle Enternasyonal’in 7. Kongre kararlarının Türkiye’de hayata geçirilmesi oldukça orijinal bir içerik kazanır. Sovyetler Birliği ve Türkiye arasındaki iyi ilişkilerin devamına büyük önem verildiği ve TKP’nin hiçbir ağırlığının olmadığı koşullarda CHP iktidarına karşı mücadele, 7. Kongre kararları ile çelişkili bir olgu olarak görünür.
Sonunda Komintern yönetimi tarafından TKP’ye, örgüt faaliyetlerini askıya alması ve üye ve sempatizanlarından bazılarının CHP ve ona yakın örgütlerde çalışmaya yönlendirilmesi önerilir. TKP yönetimi de bu öneriyi hayata geçirir. TKP tarihinde ‘‘desantralizasyon’’ olarak da anılan bu karar, TKP’nin fiilen ortadan kalkması ve komünistlerin CHP’ye yönelik muhalefetlerine son vermesi anlamına gelecektir. [10]
Kıvılcımlı, 1937 yılındaki Türkiye Ekonomi Politikası Üzerine başlıklı çalışmasını kaleme aldığı sıralarda, muhtemelen TKP’deki bu ‘‘desantralizasyon’’ süreci yaşanmıştır ya da yaşanmak üzeredir. Zaten Kıvılcımlı’nın ne o sırada ne de sonrasında, TKP yaşamındaki bu büyük dönüşüm üzerine herhangi bir şey söylemediği görülmektedir. Buradan kalkarak, o tarihte bu önemli stratejik dönüşümü Kıvılcımlı’nın da onayladığı düşünülebilir. Zaten Kıvılcımlı’nın 1937 yılındaki çalışmasına temel olan üç temel başlıktan birinin ‘barış’ olması ve metinde ‘‘milli mücadele’’ ve İnönü hükümetlerinin devletçiliği üzerine yaptığı yorumlar, onun da Komünist Enternasyonal 7. Kongre kararlarının Türkiye’de uygulanmasında üzerine düşeni yapmaya çalıştığı izlenimini vermektedir. [11]
Kıvılcımlı’nın 1937-Sonrası Düşünsel Evriminde Aykırı Bir Metin:
Devrim Nedir?
Kıvılcımlı’nın aşamacı devrim anlayışını tam anlamıyla benimsediği ve Türkiye devrimi için kalkınma konusunu merkeze alan milli bir yol öngördüğü 1954 Vatan Partisi programına geçmeden önce, onun İkinci Dünya Savaşı sırasında kaleme aldığı Devrim Nedir başlıklı broşürü üzerinde durmakta yarar var. [12] Çünkü bu broşür, onun teorik ve siyasal düşüncesinde, 1937 yılında yazdığı Demokrasi: Türkiye Ekonomi ve Politikası Hakkında kitabı ile kendisini gösteren ve 1954 Vatan Partisi programı ile devam eden değişim sürecinden bir sapma gibidir.
Devrim Nedir?, devrimin yakın bir zamanda geleceğini umut eden bir devrimcinin elinden çıkmış gibidir. ‘‘Savaş ve Devrim’’, ‘‘Devrimlerin Tarifi ve İzahı’’, ‘‘Devrim ve Kitle’’, ‘‘Devrim Durumu’’, ‘‘İsyan’’, ‘‘Geçici Devrimci Hükümeti’’, ‘‘Terör’’, bütün bunlar Kıvılcımlı’nın bu çalışmanın başlıklarıdır. Kıvılcımlı burada, demokratik devrim ile sosyalist devrim arasında –Lenin’in 1905 formülasyonuna sadık kalarak- adeta bir orta yol bulmaya çalışır:
‘‘Madem ki köylü devrimi deyince demokrasi, işçi devrimi deyince proletarya diktatörlüğü akla geliyor, öyle ise bu iki sınıfın ortak kurtuluş hareketi, yani gerçek halk devrimi, ancak demokratik diktatörlük biçimini alabilir ve o biçimde başarı kazanır. (...) Onun için işçi sınıfı ile köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü parolasını en canlı biçimiyle temsil eden iktidar Sovyetler iktidarı oldu’’ [13]
Devrim Nedir?’in, İkinci Dünya Savaşı sırasında yani Kıvılcımlı cezaevinde iken kaleme alındığı söylenmektedir. Metnin yansıttığı heyecan ve radikalizm dikkate alındığında, yazılış döneminin 1943 yılının başlarında yaşanan Stalingrad zaferinin ertesine, faşizmin Avrupa’da gerilemeye başladığı ve daha sonra politik kazanımları da getirecek olan Sovyet askeri başarılarının birbirini izlediği bir döneme tekabül ettiği düşünülebilir. Bu koşullarda devrimci dalganın dünya ölçüsünde yükseleceğine ve bunun Türkiye’yi de etkileyeceğine ilişkin olarak, Kıvılcımlı’da güçlü bir iyimserlik doğmuş ve Devrim Nedir?’i bu ruh hali içinde kaleme almış olabilir.
Vatan Partisi Programı ve 1950’ler Siyasetinin Dili
Kıvılcımlı’nın 1951 yılında hapisten çıktıktan sonra yayınladığı ilk metin olan Vatan Partisi Programı ve Program Gerekçesi[14] ise, onun Stalinist aşamalı devrim anlayışını tam olarak benimsediğini gösterir. Bu tarihlerde artık Kıvılcımlı için devrim, dönemin ruhuna da uygun bir şekilde, ülke kalkınmasını gerçekleştirecek bir tarihsel dönemin başlatıcısıdır. Diğer pek çok geri kalmış ülke devrimcisi gibi Kıvılcımlı için de kalkınma sorunu, bir ‘‘asgari program’’ sorunu haline gelmiştir.
Ancak o döneme kadar komünistlerin programatik yaklaşımlarında pek rastlanmayan bu kalkınmacılık perspektifini, sadece ‘‘aşamalı devrim’’ anlayışının benimsenmesi ile açıklamak yetersiz kalabilir. Bundan da öte, gerek Sovyet hızlı kalkınma deneyi, gerekse savaş sonrasında Çin gibi dev bir yarı-sömürge ülkenin ve onun yanı sıra Kuzey Kore ve Kuzey Vietnam’ın giriştiği kalkınma atılımları, Sovyet egemenliği altındaki Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan büyük toplumsal dönüşümler, dünyanın özellikle geri kalmış bölgelerindeki pek çok komünist gibi Kıvılcımlı için de, ulusal kalkınma sorununun artık bir devrimci program sorunu olarak görülmesine yol açmıştır. 1930’ların başlarında Türkiye devrimini, güncelliği yaşanan bir dünya devriminin parçası olarak gören Kıvılcımlı, belli ki savaş sonrasında Türkiye’nin kalkınmasını, bir tarihsel dönem anlamında bağımsız bir gelişme dönemi olarak görmeye başlamıştır.
Bunların yanı sıra, Demokrat Parti’nin 1946 sonrasında gösterdiği hızlı gelişme ve bu partinin kalkınmacı söyleminin geniş halk kitleleri üzerindeki büyük etkisinin de, bu konuda Kıvılcımlı’yı etkilemiş olabileceği düşünülebilir. Yine DP deneyinin, Kıvılcımlı’nın 1950’li yıllardaki siyasi gerçekleri açıklama –ya da propaganda- dilinin oluşmasında da belirli bir etkisi olmuş olabilir. Gerçekten de gerek Vatan Partisi programına, gerek yazılarının neredeyse tamamını kaleme aldığı Vatandaş gazetelerine, gerekse Anayasa Teklifi ve ‘‘Soğan Ekmek Kongresi’’ gibi broşürlerine bakıldığında, Kıvılcımlı’nın mevcut siyasi söylemin terim ve kavramlarından ve ‘‘sade vatandaş’’ın dünyaya bakış açısından kalkarak en geniş halk kitlelerine hitap etme çabası içine girdiği görülebilir.
Bu çerçevede, Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi’nin 1957 genel seçimleri vesilesiyle düzenlediği Eyüp mitinginde yaptığı ünlü ‘‘Eyüp Sultan Konuşması’’ oldukça sembolik bir nitelik taşımakta. Kıvılcımlı burada, daha doğrusu konuşmasının girişinde, muhtemelen o güne kadar hiçbir Türkiyeli komünistin yapmadığı ve 1980’e kadar da yapmayacağı bir şeyi yapar. İslam dinine referanslarla, bir işçi partisi olarak Vatan Partisi’nin yürüttüğü mücadelenin anlamını mitinge gelmiş birkaç yüz İstanbullu emekçiye anlatmaya çalışır.
Kıvılcımlı’nın bu konuşması, onun -1950’li ve 60’lı yıllarda- işçi kitlelerine seslenme yordamının güzel bir örneğidir. Konuşmasının ağırlıklı kısmı Vatan Partisi programının açıklanmasıdır. Kıvılcımlı’nın kendi deyişiyle her okuma yazma bilen sıradan işçinin anlayabileceği bir durulukta yazılmış olan bu programın miting meydanında toplanan Eyüplülere açıklanmasında Kıvılcımlı oldukça başarılıdır. Bu açıdan, belli durumlarda yapılacak bir devrimci propaganda çalışması açısından ilginç bir örnek olduğu düşünülebilir.
Ne var ki Kıvılcımlı konuşmasının ilk kısmında, kendisiyle –ve muhtemelen bir komünistle- hayatlarında ilk kez karşılaşan Eyüplülere, açık İslami referanslarla dolu değerlendirmelerini iletir. Cami’nin toplumsal anlamından, Muhammed’in ‘ben sonuncu peygamberim’’ deyişiyle ne demek istediğine, oradan ‘‘Hazreti Ömer adaleti’’ne kadar söyledikleri dikkate alındığında, Kıvılcımlı’nın, Eyüp konuşmasının girişinde, adeta bir cami minberinden vaaz veriyormuşçasına konuştuğu söylenebilir.
Ama öte yanda eklemek gerek ki bu yıllar, emekçi kitlelerin kendi çıkarları için mücadeleye hiçbir eğilim göstermedikleri, kelimenin gerçek anlamında siyasetle ilgilenme, siyasetin öznesi olma yolunda hiçbir adım atmadıkları bir dönemdir. 1946 sonrasında, kendilerini on yıllardır ezen Kemalist yönetimden ‘‘kurtulma’’ işini Demokrat Parti’ye havale etmişlerdir. Onun seçim zaferini izleyen yıllarda ise aynı emekçiler, DP-CHP-MP çatısı altında toplanmış profesyonel siyasetçilerin siyaset oyununun seyircileri ve dört yılda bir kez de katılımcıları konumundadırlar. O anlamda emekçilerin siyaseten bu denli pasif oldukları koşullarda siyaset yapmaya kalkışan Kıvılcımlı’nın, bu atmosferi benzer bir söylemle aşabilmesinin olanağı yoktur. Gerçi bu imkânsızlığı aşabilmenin yolu daha farklı bir dil kullanmak da değildir. Emekçilerin sosyal hareket dünyasında yaprak bile kımıldamamaktadır.
Ancak konumuz açısından, Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi pratiği içinde geliştirdiği bu dilin bir başka önemi daha bulunmakta. Şöyle ki, onun bir anlamda dönemin profesyonel siyaset demagoglarıyla polemik içinde oluşturduğu bu dil, 1960’lı yıllarda genç sol kadrolarla diyalog kuramayışında önemli bir rol oynayacaktır.
