19 Aralık 2012 Çarşamba

LATİFE FEGAN'IN SEMPOZYUMA SUNACAĞI "KIVILCIMLI'NIN YURTDIŞI ARŞİVİ'NİN HİKAYESİ" BAŞLIKLI SUNUMU


KIVILCIMLI'NIN YURTDIŞI ARŞİVİ'NİN HİKAYESİ

Bugün Kıvılcımlı'ya biraz ilgi duyan herkes, onun eserlerinin Hollanda'daki Uluslarası Sosyal Tarih Enstitü'sünde olduğunu duymuştur, ama o Arşiv'in oraya nasıl gittiğini çok az insan biliyor ya da çok yanlışlarla ve eksiklerle biliyor. Artık bu olayın tüm yönleriyle aydınlatılması gerektiğine inandığım için bu Sempozyum'u değerlendirmek istedim. O nedenle, ben burada size bir hikaye anlatacağım. Bu hikayeyi dinlemek istiyeceğinize eminim!

Bu hikaye, Kıvılcımlı çevrelerinde İki Çuval diye bilinen bir olayla başlar. 1970'lerin ortalarında, Kıvılcımlı Göztepe'de tren istasyonunun yakınındaki yazıhanesinden taşınmak zorunda, biz uzak bir semtte Küçükçekmece'de oturuyoruz. Fuat Fegan ile Doktor hergün birlikte çalışıyorlar Fuat'ın  hergün Kıvılcımlı'nın yazıhanesine gidip gelmesi çok zaman alıyor. Güçlerimizi birleştirelim fikri doğdu.Ve böylece Caddebostan'da, Kıvılcımlı'nın  Göztepe'deki evinden yürüyerek gidip gelebileceği bir yerde bir daire tuttuk birlikte. Daire'nin bir odası Doktor'un muayenesi/yazıhanesi.  Geri kalan kısmı bizim meskenimiz.  Kıvılcımlı'yla aynı daireyi paylaştığımız süre Ekim 1970 ile Mart 1971'e kadar olan süredir. Bu süre hiç te uzun olmamasına rağmen, herhalde dönemin çok  yoğun olması nedeniyle  bana her zaman çok uzun gelmiştir.

12 Mart'tan kısa bir süre sonra, fakat Sıkıyönetimden de bir  iki hafta önce, Fuat'la bir gece eve geldiğimizde, evde, içi Doktor'un el yazmaları ve yazarken kullandığı notlar ve kitaplarla dolu  iki çuval bulduk. Önce bir anlam veremedik çuvalların neden bizim eve geldiğine. Doktor'a telefon ettik, Emine Hanım buruk bir sesle evde olmadığını söyledi. Endişelenmiştik. Ertesi günü, Kıvılcımlı'nın el yazmalarını o iki çuvala doldurup evini terkettiğini öğrendik.  İlk görüşmede “çuvalları ne yapacağımızı” sormuş, o da “koruyacaksınız” cevabını vermişti. İşte bu iki çuvalı korumak, ondan sonraki 20 yılı aşkın bir süre, bizim hayatımızın en önemli amacı, kaygısı ve işi olmuştur. Yıllarca hayatımız bu çuvalları korumak üzerine kurulmuş ve planlanmıştır.  Adeta onunla kader birliği etmişizdir.

25 Nisan'da, Sıkıyönetimden bir önceki akşam  Fuat Kıbrıs'a gitmiş ve ertesi günü de Kıvılcımlı da ortadan kaybolmuştu. Fuat 1974 yılına kadar Türkiye'ye geri dönememiştir. Ben Türkiye'de Sıkıyşnetim koşullarında bu İki Çuvalla yalnız kalmıştım. Onları, binbir kombinasyonlarla kaç polis ve asker baskınından korumak  bana düşmüştü, yurt dışına çıkarmak ve yıllar sonra Hollanda'daki Sosyal Tarih Enstitüsüne teslim etmek te.

Burada, konuyla ilgisi dolaylı da olsa, bir parantez açıp, Kıvılcımlı ile Fuat'ın ortadan kaybolmalarının hikayesini de anlatmakta yarar var diye düşünüyorum.

12 Mart muhtırasından sonra ve yanlış hatırlamıyorsam Sıkıyönetimin ilan edildiği  günden birgün önce,  gene bizim evde radyodan günün gelişmelerini izliyorduk.  Doktor sıkıntılıydı. O gün bütün gün Doktor'un kalabileceği bir ev aramışlar. Doktor'un evinden ayrıldığını ve  bir otelde kaldığını biliyorduk ama neden bir ev arama zorunluluğu doğduğunu doğrusu biz bilmiyhorduk. Birlikte radyoyu dinledik sessizce.  Hemen orada, Kıvılcımlı yurt dışına çıkma kararını açıkladı. Hem sağlık sorunu için, hem de “yukarıda, şu TKP meselesini konuşmak için”. Plan şuydu: Fuat hemen Kıbrıs'a gidecek ve AKEL (Kıbrıs komunist partisi) aracılığıyla  Kıvılcımlı'nın Sovyetler Birliğine daveti sağlanacaktı. Bu tabii bir pasaport temini anlamına da geliyordu. Fuat yıllarca Kıbrıs'a uğramamış, Denktaş ve adamları onu Türkiye'deki solcu Kıbrıslı gençlerin lideri olarak görüyor ve arıyor. Ayrıca Fuat, daha önce sınırdışı edilmiş olduğu için Türkiyede bulunuşu da illegal. Yani yurtdışına çıkabilmesi zor ve  sakıncalı. Buna rağmen derhal Ankara'da okuyan kardeşi Ali Fegan'a telefon edildi. Onun arkadaşlarından birinin hatırı sayılır babasının yardımıyla Fuat'ın çıkışı sağlandı. Galiba polis iznini ihmal ettiği yalanı söylenmişti o yardım eden babaya. Hemen o gece yola çıkmıştı Fuat. Kıbrıs'ta AKEL'e başvurup  resmen Kıvılcımlı için pasaport ve Sovyetler'e davet isteğinde bulunuyor. Ama tabii, Kıvılcımlı'nın trajik sonunun nedenlerine bağlı olarak AKEL ne o pasaportu veriyor,  ne de Sovyetler  Birliğine davet ediliyor. Kıvılcımlı'nın “Günlük Anıları”, “Kim Suçlamış” ve “Brejnev'e Mektup”unda, bu trajik hikayenin detaylarını okuyoruz. Kıvılcımlı ile Fuat Fegan, bu geceden sonra ilk kez, Belgrat'ta Doktor'un ölüm döşeğinde buluşacaklardır.

Arşiv'in hikayesine dönersek: Kıvılcımlı'nın ölümüne kadarki sürede yukarıdaki nedenlerle Fuat hep Kıbrıs'tadır. Kıvılcımlı iki arkadaşıyla birlkte Kıbrıs'a gittiğinde, bazı aksilikler nedeniyle kontak kuramıyorlar ve Kıvılcımlı Kıbrıs'ı terkediyor. Fuat ise hem Kıvılcımlı ile kontak kurmayı hem de AKEL'den gelecek cevabı beklemektedir. Doktor'un başına gelenlerden haberdar