1960’lı Yıllarda Kıvılcımlı’nın Sol Harekete Teorik-Siyasal Müdahalesi
1960’lı yılların ilk yarısında Kıvılcımlı’nın sola doğrudan müdahale konusunda pek hevesli davranmadığı söylenebilir. Bu yaklaşımında, yeni dönemin karakterini tam olarak kavrayamayışın yanı sıra, TİP’in yeni bir sol oluşum olarak ortaya çıkışı ve sol potansiyeli büyük ölçüde yanına çekişi önemli bir etken olarak görülebilir. Aksi halde, 1954’ün son derece olumsuz koşullarında yasal siyasi parti kurmaya çalışmış bir devrimcinin, 1960’ların ilk yarısında on yıl öncesindeki kadar bile aktif olmayışını açıklamak kolay olmasa gerek.
Ancak bu nedenlerden birincisinin, yani yeni dönemin karakterini yeterince kavrayamayışının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bir anlamda Kıvılcımlı, TİP’e Teklifler’ini (Uyarmak İçin Uyanmalı Uyanmak İçin Uyarmalı) yayınladığı 1966 yılına kadar, solun artık bambaşka bir dönemi yaşadığının farkına varmamış gibidir. Bu dönemde yayınladığı metinler içinde, solun güncel sorunlarına ilişkin yazıları son derece sınırlıdır. TİP’in kuruluşu, ‘‘sol’’ hatta ‘‘sosyalist’’ iddialı Yön’ün Türkiye aydınları üzerinde büyük bir etki oluşturması, bütün bunlar sanki başka bir ülkede yaşanıyormuşçasına, bu beş-altı yılda Kıvılcımlı, solun bu dönemdeki evrimiyle ilişkisi zorlukla kurulabilecek dört kitap yayınlar (Türkçenin Üreme Yolları ve Dil Devrimciliğimiz, Tarih Tezi, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi ve Karl Marx’ın Özel Dünyası). Yön’ün ilk eleştirisi sayılabilecek bir makalesi (‘‘Sosyalizmimiz ve Devletçiliğimiz’’), 1962 yılında sol kadroların pek ulaşamayacağı bir sendika yayını olarak yayınlanır.[15] Diğer Yön eleştirisi ise, bundan üç yıl sonra önce bir taşra dergisi olan Çaltı’da, sonra da Yön’de yayınlanacak olan ‘‘Atma Avcıoğlu Din Kardeşiyiz’’ başlıklı kısa yazısıdır.[16] 1964 yılında, daha sonra Uyarmak için… broşürünü oluşturacak olan yazılardan birkaçı ise yine Çaltı dergisinde yayınlanır.
Bunların dışında Kıvılcımlı’nın daha sonra kaleme aldığı bir yazıda, bu sıralarda Mihri Belli, Reşat Fuat gibi eski TKP’lilere Yön’le ideolojik tartışma önerisini götürdüğünü ve ilgi görmediğini belirttiğini biliyoruz.[17] Ancak bu girişimin ötesinde, onun 1966 öncesinde Yön eleştirisini teorik ve siyasal çalışmasının önemli bir unsuru olarak kabul ettiğini gösteren bir kanıt yoktur. Bu göreceli sessizliğine bakınca Kıvılcımlı’nın, 1960’lı yılların Türkiye solu için nasıl farklı bir dönemi ifade ettiği gerçeğini yeterince anlayamadığını iddia etmek mümkün görünmekte.
1970 yılında yayınlanan bir kitabında, 1965 öncesine ilişkin olarak şu söyledikleri, aslında Kıvılcımlı’nın bu dönemin Türkiye solu için anlamını yeterince kavrayamadığının kendi ağzından itirafıdır: ‘‘yeni momentin durgun havasına göre yeniden teorik aydınlatmalar konağına girilmişti’’.[18] Yani Kıvılcımlı’ya göre 1965 öncesi, sol için durgun bir dönemdir ve Tarih Tezi ve Türkiye’de Kapitalizm, Kıvılcımlı’nın bu dönemin karakterine uygun düşen ‘‘teorik aydınlatma’’ çabasının birer ifadesidir. Kuşkusuz 1968 sonrasında solun ve sosyal hareketin deneyleri dikkate alındığında, 1960’ların ilk yarısı bir ‘‘durgunluk dönemi’’ olarak görünebilir. Ne var ki 1920’lerden 1960’lara kadar neredeyse kırk yıl boyunca -aralarında Kıvılcımlı’nın da bulunduğu iki elin on parmağını geçmeyen sayıda- militan komünistler, durmadan bir şeyleri yeniden ve yeniden inşa etmeye çalışmışlar ve neredeyse kalıcı hiçbir şey yaratamamışlardır. Bu gerçeklik dikkate alındığında, böyle geçen bir kırk yılın ardından gelen 1960’lı yılların ilk yarısının, esas olarak teorik çalışmalara hasredilmesi gereken bir dönem olarak görülmesi anlaşılabilir gibi değildir.
Sosyalist Gazetesi (Ocak – Haziran 1967)
Kıvılcımlı’nın sola müdahale konusunda nispeten daha aktif bir konum aldığı 1966 sonrasındaki çabaları da, onun 1960’ların tarihsel anlamını yeterince kavrayamadığının başka kanıtlarını verir. Bunu her şeyden önce, 1967’nin Ocak ayında yayınlamaya başladığı Sosyalist dergisinde gözlemek mümkündür. Hemen belirtmek gerekir ki Sosyalist gazetesi, Kıvılcımlı’nın arada sırada ya da sürekli olarak yazdığı herhangi bir sol yayın değildir. Her şeyini kendisinin belirlediği, yazılarının büyük çoğunluğunu kendisinin kaleme aldığı bir dergidir. O nedenle Sosyalist’i, onun 1960’ların ikinci yarısında sola sistemli müdahale etme niyetinin bir göstergesi olarak nitelemek mümkündür.
Bunun yanı sıra, dergiye seçtiği Sosyalist ismiyle de Kıvılcımlı, çok fazla Ezop diline başvurmadan –tabiri caizse lafı fazla dolandırmadan- genç kuşaklara hitap etmeye kararlı olduğu izlenimini vermektedir.[19] Ne var ki altı aylık yayın süresi boyunca Kıvılcımlı’nın bu dergide yayınlanan yazılarına bakıldığında, onun bu dergi ile tam olarak ne yapmak istediğini pek bilemediği görülür. Kıvılcımlı bir bakıma TİP’ten ümidini kesmiş gibidir.[20] Ama öte yanda solcuların TİP çevresinde kaynaştığı bir dönemde, atılması gereken siyasal-örgütsel adımlar konusunda Sosyalist’in sistemli olarak söylediği çok şey yoktur. Bir anlamda Sosyalist’in adeta hedefi yok gibidir ve niçin çıkarıldığını anlamak güçtür.
Daha ilk sayısında, örneğin ‘‘Sosyalist Kimlerle Çıkıyor’’ gibi iddialı bir başlık altındaki kısacık yazıda Kıvılcımlı şunları söyler:
‘‘27 Mayıs Anayasası Türkiye'nin bir "SOSYAL" cumhuriyet olduğunu sicilledi. Bunun üzerine "Altına hücum" başladı. Azıcık siyasetle ilgilenen herkes kendi kendisini ve benzerini "SOSYALİST" saydı. Hapisaneden çıkanların ilk hürriyet sarhoşluğunu andırıyordu bu. Şimdi kalkıp, güzel güzel "sosyalistim" diyene, "nasıl sosyalistsin?" sorusunu açmanın sevimsiz ve nankör iş olduğunu biliyoruz. SOSYALİST'i çıkaranlar, sosyalizmin nimetine, şöhretine, servetine hiç bir zaman kapılmamıştır. Sosyalizm uğrunda her külfete, lânete, sefalete ise, evel ezel katlanmıştır. Onun için "İŞ" "BAŞA" düşünce görevden kaçınılmamıştır. Bunu bilmeyen "dost" varsa, düşmanlara sorsun’’[21].
Doğal olarak bu satırları okuyan okuyucu, bunların ardından, Sosyalist’in gerçekten kimlerle çıktığını öğrenmek isteyecektir. Hele bu ilk yazıda, gazetenin ‘‘nasıl sosyalistsin?’’ sorusunu sormak istediği de yazılmaktadır. Buysa, diğer sorudan da önemlidir. Yıl 1967’dir; bir başka deyişle, ülkede kırk yıldır yasaklanmış bir düşünce üzerine en azından beş yıldır konuşulmakta, daha doğrusu bir ‘‘sosyalizm’’ gürültüsü yaşanmaktadır. Nedir sosyalizm? Sosyalist nasıl olunur? Kime sosyalist denir? Sosyalist siyaset nasıl yapılır? İşte nihayet bir dergi, öğrenmeye hazır, sorgulayıcı gençlere bunları açıklamayı vaat etmektedir.
Ve bu iddialı girişin ardından Kıvılcımlı, altı ay boyunca çıkan bu gazetede yazılar yayınlar. Ancak Kıvılcımlı’nın bu yazılarının sadece başlıkları bile, onun sosyalist hareketin o dönemdeki acil teorik ve pratik sorunlarını merkeze alan bir yayın yapmaktan çok, kendince önemli bulduğu, ama ideolojik ve örgütsel krize sürüklenmekte olan solun ihtiyaçlarına denk düşmeyen konularda –adeta rastgele- yazdığını gösterir.[22] En az bunun kadar önemli bir diğer sorun da, Kıvılcımlı’nın bu yazılardaki üslubudur. Kuşkusuz bütün bu yazılarında kendisini gösteren entelektüel düzey ve analitik güç konusunda söylenecek bir şey yoktur. Ama Kıvılcımlı bütün bu yazılarında, dönemin sol hareketinin yaygın kavramlarına iltifat etmeyen bir dil kullanmaktadır.
Bu konuda onun Sosyalist’teki yazılarından rastgele seçerek birkaç örnek vermek yararlı olabilir. Kıvılcımlı, İsmet İnönü’nün tarihsel konum ve misyonunu değerlendirdiği bir yazısında da şunları yazmakta:
‘‘Trajedi büyük. Paşadan da büyük. (AĞA-BEZİRGÂN) çetesinin 33 yıl önünde yerlere kapaklanıp eteğini yaladığı ve başında taşıdığı Abdülhamid'in (AGA+BEZİRGÂN) güruhuna HUZUR sağlamaktan başka ne kabahati vardı? Hamit ölünce: "Ne kendi eyledi rahat, / ne halka verdi huzur, / "Yıkıldı gitti cihandan, / dayansın ehl'i kubûr!" demiştir o (AĞA+BEZİRGÂN) çetesi. 44 yıl, önünde eğilip, çizmesini yaladığı ve başında taşıdığı İnönü için sağlığında söylemedik ne bıraktı? Keşke "bunamış" olsaydı. Ne yazık ki, hepsinden daha ayık. Bakın nasıl "LÂTİFE" ediyor hâlâ çelme takan veletlere’’. (‘‘İsmet Paşa Çok Yaşa’’, Sosyalist, 4 Mart 1967).
Yine o sıralarda çeşitli sol dergilerde Nazım Hikmet ile ilgili olarak yapılan abartılı yorumlara ilişkin olarak Kıvılcımlı’nın yaptığı bir değerlendirme de aynı problemi ortaya koymakta. 1967 yılında, TKP’nin 1920’ler sonunda yaşadığı kriz, onun kimi önde gelen figürlerinin uzun süre Sovyetlerden gelen maaşla beslenmesi, daha sonra bunların partiden ayrılarak Kemalist rejime hizmet etmeye başlamaları vb. konularda bilgisi olmayan bir okuyucunun (ki o tarihte kimsenin bu konularda bilgisi yoktur) Kıvılcımlı’nın bu yazdıklarına bir anlam vermesi mümkün değildir. Ancak bu pedagojik sorunun ötesinde Kıvılcımlı’nın polemik dili, o dönemde genç sosyalistlerin ciddiyete okuduğu herhangi bir sol yayın organında rastlanabilecek türden bir dil değildir:
‘‘En son, yeni moda çıktı. Nâzımın ülküsünü elbirliği ile taşa tutanlar, kendisini kutsal puta çevirne yolundan, mumyasını kurşuna diziyorlar. Meğer ciğerinin kaç mangır ettiği bilinen "aziz ahbabı" Şevket Süreyyâ'nın da "İNGILAP" yoldaşı değil miymiş Nâzım? Adam, Nâzım'ı tükürük yağmuruna tutan salyalarını saça saça, sümüğünü çeke çeke, Yön'deki çırağının ağzının suyunu akıttırıyor. Bu goygoycu köy hocalığında tutunamamış kişi, Ankara sultanlarının cinci hocası kesilmiş kısa günde. Afsun tafsunu kuvvetli. Nâzımı nasıl, engerek yılanını gören kurbağa gibi büyülediğini Avcıoğlu'nun sol kulağına fısıldıyor. Ve, Sovyet ticaret mümessilliğinden maaşı kesilir kesilmez, "millî hisleri" kabarıp Ankara'ya kapılanan, bu zat oturmuş, ince Nâzım kesiyor. "diledığimiz gibi olmak" için Ankara iktisat müdürü olarak çalışıyordum" diye başlıyor. (Vah şu Türkiye'nin haline, iktisat işleri kimlere kalmış. Tevekkeli değil ulaştığımız şu "Nurlu istikbal")’’. (‘‘Nazım Hikmet Satıcıları’’, Sosyalist, 12 Nisan 1967).
Kuşkusuz, söyleyecek çok şeyi olduğu halde, yıllardır kimsenin dinlemediği bir kişi olarak Kıvılcımlı’nın bu yaklaşımında, solculara seslenecek bir olanak bulduğunda, bir yazının sınırları içinde mümkün olduğu kadar çok şey anlatmak isteğinin de bir etkisi olabilir. Örneğin onun CHP ve ‘‘Ortanın Solu’’nu değerlendirdiği bir yazısında, tek bir paragrafta ismi geçen dört siyasi figürü, yakın dönemin birer skandal icraatı ile tanımlamakta, böylece analizine daha güçlü bir içerik vermeye çalışmaktadır. Ama bunu yaparken de, söyledikleri iyice karmaşıklaşır:
‘‘Tehlikeyi gene sınangalı Başrahip sezdi. Müritler kongrede Ortanın Soluna inandılar. Eski çarık-kaval-eşek yerine Ecevit; Üretmenden 15 kuruşa alınıp Tüketmene 85 kuruşa satılan PATETES'i, Oral; Kıbrısı bombalamaya gidecek uçaklara yabancı Petrol şirketinin, 2 milyon lira tazminatı da göze alarak, vermediği JET BENZİNİ'ni, Boğazları Panama Kanalı gibi kullanmak isteyen Amerikan PRATT atom gemisini ve hiçe sayılmış MİLLİ EGEMENLİĞİMİZİ ve BARAJI, Yurdoğlu, çiftleştirilecek İNEKLERİ, Erten; "Topaloğlu Piyasası"ında köylüyü yakan TÜTÜNÜ ele aldılar.’’ (‘‘CHP’nin Yolundan Çıkan CHP’’, Sosyalist, 20 Ocak 1967).
Kuşkusuz Kıvılcımlı’nın, genç kuşaklara yabancı gelen, örneğin ‘‘finans kapital’’ ya da ‘‘tefeci-bezirgan sermaye’’ gibi bazı terimlerinin, son derece önemli analitik işlevleri olduğu söylenebilir. Ama bu türden pek bilinmeyen terim ya da kavramları sınırlıdır. Esas sorun, özgün analitik işlevleri olmayan kavramların, terimlerin, metaforların, halk deyişleri vb.’nin yazılarındaki yoğunluğundadır. Yukarıda aktarılan birkaç paragrafta da görülebileceği üzere, bunlar Kıvılcımlı’nın dilini son derece ağdalı ve güç anlaşılır bir hale getirmiştir. Bir anlamda bu dil olsa olsa, o sıralarda yaşları, kırk ya da ellileri geçmiş olan solcuların kulağına –o da belki- hoş gelebilecek bir dildir. Bu dilin sahibi olarak Kıvılcımlı, adeta 1950’lerin yaşlı köşe yazarlarını ya da aynı dönemin Akbaba mizah dergisinin kalemşörlerini hatırlatır gibidir. Bir başka ifadeyle 1967 yılında Kıvılcımlı, hala 1954-57 Vatan Partisi’nin, Vatandaş Gazetesinin, ‘‘Eyüp Konuşması’’nın Kıvılcımlısıdır ve bu haliyle genç sosyalist kuşağa fazla bir şey anlatma olanağı yoktur; ama belli ki, o bu durumun hiç farkında bile değildir.
Oysa o sırada Kıvılcımlı’nın esas okuyucuları, Yön’ü, Sosyal Adalet’i, Dönüşüm’ü okumuş ya da okumakta olan sosyalist gençlerdir. Bu gençler, son altı yıldır mevcut yasaların ve entelektüel birikimin sınırlarıyla belirlenmiş bir şekilde de olsa, klasik doktriner metinleri de okumaktadırlar. Kıvılcımlı ise onlara hitap ederken, geçmiş kuşakların –üstelik geçmiş sol kuşakların değil, geçmiş yarı-aydın kuşakların- kavramları, metaforları, referanslarıyla derdini anlatmaya çalışır. Bu yazılarında, sosyalist gençlerin büyük bir ilgiyle okuduğu Marksist düşünür ve eylemcilere atıfta bulunmaktan ısrarla kaçınır. 1967 yılında genç solcuların kitaplıklarının raflarını dolduran kitapların sadece isimlerine bile bakıldığında, Kıvılcımlı’nın onların kafalarındaki sorunlara, onların anlayabileceği bir dille cevap bulmaya çalışmadığı görülebilir. [23]
Öte yanda, sola müdahaleyi amaçladığı düşünülebilecek bir yayın olarak Sosyalist’in adeta pusulası yok gibidir. Kuşkusuz, gazetenin ilk sayısında çağrısı yapılan ‘‘Sosyalistler Arası Konferans’’, tutulacak bir ana halka gibidir. Ne var ki bu konu bile gazetede, üzerine yeterince konuşulmayan, kenarda kalmış bir konu olarak işlenir. Çağrı iki kez yayınlanır. Ancak anlaşılması zor bir şekilde Kıvılcımlı, bu çağrısına temel teşkil edecek teorik değerlendirmelere girişmez. Kısacası Kıvılcımlı Sosyalist’te, adeta her şeyden ve hiçbir şeyden konuşmaktadır. 1930’ların başlarında kaleme aldığı yedi kitaplık Yol üzerine kimseden herhangi bir tepki almamış olan ve otuz yılı aşkın bir süredir bu yankısızlığı yaşayan Kıvılcımlı, sanki 1967 yılında da hala kendi kendisiyle konuşur gibidir.
Sonuç olarak bütün bunlar göstermektedir ki, sola müdahale konusunda Kıvılcımlı, sadece 1966 öncesinde değil, sonrasında da ana halkayı yakalayamamıştır. Sosyalist, bu haliyle, kapanışından birkaç ay sonra yayınlanmaya başlayacak ve Türkiye Solunun evriminde önemli bir işlev görecek olan Mihri Belli’nin Türk Solu dergisi ile kıyaslandığında, adeta işlevsiz bir dergi görünümündedir.
Kıvılcımlı’nın 1967’deki Sosyalist gazetesi ile, Mihri Belli’nin birkaç ay sonra Türk Solu aracılığıyla gerçekleştirmeye başladığı şeyi başarma imkanı yoktur. Çünkü Kıvılcımlı’nın tersine Mihri Belli –kendi çapına göre- sola müdahale konusunda ana halkayı yakalamıştır. Onun için temel sorun, yeni kuşak solcuları, TKP’nin teorik-siyasal geleneği ile tanıştırmaktır. Bu amaçla Mihri Belli yeni kuşaktan solculara, uluslararası komünist hareketin o dönemde tüm dünyada egemen durumda olan yorumunu (Stalinizmi), benimsenmesi gereken teorik ve pratik miras olarak sunar.
O tarihlerde Türk Solu dergisini okuyanların büyük çoğunluğu, Devrim Stratejisi, MDD teorisi, ittifaklar, 2. Milli Kurtuluş Savaşı, Devrimci Ordu Geleneği vb. üzerine yazılanları okurken, tüm bunları, o dönemde dünyanın altıda birinde geriye döndürülemez bir zafer kazandığı düşünülen komünist düşüncenin, Türkiye koşullarına uyarlanma denemeleri olarak okumaktadırlar. Türk Solu dergisinin ve sonuç olarak MDD hareketinin başarısının sırrı buradadır. Bu başarının büyüklüğü, 1960’ların sonlarından 1980’e kadar, Türkiye’de solun neredeyse tüm unsurlarının, Marksizm bu Stalinist yorumunun varyantlarını benimsemesinden anlaşılır.
Kıvılcımlı ise aynı dönemde sola müdahale konusunda o kadar pusulasızdır ki, oldukça uzun bir süre solcular tarafından ‘‘MDD’ci bir eski TKP’li’’ olarak algılanır. Çünkü Hikmet Kıvılcımlı da Türk Solu’nda yazmaktadır; ama solun Marksizmle tanıştırılması ya da sosyalist siyaset söz konusu olduğunda, Kıvılcımlı’nın bağımsız bir konumu yoktur. Yine anlamlı şeyler yazmaktadır. Ama o yazdıkları, genç sosyalistlerin yönlerini bulmalarını sağlayacak bir içerikte değildir. O yüzden de Kıvılcımlı, 1968-1970 yılları arasında Türk Solu’nda –ve Aydınlık dergisinde, genç kuşaklara gerçekte verebileceklerinin çok azını vermek durumunda kalmıştır.
Sonuç olarak denilebilir ki 1967 sonrasında Kıvılcımlı, sol kadroların ve sosyal hareketin potansiyelini yeterince değerlendirememiş, Türkiye soluna, sanki bu sol hala 1950’leri yaşıyormuşçasına müdahalede bulunmaya çalışmıştır. O dönemde solun en birikimli önderi olan Kıvılcımlı’nın bu zaafı nedeniyle ne yazıktır ki, 1960’lar solunu Marksizmle tanıştırma görevi, bu alanda son derece yetersiz bir TKP’li olan Mihri Belli’ye kalmıştır.
1960’larda Eyüp Konuşması’nın İzleri ya da 1960’lar Solu ve Din Konusu
Eyüp Konuşması, daha doğrusu Kıvılcımlı’nın bu konuşmanın başlangıcında söyledikleri, 1957’de kalmış bir şey değildir. Kıvılcımlı, bu yaklaşımını neredeyse ölene kadar muhafaza etmiştir. Örneğin 1970 yılında da benzer şeyleri söylemektedir. Dolayısıyla, onun Eyüp konuşmasının girişinde söyledikleri, konumuz itibariyle şu açıdan önemli. Kıvılcımlı’nın, 1960’lar soluna müdahalesindeki eksiklikleri ya da gerekli müdahalede son derece geç kalışının nedenleri ile onun 1950’lerde şekillenen bu söylemi (ve onun arkasındaki siyaset anlayışı) arasında bir bağlantı vardır.
Kıvılcımlı, Şubat 1970’de, son birkaç yıldır işçi ve emekçilerle canlı bağlar kurabilmiş genç solculara şunları söyler:
‘‘Çünkü canavar müthiş: bir avuç adam ama, elinde öyle kudret var ki... Bütün büyük endüstriyi, bütün üretim alanlarını kontrolü altına almış, oradan müthiş bir gelir sağlıyor. Milyarları eline geçiriyor bu büyük canavar. Bu kadar zengin para gücü elinde olduğu gibi, devleti de eline geçirmiştir. Demin verdik örneği –hepimiz her gün görüyoruz– dini de ele geçirmiştir. Yani din elbette, hele bizim dinimiz, Müslüman dini devrimci, ilerici, gerçekten halkçı bir dindir. Onu bile Finans-Kapital elimizden almaya çalışmıştır. Ve almış gibi gözüküyor hatta, değil mi? Büyük yığınlarımız Finans-Kapitalin partisine oy veriyor. Niçin? Finans-Kapital din aracını bir yem gibi kullanıp onu da elinde bir silah gibi kullanıp, memleketi pekâlâ peşine takıyor.’’ [24]
Burada dikkati çekilmesi gereken birbiriyle bağlantılı üç nokta bulunmakta. Birincisi, Kıvılcımlı, ‘‘müslüman dini(ni) devrimci, ilerici, gerçekten halkçı bir din’’ olarak değerlendiriyor. Ardından Finans Kapital’in onu bile ‘‘elimizden almaya’’ çalıştığını, hatta aldığını söylüyor. Onun ardından da kanıt olarak, büyük emekçi kitlelerinin Finans-Kapitalin partisine oy verdiğini, Finans-Kapitalin dini başarılı bir şekilde kullandığını hatırlatıyor.
Kıvılcımlı’nın bu söylediklerinin anlamını yorumlayabilmek için şu sorular gerekli görünmekte: Kıvılcımlı, bunları dile getirdiği konuşmasında (ya da başka bir yerde), Türkiye’de –en azından 1946 sonrasında- dinsel söylemi öne çıkaran kitle hareketlerinin varlığından söz etmiş midir? Ya da yine bu konuşmasında veya başka bir yerde, solcuların dini dikkate almamaları nedeniyle, propaganda ve örgütlenme çalışmasında yaşadıkları başarısızlıklara atıfta bulunmuş mudur? Hayır, Kıvılcımlı’nın o dev külliyatı içinde böylesi değinmeler yer almaz. Yine bu bağlamda şöyle bir soru da anlamlı olabilir. Kıvılcımlı bunları söylediği sıralarda, siyasal İslam gelenekli militanlar, grev yapan işçilerle ya da toprak işgaline kalkışan köylülerle dayanışma içine mi girmektedirler? Bu sorunun da cevabı açıktır. 1960’lı yıllarda (ve ne de sonrasında), siyasal İslamcıların plebyen karakterli bir harekete öncülük ettikleri görülmemiştir.
Peki Kıvılcımlı Şubat 1970’de söylediği bu sözleri ne ile gerekçelendirmektedir? Sorunun cevabını yine aynı yerde kendisi vermekte. Kıvılcımlı, günümüzün nice siyasal analistinin AKP’ye oy veren emekçiler üzerine söylediklerini hatırlatır bir tarzda ve onlarla aynı sığlıkta, kitlelerin egemen sınıf partilerine oy vermelerinden söz etmektedir (‘‘Büyük yığınlarımız Finans-Kapitalin partisine oy veriyor. Niçin?’’). Burada açık bir şekilde onun, kitlelerin siyasal davranışlarına ilişkin dar bakış açısının izleri görülmekte. Günümüzün pek çok köşe yazarlığına soyunmuş aydını gibi o da, kitlelerin siyasetle ilişkisini, sadece seçimlere atıf yaparak açıklamaya çalışmaktadır.
Aslında Kıvılcımlı bu noktada, 1960’lar TİP’inin Aybar ve Boran gibi önderlerinin siyaset anlayışına oldukça yakın gözükmektedir. Tıpkı onlar gibi Kıvılcımlı’nın da, siyaset deyince ilk aklına gelen ‘‘seçim’’ ve ‘‘oy’’dur. Ve bunun tabii sonucu olarak da, tıpkı Aybar ve Boran gibi o da, özellikle 1968’den sonra, siyaseti el yordamıyla da olsa Marksist anlayışa uygun bir şekilde kavrayan ve bu sayede emekçi kitlelerle güçlü ilişkiler kuran genç devrimcilere yol gösteremeyecektir.
Kıvılcımlı bu sözleri söyledikten sadece birkaç ay sonra 15-16 Haziran gösterileri patlak verir. Ama daha da önemlisi, Kıvılcımlı’nın TİP’in Beşiktaş ilçe örgütünde genç devrimcilere bunları söylediği sırada, yaklaşık bir buçuk yılı aşkın bir süredir, İstanbul bir dizi fabrika işgaline sahne olmuştur. Pek çok militan karakterli grev yaşanmıştır. DİSK’in sendikal örgütlenmesi hızla gelişmektedir. Bu süreçte genç kuşak devrimciler, TİP’in ve Dev-Genç’in örgütlenme yetersizliklerine rağmen, yine de mücadeleye giren işçilerle dayanışma sürdürmek için canla başla çalışmaktadır. Aynı dönemde Akhisar, Ödemiş, Söke, Samsun Alaçam, Gaziantep, Malatya ve daha pek çok başka yörede devrimci gençler, küçük üreticilerin yarattığı sosyal hareketlere de etkin katkılarda bulunmaktadırlar. Bir başka ifadeyle bu genç devrimciler, Kıvılcımlı’nın kırk yıllık siyasal yaşamı boyunca hiç deneyemediği bir çalışmayı, el yordamı ile pratik içinde doğruları bularak sürdürmektedirler.
Hatırlatmaya bile gerek yok ki, genç devrimcilerin o sıralarda başarılı bir şekilde ilişki kurdukları o şehirli ve köylü emekçiler de Müslümandır. (Alibeyköy yöresindeki fabrikalarda yaşanan kimi hareketlilikler düşünüldüğünde, aralarından bazılarının Eyüplü oldukları bile söylenebilir). O emekçiler de Müslümandır; ama bu süreçte TİP’in ya da Dev-Genç’in militanlarının, din konusuna gereken önemi vermek ya da vermemek gibi bir sorunları olmamıştır. Onların bu işi yaparken tek eksikleri, kendilerini bu çalışmalarda çok daha iyi seferber edebilecek bir devrimci siyasal örgütün yokluğudur. En büyük sorunları budur, Kıvılcımlı ise hala, olmayan bir sorun üzerine kafa yormaya, ‘‘Müslüman yoksulları’’ın kime oy verdiğine, Finans-Kapitalin dini elimizden aldığına, sosyalistlerin dini küçümsediğine takılıp kalmış durumdadır.
Kıvılcımlı, o eylemlerde işçi ve emekçi yığınlarıyla ilişki kuran TİP’lilerin, Dev-Gençlilerin ve kimi DİSK sendikacılarının propaganda ve örgütleme çalışmalarında önemli eksiklikler mi görmüştür? O nedenle mi böyle konuşmaktadır? Ona göre devrimciler dini küçümsedikleri için bu çalışmalarda önemli yanlışlar mı yapmaktadırlar? Kıvılcımlı’nın bu sıralardaki konuşma ve yazılarında bunların izi bile yoktur. Ama zaten onun böyle şeyler düşünmesi de mümkün değildir; çünkü o çalışmalar oldukça başarılıdır ve ne o sırada ve ne de ondan sonra, devrimcilerin bu çalışmalarında din olgusunu küçümsedikleri için yeterince verimli olamadıkları yolunda herhangi bir eleştiri ne Kıvılcımlı’dan ne de başkalarından gelmiştir.
Peki Kıvılcımlı 1970 yılında niye böyle konuşmaktadır? İşin doğrusu, Kıvılcımlı hala başka bir dünyada yaşamaktadır. 1960’lı yılların, özellikle de 1968 sonrasının Türkiye solu ve sosyal hareketi açısından anlamını kavrayamamıştır. O kadar ki, aynı ‘‘TİP Seminerleri’’nden bir diğerinde, emekçi kitlelerle başarılı ilişkiler kurma yoluna girmiş genç devrimcilere, o gençlerin bir süredir içinde oldukları pratiği dikkate almadan şöylesine tuhaf eleştirilerde bile bulunabilmektedir: ‘‘ki bizim dinimiz, devrimci ve insancıl dinlerin en mükemmelidir. Onu da... Biz sosyalist olunca, hemen ona karşı gelmek lazım gibi bir havamız da var bizim. Yani kendimizi de eleştirelim. Ve o zaman, zeytinyağıyla su gibi de halkımızla ayrı kalıveriyoruz’’.[25]
Kıvılcımlı burada ‘‘biz’’ demektedir, ama hitap ettiği devrimci gençlerin bu eleştiriye muhatap olmaları gereken bir konumları yoktur. Kitlelerle (Kıvılcımlı’nın terimiyle ‘‘halkımızla’’ ilişki konusunda hızla, ‘‘zeytinyağı-su’’ metaforunu anlamsız kılacak bir konuma ulaşma süreci içindedirler. Bu süreçte din konusu, 1968 sonrasında emekçilerle ilişki kurmaya kalkan gençler için –muhtemelen bu hareketlere katılan her devrimci gencin bu konuda zaman zaman hissettiği ürküntüye rağmen- hiçbir zaman büyük, aşılmaz sorunlar yaratmamıştır. Kuşkusuz ‘‘Müslüman’’ emekçilerle ilişki kurma süreci içinde, bu devrimci gençlerin ateizm propagandası yapma heyecanlarına ket vurmak ya da dinsizliklerini gizlemek diye bir sorunları elbette olmuştur. Ama şurası ilginçtir -ki bunu 1968 ve 1974 sonrasında sosyal hareketlere katılan pek çok militanın hatırlaması gerekir- o ‘‘Müslüman’’ emekçiler, on yıllardır kendilerine ‘‘dinsiz’’ olarak tanıtılmış devrimcilerle birlikte davranmaya başladıklarında, bir anlamda kendi ‘‘müslümanlıklarını’’ gizlemişler ve din konusunu gündeme getirmemişlerdir. (Benzer bir durumu, o tarihlerden neredeyse kırk yıl sonra, Tekel işçilerinin direnişine katkı veren günümüz solcuları da muhtemelen yaşamış olmalılar.)
Peki niye böyle olmuştur? Niye Kıvılcımlı’nın uyarıları o dönemde bile anlamsız kalmıştır? Bunun nedeni çok karmaşık değildir. 1960’ların sonlarında devrimci gençlerin ilişki kurmayı başardıkları o emekçiler, artık Étienne de La Boétie’nin 500 yıl önce köleliklerinin sırrını anlamaya çalıştığı ‘‘gönüllü köleler’’ değildir. Bir zamanların kelimenin soylu anlamında siyasetten habersiz, haberli oldukları zaman da ondan dehşetle korkan emekçileri olmaktan çıkmaktadırlar. Artık dört yılda bir yıl oy veren ‘‘seçmen’’ kimliğini bir yana bırakıp, siyasetin öznesi haline dönüşmeye başlamakta, o güne kadar yaşadıkları tevekkülden sıyrılıp itiraz kültürü geliştirmektedirler. İşte bu yepyeni praksis, yaşamın bu yeni boyutunda kendilerine yardımcı olmaya çalışan ‘‘dinsiz’’ devrimcileri ‘‘yoldaş’’ olarak görmelerine olanak vermektedir. Öyle ya, onlar için din, Marx’ın deyimi ile ‘‘kalpsiz dünyanın kalbi’’dir. Din o nedenle o insanlar için büyük bir anlam ifade etmektedir. Ama işte şimdi, dinsizlerle yan yana güzel şeyler yapmaktadırlar. Bunda da anlaşılmaz bir şey yoktur. Çünkü onlar artık, kelimenin gerçek ve soylu anlamındaki siyasetten uzak, Kıvılcımlı’nın arada kullandığı deyimle ‘‘oy davarı’’ haline getirilmiş emekçiler değillerdir. Öte yanda da, o ‘‘dinsizler’’ solcudurlar. Ve ‘‘Müslüman’’ emekçiler, bir Fransız solcusunun ‘‘sol’’ tanımını, adeta Marx’ın tanımını yeniden keşfedercesine, mücadele içinde her an yeniden yazmışlardır : ‘‘Sol, kalbin yeridir; sağ ise cüzdanın.’’
Mesele aynı zamanda bu kadar basittir de. Ama işte Kıvılcımlı, üstelik 1970 yılının başlarında bile, bu konuda gençlere yönelttiği eleştirilerle, farkına varmadan sorunu karmaşıklaştırmaktaydı. Neyse ki, 1968-71 yıllarında (ve 1974 sonrasında) emekçilere giden devrimcilerin bu konuda kafaları Kıvılcımlı’dan çok daha aydınlıktı. O yüzden Kıvılcımlı’nın eleştirilerini ciddiye almadılar ve o sayede emekçilere yönelik başarılı propaganda ve örgütleme çalışmasını sürdürebildiler. Kuşkusuz bu çalışmaların büyük zaafları vardı. Ama o zaafları, ‘‘Müslüman’’ emekçiye nasıl yaklaşılacağı konusunda değildi. Onlar –bu yazının kapsamı dışında- çok daha başka konu ve alanlara ilişkindi.
Aynı soruna Kıvılcımlı açısından bakarsak şunlar söylenebilir. Bir bakıma 1970 yılının başlarında Kıvılcımlı hala, 1957 yılında Eyüp meydanındaki emekçilere hitap eden Vatan Partisi genel başkanı gibidir. Ama işte o aynı Kıvılcımlıdır da, o sıralarda düzene itiraz eden İstanbullu işçiler ya da Anadolu köylüleri, 1957’nin Eyüp’lü emekçilerinden çok farklı bir yerdedir ve Kıvılcımlı, bu değişimi yeterince fark edememektedir.
Üstelik Kıvılcımlı, o tarihlerde her şeyden uzak bir eski sosyalist de değildir. Sosyal hareketin içindeki militanlarla bağlantıları vardır, onlarla görüşmektedir. Örneğin 1960’ların eşine az rastlanır devrimci sendikacı tipinin en başta gelen temsilcisi İsmet Demir’i ve kimi Dev-Genç militanlarını tanımaktadır. Muhtemelen onların deneylerinden haberdardır. Haberdardır ama, o hâlâ 1960 öncesinde yaşamakta ve o nedenle de genç devrimcilere tuhaf tavsiyelerde bulunmaya devam etmektedir. Ta ki, 1970 Haziran’ında, tabiri caizse, ‘‘aklı başına gelene’’ kadar.
Kıvılcımlı Neden 1960’ları Anlayamadı?
Kıvılcımlı’nın bu zaafının nedenleri, bizzat onun yaşamının kimi karakteristiklerinde aranmalı. Şöyle ki, her şeyden önce onun 1960’ların en yaşlı sosyalisti olduğu unutulmamalı. Bu nokta şu açıdan önemli: Kıvılcımlı’nın hayatının çok büyük bir kısmı, muazzam bir düşünsel ve toplumsal durgunluk ortamında geçmiştir. Onun 1920’lerin başlarından 1960’a kadar tüm siyasal ve örgütsel deney birikimi, ağırlıklı olarak, düşünsel dünyası ve sosyal hareketi olağanüstü çorak bir ülkede var olmaya çalışan bir gizli örgütlenme çerçevesinde yaşananlara dayanır (biraz da 1954-57 arasındaki Vatan Partisi’ne).
Üstelik Kıvılcımlı, bu kırk yıla yakın sürenin yirmi iki yılını hapiste geçirmiştir. Bu uzun dönemde kendisini her ne kadar teorik yönden çok iyi yetiştirmiş, okumayı, yeniden ve yeniden öğrenmeyi, yazarak yaratıcılığı hiçbir zaman bırakmamış da olsa, somut siyaset ve sosyal pratik denildiğinde, onun kafasında oluşan işçi ve emekçi, bir anlamda 1957’de Eyüp meydanında kendisini dinlemeye gelen ‘‘sade vatandaş’’lardır. Çünkü bu kırk yıl boyunca Kıvılcımlı, bu ‘‘sade vatandaş’’ların siyasetin öznesi olma yolunda adım atabildikleri deneyleri hiçbir zaman yaşamamıştır. Onun 1960’lı yıllara kadar şahit olabildiği tek sosyal hareketlenme, uzaktan haberdar olduğu ve birinci elden bilgi sahibi olamadığı Kürt isyanları ve 1932’de Serbest Fırka’nın kuruluşunun ardından İzmir’de yaşananlardır (kendisi de bu hareketlenmeyi, daha sonra bir yazısında, ‘‘İzmir’in işçiler tarafından işgali’’ olarak niteleyecektir). Yine Türkiye işçi hareketi tarihinin, son derece kısa süreli de olsa, en önemli dönüm noktalarından biri olan ve on binlerce işçiyi harekete geçiren 1946 sendikalaşma sürecini de hapishaneden izlemiştir (yine bu hareketi de bir yazısında, ‘‘sendikaların yerden mantar biter gibi ardı ardına kurulması’’ olarak tanımlayacaktır).
1951 yılında, 13 yıllık cezaevi yaşamının ardından serbest bırakıldığında, Kemalizmin toplumda neredeyse her anlamda yaprak kımıldatmayan diktatörlüğü yeni yıkılmıştır. Bu süreçte özne konumundaki Demokrat Parti’nin başarısı, onun demagojik söyleminin kitleler üzerindeki büyük etkisi, Kıvılcımlı’yı, sıradan insanlara seslenme yordamı bulma konusunda etkilemiş olabilir. Vatan Partisi deneyinde, Vatandaş gazetesinde, Soğan Ekmek Kongresi vb.’de bu etkinin izleri görülebilir. 1960 sonrasında sola müdahale konusunda son derece çekingen davranan Kıvılcımlı’nın, koşulların tamamen elverişsiz olduğu 1954 yılında bir siyasi parti kurmasını ve 1957’de tutuklanana kadar bu partinin örgütlenmesi için canla başla çalışmasını başka türlü açıklamak bana mümkün görünmüyor.
Son olarak Kıvılcımlı’nın 1960’lı yılların sol ve sosyal hareket potansiyelini yeterince değerlendiremeyişine ilişkin bir diğer faktörün de sözünü etmek gerekir. Yukarıda, Kıvılcımlı’nın, kırk yıla yakın bir süre içinde, düşünce dünyası ve sosyal hareketlilik açısından çorak bir ülkede yaşadığını söyledik. Ama bunun da ötesinde Kıvılcımlı –bu eksikliği hiç olmazsa bir ölçüde telafi edebilecek bir şekilde- ülke dışında da yaşamamıştır (ölümünden önceki son üç-dört ay hariç); ve dolayısıyla da, hiçbir zaman başka ülkelerdeki sosyal hareket deneylerini bizzat gözleme şansına sahip olmamıştır.
Kıvılcımlı, 1960’lı yıllarda artık yepyeni bir Türkiye ile karşı karşıya olduğunu çok geç, neredeyse 1970 yılının ikinci yarısında fark eder. Kuşkusuz onun Eyüp’lü işçisi 1960’lı yıllar boyunca hep vardır. Ama onları miting meydanında ikna etmek -1950’lerde olduğu gibi- hala imkânsızdır. O işçiler ancak 1960’ların sonlarına doğru, içinde yaşadıkları iş ve yaşam koşullarına itiraz etmeye ve bazen de isyan etmeye başladıklarında, solcularla diyalog ve ilişki kurmalarının yolu açılmış olacaktır. Ancak Kıvılcımlı, bu sürecin başladığı 1968 sonrasında bile, yani yer yer kimi TİP örgütlerinin, ardından Dev-Genç’in ve DİSK’in, işçi ve emekçi kitlelerin sosyal hareketine müdahale etmeye başladıkları bir dönemde bile, hala Türk Solu aracılığıyla yaptığı teorik aydınlanma çalışmasıyla yetinmektedir. Sonuç olarak Kıvılcımlı, 1968 sonrasında yükselen sosyal hareketin işçi ve emekçisini tanıyamamış; o nedenle de, kendisinin yaşamadığı deneyleri yaşayan genç solculara o kritik dönemde önderlik yapamamıştır. Kıvılcımlı, artık yepyeni bir Türkiye ile karşı karşıya olduğunu çok geç, neredeyse 1970 yılının Haziran ayında fark edecektir. Ama artık çok geçtir. Kısacası, 1960’ların ikinci yarısında, Türkiye solunun uluslararası komünist hareketin birikimiyle tanıştırılmasında, bir teori abidesi olan Hikmet Kıvılcımlı’nın değil de, teoriye son derece uzak Mihri Belli’nin birincil rol oynaması, Türkiye solu açısından trajik sonuçları olacak olan bir olumsuzluktur; ve bu olumsuzlukta Kıvılcımlı’nın payı görmezden gelinemez.
Kıvılcımlı’nın 1960’lardaki Yegâne Atılımı (Haziran 1970- Nisan 1971)
Kıvılcımlı, 1970 Haziran’ının sonlarından itibaren, yaklaşık bir on yıllık görece durgunluğun ardından, 26 Nisan 1971 gününe kadar şaşırtıcı bir inisiyatif yoğunluğu içine girer. Bu sekiz-on aylık süre içinde yazdıkları, yayınladıkları ve yaptıklarının yoğunluğuna bakınca, onun sol ve sosyal hareketin potansiyelleri konusunda artık farklı düşünmeye başladığını söylemek mümkündür. Adeta geçen yılların ifade ettiği gecikmeyi telafi etme çabasında olduğunu hissettiren bir yoğunluktur bu. Bu ani sayılabilecek değişimde, 15-16 Haziran 1971 günlerinde yaşanan büyük işçi eylemlerinin tetikleyici bir işlev gördüğü düşünülebilir. Zaten bu sırada birbiri ardına yayınlamaya başlayacağı kitapların ilki olan Oportünizm Nedir?’in ilk cümleleri şunlardır: ‘‘Türkiye işçi sınıfı hepimizden er davrandı : Kılıcını ortaya attı. Her türlü "Devrimci" aydın gevezeliğine en kestirmeden keskin karşılığını bir vuruşta verdi. Artık sözün yeri kaldı mı?’’[26] Bu sözlerin ardından, özellikle TİP ve MDD’ciliği eleştirdiği bu kitaplarını 5-6 ay önce yazmış olduğunu ve ‘‘yayınlama olanağı’’nı beklediğini ekler. Görüldüğü gibi 1970 Haziran’ının sonlarında, Kıvılcımlı’nın sol içi tartışmalara ve sol pratiğe boylu boyunca girmesinin zamanı nihayet gelmiş gibidir.
Kıvılcımlı, kimileri birkaç ay önce yazılmış bir dizi kitabın yayınının yanı sıra, 1970 Aralık ayında Sosyalist dergisini yeniden yayınlamaya girişir. 1967 Sosyalist’inde olduğu kadar değilse de, bu Sosyalist’te de yazıların büyük çoğunluğu yine onun tarafından kaleme alınmıştır. Kıvılcımlı’nın bu sırada yayınladığı kitap ve yazılarda –devrimci gençlerin ihtiyacına uygun olarak- artık ‘‘Marksist ustalar’’a açık referanslarla ve radikal bir dille yazmaya başladığı görülür. Bir anlamda sanki 1930’ların başlarındaki diliyle konuşmaya başlamış gibidir. Bunun en açık göstergesi, Sosyalist gazetesinde Yol’un Partide Konaklar ve Konuklar bölümünü yayınlamaya başlamasıdır. [27] Yani Kıvılcımlı bu sırada, geçmişte yazdığı metinlerin bir kısmını da gün ışığına çıkartmaktadır. Örneğin Bolşevik partisi tipinde bir örgütlenmenin, Sovyet tipi bir ayaklanmadaki rolünü ortaya koyduğu Devrim Nedir?'in çoğaltılmış nüshaları bu sıralarda elden ele dolaşmaya başlar. Bu kitabın yaygınlaştırılma biçimi, Kıvılcımlı’nın, yasal koşulların yayınlanmasına elvermediği kimi eski metinlerini bile yeni kuşaklara iletmeye karar verdiğini göstermektedir.
Kıvılcımlı’nın özellikle MDD hareketine yönelttiği eleştirileri, okuyanlara ister istemez, ‘‘bu adam bunları niye üç yıl önce yazmadı, şimdi artık çok geç değil mi? dedirtir cinstendir. Gerçekten de, eğer Kıvılcımlı bu sekiz-on aylık sürede yazdıklarını ve yayınladıklarını, MDD hareketinin yükselmeye başladığı ve TİP içinde Aybar-Boran anlaşmazlığının ortaya çıktığı 1968 yılında yazmış ve yayınlamış olsaydı, solun ideolojik ve örgütsel krizinin sağlıklı bir şekilde çözümlenmesine muazzam katkısı olabilirdi. Ne var ki sola müdahale için 1970 Haziran’ı artık çok geç bir tarihtir. Bu tarihte TİP bir küçük çevre (sekt) partisine dönüşmek üzeredir. Yükseliş süreci çoktan geride kalmış bulunan MDD hareketi ise hızla dağılmaktadır. MDD’ye en büyük dinamizmini veren genç devrimci kadrolar, yeni ‘‘parti’’, ‘‘örgüt’’, ‘‘ordu’’, ‘‘cephe’’ vb.’lerin inşası yolundadırlar. Bir başka ifadeyle, 1960’ları ya da en azından 1968 sonrası iki altın yılı değerlendirme şansı çoktan kaçmıştır.
Bu noktada bir spekülasyon yapmaktan kendimi alamıyorum. Eğer Kıvılcımlı, 1968 sonrasında üzerine düşen ve üstesinden gelebileceği müdahaleyi yapsaydı, solun birliğinin çok daha gelişkin bir ideolojik ve örgütsel düzeyde yeniden inşasına öncülük edebilirdi. Bu ise, Türkiye solunun, 1974 sonrasında yaşanacak olan sosyal hareket yükselişine çok daha bütünlüklü ve etkin bir biçimde müdahalesi demek olacaktı. Ve belki de 1970’li yıllarda Türkiye, aynı dönemde Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi Akdeniz ülkelerinde oluşan siyasal işçi hareketinin bir benzerini yaşayacaktı.
Başlarken, 1960’lı yıllarda Tarihin bir anlamda Mehmet Ali Aybar ve Mihri Belli’ye bir şans verdiğini, onların bu fırsatı kullanmak üzere harekete geçtiklerini, ama öznel yetersizlikleri nedeniyle bunu değerlendiremediklerini söylemiştik. Bitirirken, aynı problematiği Kıvılcımlı için de yorumlayalım: Geriye dönüp bakıldığında, Tarihin aslında Kıvılcımlı’ya da bir şans verdiğini ve öznel yetenekleri nedeniyle onun bu şansı değerlendirebilecek çapta olduğunu görüyoruz. Ne var ki Kıvılcımlı çok uzun bir süre, bu fırsatı değerlendirmek üzere harekete geçememiştir; harekete geçtiğinde ise artık çok geçtir. Sonuç olarak yaşanan, Tarihte Bireyin Rolü hikâyesidir. 1960’lar Türkiye solunda bu hikâye böyle yaşanmıştır. Ve kim bilir belki biraz da bu nedenle sol, bu yaşanmışlığın olumsuz sonuçları içinde hâlâ debelenmekte.
[1] Bu iddianın gerekçelendirilmesi, şu iki çalışmamda ayrıntılı bir şekilde yapılmıştır: Türkiye Solu (1960-1980), Versus Yayınları, 2007; Sol Hakkında Her Şey mi?, Versus Yayınları, 2008.
[1] Necmi Erdoğan, ''Kıvılcımlı Söyleminin Uğrakları: Tarih, Gelenek ve 'Kutsal İhtilalcilik''', Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce - Dönemler ve Zihniyetler, Cilt: 9, İletişim Yayınları, 2009, s. 180.
[1] Yol, Cilt: 1, Parti ve Fraksiyon, Bibliyotek Yayınları, 1992, s. 327.
[1] A.y., s. 326
[1] A.y., s. 326.
[1] Hikmet Kıvılcımlı, Demokrasi: Türkiye Ekonomi ve Politikası Hakkında, Bütün Eserleri: 37, Sosyal İnsan Yayınları, 2011, s. 11.
[1] A.y., s. 14.
[1] A.y., s. 24.
[1] A.y., s. 29.
[1] TKP’nin önde gelen şahsiyetlerinin daha sonra bu konuda yaptıkları sınırlı değinmelerle ilgili olarak bkz.: Hikmet Kıvılcımlı, Kim Suçlamış? Brejnev’e Mektup, Yol Yayınları, İstanbul, 1979; Mihri Belli,’’TKP Üzerine’’, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 6, İstanbul, 1988, s. 1934. Bunların yanı sıra, Zeki Baştımar’ın bu konudaki değerlendirmesi de, TKP MK Dış Bürosu’nun 1962 yılında toplanan bir konferansında yaptığı konuşmasında yer alır: TKP MK Dış Bürosu 1962 Konferansı, TÜSTAV Yayınları, İstanbul, 2002, s.67.
[1] Kıvılcımlı’nın 1937 yılında Kemalist hükümetler hakkında yaptığı bu değerlendirme, on yedi yıl sonra Vatan Partisi program gerekçesinde aynı konuda yapacağı değerlendirmelerin bile gerisine düşmektedir. 1954 yılında kaleme aldığı bu metinde Kıvılcımlı, Kemalizmin siyasal-sınıfsal konumu üzerine şunları yazar:
''Göbek bağı Asyâi derebeyi artıklarına bağlı kalan bu zümreleri (‘‘büyük şehirlerin kodaman bezirganları’’ ve ‘‘taşra hacıağaları’’ –e.a.), Kuvayi Milliyecilik vesayet altında idare etmekten başka çıkar yol bulamadı. Böylece, Kuvayi Milliyecilerin önüne iki ucu tutulmaz bir değnek çıkıyordu: Hem, o zamana kadar hak bildikleri telakkiye göre, eski üstün idareci sınıfları kendi partilerine ana kuvvet kaynağı sayıyorlardı; hem de, vesayet altına sokuyorlardı. Bu tezatlı zaruret CHP’nin alın yazısı oldu. CHP, kendisine maddi manevi temel, fikri dayanak, siyasi kaynak yaptığı zümrelerin fıtri kaypaklığına karşı tedbir almak zorunda idi. Büyük şehirlerin ecnebi nüfuzuna kapılmamasını, taşra ağalarının derebeyivari irticaa kaymamasını istiyordu. Lakin, muvakkaten içine indiği geniş halk yığınlarına cahil ayak takımı diye yukarıdan bakmayı öğrenmişti. Böyle bir partiye, DİKTATÖR’lükten başka idare tarzı kalmıyordu. (...) Diktatörlük devriyle, ecnebi sömürgeciliğinden kurtuluyorduk. Lakin bu sefer milli hükümranlığımız başka tehlikeye uğradı. Prusya’da katmerleşen Yunker-Asker-Banker bizantizmi ihtimaliyle yüzleşiyorduk. (...) Alman Nazilerinin ‘‘Tek vatan, Tek parti, Tek Führer’‘ şiarını ‘‘Tek parti, Tek millet, Tek önder’‘ şeklinde Türkçe’ye çeviren C.H.P., masal sihirbazları gibi kendi başına topladığı cinleri en sonra dağıtamayıp çıldıracak duruma girmişti.’’ (Hikmet Kıvılcımlı, Kuvayimilliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz (Gerekçe), Bütün Eserleri: 4, Sosyal İnsan Yayınları, İstanbul, 2007, s. 25).
[1] Hikmet Kıvılcımlı, Devrim Nedir?, İkinci Basılış, Kıvılcım Yayınları, İstanbul, 1977.
[1] A.y., s. 132.
[1] Kuvayimilliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz, Bütün Eserleri: 4, Sosyal İnsan Yayınları, 2007.
[1] Bu yazı daha sonra Kıvılcımlı’nın Nisan 1970’te Ant Yayınları’ndan çıkan 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi başlıklı kitabının girişinde yer almıştır.
[1] ‘‘Atma Avcıoğlu Din Kardeşiyiz’’, Çaltı, 1.11.1965; ve Yön, 19.11.1965, Sayı: 138.
[1] Bu konuda bkz.: Hikmet Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, Ant Yayınları, Nisan 1970, İstanbul, s. 37.
[1] Halk Savaşının Planları ( http://www.sosyalistkutuphane.com/drhikmet-kivilcimli/3449-drhikmet-kivilcimli-halk-savasinin-planlari.html).
[1] Belirtmek gerekir ki o sıralarda TİP’in yayın organı Sosyal Adalet dergisinde bile ‘‘sosyalizm’’ sözcüğü yerine hâlâ ‘‘toplumculuk’’ kullanılmaktadır. Yine TİP önderleri siyasal konuşmalarında ‘‘toplumculuk’’ terimini kullanmaya hayli düşkündürler.
[1] Sosyalist’in son sayısında yayınlanan -muhtemelen kendi kendisiyle yaptığı- bir röportajda Kıvılcımlı, Vatan Partisi’nin yeniden faaliyete geçireceğini belirten şeyler söylemektedir (Bkz.: ‘‘Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile Konuşma’’, Sosyalist, 20 Haziran 1967 (dijital versiyon).
[1] ‘‘Sosyalist Kimlerle Çıkıyor’’, Sosyalist, 20 Ocak 1967 (dijital versiyon).
[1] ‘‘Bizantizm mi Sosyalizm mi’’, ‘‘Emperyalistler Arası Boğuşma: Amerikan Süperemperyalizmi’’, ‘‘Milli Birlik Komitesi’nin Azameti ve İnhitatı (Ululuğu ve Ölülüğü) I’’, ‘‘Çin Halk Cumhuriyeti: Kızıl Bekçiler’’ (7 Şubat 1967), ‘‘Geberen Kapitalizm: Emperyalizm’’, ‘‘CHP’nin Yolundan Çıkan CHP: Büyük Burjuva Partiliğinden Küçük Burjuva Partiliğine’’, ‘‘Türkiye’de Sosyalist Konferansı İçin’’, ‘‘Kızıl Bekçiler ve Sovyetler’’ (20 Ocak 1967), ‘‘DP’nin Yoluna Giren AP’’, ‘‘Emperyalistler Arası Boğuşma: İki Teknik İhtilal’’, ‘‘Komprador mu Finans Kapital mi?’’, ‘‘Gözümüzü Açalım İhtilal Var’’, ‘‘İsmet Paşa Bin Yaşa’’, ‘‘İşçi Sınıfı ve Küçük Burjuvazi (TİP ve CHP), ‘‘TİP: Çarşaflı Sosyalizm’’, ‘‘Milli Birlik Komitesi’nin Azameti ve İnhitatı (Ululuğu ve Ölülüğü) II’’ (4 Mart 1967), ‘‘Finans Kapital Nedir?’’, ‘‘Vatanları Satanlar’’, ‘‘Nazım Hikmet Satıcıları’’, ‘‘Kör Barsak Ameliyatı (CHP’den İstifalar), (12 Nisan 1967), ‘‘Hasta Adam İngiltere’’, ‘‘Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi Üzerine’’, ‘‘Güven Güvenebilirsen’’, ‘‘Milli Birlik Komitesi’nin Azameti ve İnhitatı (Ululuğu ve Ölülüğü) III’’ (30 Mayıs 1967), ‘‘İngiliz Ekonomisi ve Politikası’’, ‘‘Sunay ve Sosyalizm’’, ‘‘Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile Konuşma’’, (20‘‘Milli Birlik Komitesi’nin Azameti ve İnhitatı (Ululuğu ve Ölülüğü) IV’’, Haziran 1967),
[1] 1960 sonrasında, Kıvılcımlı’nın Sosyalist gazetesini çıkardığı döneme kadar yayınlanan, dolayısıyla Kıvılcımlı’nın hitap ettiği solcuların okuduğu ya da okumakta olduğu sol içerikli kitapların –biraz eksik de olsa- şöyle bir listesi çıkarılabilir: Anadolu Yayınları : Gaston Martin, 1848 Devrimi, 1967; Andre Barjonet, Ekonomi Politik Nedir?, 1967. Ararat Yayınevi: Jean Jaures, Seçme Yazılar, 1967. Ataç Kitabevi : Jean Paul Sartre, Yahudilik Sorunu, 1965; Oskar Lange, Ekonomi Politik, 1965; Charles Bettelheim, Küba İktisadı, 1966; Oskar Lange, Sosyalizmin Ekonomi Teorisi, 1966. Bilim ve Sosyalizm Yayınları : M. Cachin, Sosyalizmin Işığında Bilim ve Din, 1965; J. D. Bernal, Marks ve Bilim, 1967; Pekin Moskova Çatışması, 1967. Çan Yayınları: G. Babeuf, Devrim Yazıları, 1964; Antonio Gramsci, Aydınlar ve Toplum, 1967. Dönem Yayınevi: Paul Louis, Fransız Sosyalizmi Tarihi (1789-1950),1966. Düşün Yayınevi: Jean Paul Sartre, Materyalizm ve Devrim, 1962; Simone de Beauvoir, Kadın Nedir: İkinci Cins, 1962. Evren Yayınları: Charles Bettelheim, Sosyalist Planlama, 1965. Gerçek Yayınevi: Roger Garaudy, Sosyalizm ve Ahlâk, 1965; Harbi, Rodriguez and Vien, Sosyalizm ve Köylüler, 1965; Karl Marx, Friedrich Engels, Sömürgecilik Üzerine, 1966; Dr. B.Wuldorf, Sosyalizm Açısından Cinsiyet ve Kadın, 1966; Vladimir Lenin, Seçme Yazılar, 1966; Marx-Engels, Din Üzerine, 1966; Antonio Gramsci, Hapisane Mektupları, 1966; Karl Marx, Türkiye Üzerine ,1966; Henri Arvon, Anarşizm Nedir, 1966; Vladimir Lenin, Marksizmin Kaynağı: Karl Marx, Friedrich Engels, 1967; Mao Zedung, İhtilalin Özü, 1967. Habora Kitabevi: Pyotr Kropotkin, Anarşizm, 1967; Mao Çe-Tung, Çin Kurtuluş Savaşı, 1967; Bakunin, Seçme Düşünceler, 1967. Hür Yayınlar: Henri Lefebvre, Sosyalist Dünya Görüşü, 1966. İzlem Yayınları:Karl Marx, Louis Bonaparte’ın Darbesi (18 Brümer’i), 1967; Lev Leontyev, Politik Ekonominin Esasları. Kovan Kitabevi: Henri Lefebvre, Marksizm ve Fransız Düşüncesi, 1966. Öncü Kitabevi Yayınları: Max Beer, Karl Marx, 1960. Payel Yayınevi: A. Fadeyef, E. Çerminski, G. Golikof, Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Kuruluşu, 1966; Vladimir Lenin, Köylü Meseleleri ve Sosyalizm, 1967; Friedrich Engels, Almanya’da Köylü Savaşı, 1967; Georgi Plehanof, Sosyalizm ve Siyasi Mücadele, 1967; Mao Zedung- Che Guevara, Gerilla Harbi, 1967; Ernesto Che Guevara, Küba’da Sosyalizm ve İnsan, 1967. Sol Yayınları: Oskar Lange, Sosyalizmin Yeni Meseleleri, 1965; Vladimir Lenin, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm, 1965; Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye, 1966; Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, 1966; Karl Marx, Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi, 1966; Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr, 1966; Mao Çe-Tung, Teori ve Pratik, 1966; Friedrich Engels, Anti-Dühring, 1967; Mao-Çe-Tung, Emperyalizmle Mücadele, 1967; Karl Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, 1967; Karl Marx, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Şekilleri, 1967; Josef Stalin, Marksizm ve Milli Mesele, 1967; Vladimir Lenin, İki Taktik, 1967; Josef Stalin, Sosyalist Ekonominin Meseleleri, 1967; Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, 1967. Sosyal Yayınları: John Strachey, Sosyalizm Nedir, 1962; Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, 1962; Georgi Plehanov, Marksist Düşüncenin Temel Meseleleri, 1964; Karl Marx, Kapital (Carlo Cafiero - özet), 1965; O. Kuusinen, Diyalektik Materyalizm, 1965; O. Kuusinen, Tarihi Materyalizm, 1966; Maurice Godelier, Asya Tipi Üretim Tarzı, 1966; Mao Tse-Tung, Çin İnkılabının Temel Meseleleri, 1966; Mao Tse-Tung, Yeni Demokrasi, 1967; Karl Marx, Ücret, Fiat ve Kâr, 1967. Sosyal Adalet Yayınları: Maurice Dobb, Kapitalizm Dün Bugün, 1965; Maurice Dobb, Azgelişmiş Ülkeler ve Kalkınma, 1965; Oscar Lange, Kalkınma Yöntemleri, 1965. Toplum Yayınları: August Bebel, Kadın ve Sosyalizm, 1966; Regis Debray, Devrimde Devrim, 1967. Yön Yayınları: Roger Garaudy, Sosyalizm ve İslamiyet, 1965. (Bu listenin daha geniş bir versiyonu için bkz.: Erkal Ünal, Invited Sojourners: A Survey of the Translations into Turkish of Non-Fiction Left Books between 1960 and 1971, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2006.) Öte yanda bu kitap listesinin takip eden üç yılda katlanarak uzadığını da eklemek gerekebilir.
[1] Hikmet Kıvılcımlı, Üç seminer (dijital versiyon), s. 39.
[1] A.y., s. 142.
[1] Hikmet Kıvılcmlı, Oportünizm Nedir?, Bütün Eserleri: 40, Sosyal İnsan Yayınları, 2011, s.9.
[1] Bu bölümler, ''Sosyalizm Tarihimizden Teorik Bir Belge'' adı altında, Sosyalist'in 16 Şubat 1971 ve 27 Nisan 1971 arasındaki sayılarında 11 bölüm halinde yayınlanır.
[1] Bu iddianın gerekçelendirilmesi, şu iki çalışmamda ayrıntılı bir şekilde yapılmıştır: Türkiye Solu (1960-1980), Versus Yayınları, 2007; Sol Hakkında Her Şey mi?, Versus Yayınları, 2008.
[2] Necmi Erdoğan, ''Kıvılcımlı Söyleminin Uğrakları: Tarih, Gelenek ve 'Kutsal İhtilalcilik''', Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce - Dönemler ve Zihniyetler, Cilt: 9, İletişim Yayınları, 2009, s. 180.
[3] Yol, Cilt: 1, Parti ve Fraksiyon, Bibliyotek Yayınları, 1992, s. 327.
[4] A.y., s. 326
[5] A.y., s. 326.
[6] Hikmet Kıvılcımlı, Demokrasi: Türkiye Ekonomi ve Politikası Hakkında, Bütün Eserleri: 37, Sosyal İnsan Yayınları, 2011, s. 11.
[7] A.y., s. 14.
[8] A.y., s. 24.
[9] A.y., s. 29.
[10] TKP’nin önde gelen şahsiyetlerinin daha sonra bu konuda yaptıkları sınırlı değinmelerle ilgili olarak bkz.: Hikmet Kıvılcımlı, Kim Suçlamış? Brejnev’e Mektup, Yol Yayınları, İstanbul, 1979; Mihri Belli,’’TKP Üzerine’’, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 6, İstanbul, 1988, s. 1934. Bunların yanı sıra, Zeki Baştımar’ın bu konudaki değerlendirmesi de, TKP MK Dış Bürosu’nun 1962 yılında toplanan bir konferansında yaptığı konuşmasında yer alır: TKP MK Dış Bürosu 1962 Konferansı, TÜSTAV Yayınları, İstanbul, 2002, s.67.
[11] Kıvılcımlı’nın 1937 yılında Kemalist hükümetler hakkında yaptığı bu değerlendirme, on yedi yıl sonra Vatan Partisi program gerekçesinde aynı konuda yapacağı değerlendirmelerin bile gerisine düşmektedir. 1954 yılında kaleme aldığı bu metinde Kıvılcımlı, Kemalizmin siyasal-sınıfsal konumu üzerine şunları yazar:
''Göbek bağı Asyâi derebeyi artıklarına bağlı kalan bu zümreleri (‘‘büyük şehirlerin kodaman bezirganları’’ ve ‘‘taşra hacıağaları’’ –e.a.), Kuvayi Milliyecilik vesayet altında idare etmekten başka çıkar yol bulamadı. Böylece, Kuvayi Milliyecilerin önüne iki ucu tutulmaz bir değnek çıkıyordu: Hem, o zamana kadar hak bildikleri telakkiye göre, eski üstün idareci sınıfları kendi partilerine ana kuvvet kaynağı sayıyorlardı; hem de, vesayet altına sokuyorlardı. Bu tezatlı zaruret CHP’nin alın yazısı oldu. CHP, kendisine maddi manevi temel, fikri dayanak, siyasi kaynak yaptığı zümrelerin fıtri kaypaklığına karşı tedbir almak zorunda idi. Büyük şehirlerin ecnebi nüfuzuna kapılmamasını, taşra ağalarının derebeyivari irticaa kaymamasını istiyordu. Lakin, muvakkaten içine indiği geniş halk yığınlarına cahil ayak takımı diye yukarıdan bakmayı öğrenmişti. Böyle bir partiye, DİKTATÖR’lükten başka idare tarzı kalmıyordu. (...) Diktatörlük devriyle, ecnebi sömürgeciliğinden kurtuluyorduk. Lakin bu sefer milli hükümranlığımız başka tehlikeye uğradı. Prusya’da katmerleşen Yunker-Asker-Banker bizantizmi ihtimaliyle yüzleşiyorduk. (...) Alman Nazilerinin ‘‘Tek vatan, Tek parti, Tek Führer’‘ şiarını ‘‘Tek parti, Tek millet, Tek önder’‘ şeklinde Türkçe’ye çeviren C.H.P., masal sihirbazları gibi kendi başına topladığı cinleri en sonra dağıtamayıp çıldıracak duruma girmişti.’’ (Hikmet Kıvılcımlı, Kuvayimilliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz (Gerekçe), Bütün Eserleri: 4, Sosyal İnsan Yayınları, İstanbul, 2007, s. 25).
[12] Hikmet Kıvılcımlı, Devrim Nedir?, İkinci Basılış, Kıvılcım Yayınları, İstanbul, 1977.
[13] A.y., s. 132.
[14] Kuvayimilliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz, Bütün Eserleri: 4, Sosyal İnsan Yayınları, 2007.
[15] Bu yazı daha sonra Kıvılcımlı’nın Nisan 1970’te Ant Yayınları’ndan çıkan 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi başlıklı kitabının girişinde yer almıştır.
[16] ‘‘Atma Avcıoğlu Din Kardeşiyiz’’, Çaltı, 1.11.1965; ve Yön, 19.11.1965, Sayı: 138.
[17] Bu konuda bkz.: Hikmet Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, Ant Yayınları, Nisan 1970, İstanbul, s. 37.
[18] Halk Savaşının Planları ( http://www.sosyalistkutuphane.com/drhikmet-kivilcimli/3449-drhikmet-kivilcimli-halk-savasinin-planlari.html).
[19] Belirtmek gerekir ki o sıralarda TİP’in yayın organı Sosyal Adalet dergisinde bile ‘‘sosyalizm’’ sözcüğü yerine hâlâ ‘‘toplumculuk’’ kullanılmaktadır. Yine TİP önderleri siyasal konuşmalarında ‘‘toplumculuk’’ terimini kullanmaya hayli düşkündürler.
[20] Sosyalist’in son sayısında yayınlanan -muhtemelen kendi kendisiyle yaptığı- bir röportajda Kıvılcımlı, Vatan Partisi’nin yeniden faaliyete geçireceğini belirten şeyler söylemektedir (Bkz.: ‘‘Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile Konuşma’’, Sosyalist, 20 Haziran 1967 (dijital versiyon).
[21] ‘‘Sosyalist Kimlerle Çıkıyor’’, Sosyalist, 20 Ocak 1967 (dijital versiyon).
[22] ‘‘Bizantizm mi Sosyalizm mi’’, ‘‘Emperyalistler Arası Boğuşma: Amerikan Süperemperyalizmi’’, ‘‘Milli Birlik Komitesi’nin Azameti ve İnhitatı (Ululuğu ve Ölülüğü) I’’, ‘‘Çin Halk Cumhuriyeti: Kızıl Bekçiler’’ (7 Şubat 1967), ‘‘Geberen Kapitalizm: Emperyalizm’’, ‘‘CHP’nin Yolundan Çıkan CHP: Büyük Burjuva Partiliğinden Küçük Burjuva Partiliğine’’, ‘‘Türkiye’de Sosyalist Konferansı İçin’’, ‘‘Kızıl Bekçiler ve Sovyetler’’ (20 Ocak 1967), ‘‘DP’nin Yoluna Giren AP’’, ‘‘Emperyalistler Arası Boğuşma: İki Teknik İhtilal’’, ‘‘Komprador mu Finans Kapital mi?’’, ‘‘Gözümüzü Açalım İhtilal Var’’, ‘‘İsmet Paşa Bin Yaşa’’, ‘‘İşçi Sınıfı ve Küçük Burjuvazi (TİP ve CHP), ‘‘TİP: Çarşaflı Sosyalizm’’, ‘‘Milli Birlik Komitesi’nin Azameti ve İnhitatı (Ululuğu ve Ölülüğü) II’’ (4 Mart 1967), ‘‘Finans Kapital Nedir?’’, ‘‘Vatanları Satanlar’’, ‘‘Nazım Hikmet Satıcıları’’, ‘‘Kör Barsak Ameliyatı (CHP’den İstifalar), (12 Nisan 1967), ‘‘Hasta Adam İngiltere’’, ‘‘Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi Üzerine’’, ‘‘Güven Güvenebilirsen’’, ‘‘Milli Birlik Komitesi’nin Azameti ve İnhitatı (Ululuğu ve Ölülüğü) III’’ (30 Mayıs 1967), ‘‘İngiliz Ekonomisi ve Politikası’’, ‘‘Sunay ve Sosyalizm’’, ‘‘Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile Konuşma’’, (20‘‘Milli Birlik Komitesi’nin Azameti ve İnhitatı (Ululuğu ve Ölülüğü) IV’’, Haziran 1967),
[23] 1960 sonrasında, Kıvılcımlı’nın Sosyalist gazetesini çıkardığı döneme kadar yayınlanan, dolayısıyla Kıvılcımlı’nın hitap ettiği solcuların okuduğu ya da okumakta olduğu sol içerikli kitapların –biraz eksik de olsa- şöyle bir listesi çıkarılabilir: Anadolu Yayınları : Gaston Martin, 1848 Devrimi, 1967; Andre Barjonet, Ekonomi Politik Nedir?, 1967. Ararat Yayınevi: Jean Jaures, Seçme Yazılar, 1967. Ataç Kitabevi : Jean Paul Sartre, Yahudilik Sorunu, 1965; Oskar Lange, Ekonomi Politik, 1965; Charles Bettelheim, Küba İktisadı, 1966; Oskar Lange, Sosyalizmin Ekonomi Teorisi, 1966. Bilim ve Sosyalizm Yayınları : M. Cachin, Sosyalizmin Işığında Bilim ve Din, 1965; J. D. Bernal, Marks ve Bilim, 1967; Pekin Moskova Çatışması, 1967. Çan Yayınları: G. Babeuf, Devrim Yazıları, 1964; Antonio Gramsci, Aydınlar ve Toplum, 1967. Dönem Yayınevi: Paul Louis, Fransız Sosyalizmi Tarihi (1789-1950),1966. Düşün Yayınevi: Jean Paul Sartre, Materyalizm ve Devrim, 1962; Simone de Beauvoir, Kadın Nedir: İkinci Cins, 1962. Evren Yayınları: Charles Bettelheim, Sosyalist Planlama, 1965. Gerçek Yayınevi: Roger Garaudy, Sosyalizm ve Ahlâk, 1965; Harbi, Rodriguez and Vien, Sosyalizm ve Köylüler, 1965; Karl Marx, Friedrich Engels, Sömürgecilik Üzerine, 1966; Dr. B.Wuldorf, Sosyalizm Açısından Cinsiyet ve Kadın, 1966; Vladimir Lenin, Seçme Yazılar, 1966; Marx-Engels, Din Üzerine, 1966; Antonio Gramsci, Hapisane Mektupları, 1966; Karl Marx, Türkiye Üzerine ,1966; Henri Arvon, Anarşizm Nedir, 1966; Vladimir Lenin, Marksizmin Kaynağı: Karl Marx, Friedrich Engels, 1967; Mao Zedung, İhtilalin Özü, 1967. Habora Kitabevi: Pyotr Kropotkin, Anarşizm, 1967; Mao Çe-Tung, Çin Kurtuluş Savaşı, 1967; Bakunin, Seçme Düşünceler, 1967. Hür Yayınlar: Henri Lefebvre, Sosyalist Dünya Görüşü, 1966. İzlem Yayınları:Karl Marx, Louis Bonaparte’ın Darbesi (18 Brümer’i), 1967; Lev Leontyev, Politik Ekonominin Esasları. Kovan Kitabevi: Henri Lefebvre, Marksizm ve Fransız Düşüncesi, 1966. Öncü Kitabevi Yayınları: Max Beer, Karl Marx, 1960. Payel Yayınevi: A. Fadeyef, E. Çerminski, G. Golikof, Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Kuruluşu, 1966; Vladimir Lenin, Köylü Meseleleri ve Sosyalizm, 1967; Friedrich Engels, Almanya’da Köylü Savaşı, 1967; Georgi Plehanof, Sosyalizm ve Siyasi Mücadele, 1967; Mao Zedung- Che Guevara, Gerilla Harbi, 1967; Ernesto Che Guevara, Küba’da Sosyalizm ve İnsan, 1967. Sol Yayınları: Oskar Lange, Sosyalizmin Yeni Meseleleri, 1965; Vladimir Lenin, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm, 1965; Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye, 1966; Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, 1966; Karl Marx, Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi, 1966; Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr, 1966; Mao Çe-Tung, Teori ve Pratik, 1966; Friedrich Engels, Anti-Dühring, 1967; Mao-Çe-Tung, Emperyalizmle Mücadele, 1967; Karl Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, 1967; Karl Marx, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Şekilleri, 1967; Josef Stalin, Marksizm ve Milli Mesele, 1967; Vladimir Lenin, İki Taktik, 1967; Josef Stalin, Sosyalist Ekonominin Meseleleri, 1967; Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, 1967. Sosyal Yayınları: John Strachey, Sosyalizm Nedir, 1962; Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, 1962; Georgi Plehanov, Marksist Düşüncenin Temel Meseleleri, 1964; Karl Marx, Kapital (Carlo Cafiero - özet), 1965; O. Kuusinen, Diyalektik Materyalizm, 1965; O. Kuusinen, Tarihi Materyalizm, 1966; Maurice Godelier, Asya Tipi Üretim Tarzı, 1966; Mao Tse-Tung, Çin İnkılabının Temel Meseleleri, 1966; Mao Tse-Tung, Yeni Demokrasi, 1967; Karl Marx, Ücret, Fiat ve Kâr, 1967. Sosyal Adalet Yayınları: Maurice Dobb, Kapitalizm Dün Bugün, 1965; Maurice Dobb, Azgelişmiş Ülkeler ve Kalkınma, 1965; Oscar Lange, Kalkınma Yöntemleri, 1965. Toplum Yayınları: August Bebel, Kadın ve Sosyalizm, 1966; Regis Debray, Devrimde Devrim, 1967. Yön Yayınları: Roger Garaudy, Sosyalizm ve İslamiyet, 1965. (Bu listenin daha geniş bir versiyonu için bkz.: Erkal Ünal, Invited Sojourners: A Survey of the Translations into Turkish of Non-Fiction Left Books between 1960 and 1971, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2006.) Öte yanda bu kitap listesinin takip eden üç yılda katlanarak uzadığını da eklemek gerekebilir.
[24] Hikmet Kıvılcımlı, Üç seminer (dijital versiyon), s. 39.
[25] A.y., s. 142.
[26] Hikmet Kıvılcmlı, Oportünizm Nedir?, Bütün Eserleri: 40, Sosyal İnsan Yayınları, 2011, s.9.
[27] Bu bölümler, ''Sosyalizm Tarihimizden Teorik Bir Belge'' adı altında, Sosyalist'in 16 Şubat 1971 ve 27 Nisan 1971 arasındaki sayılarında 11 bölüm halinde yayınlanır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder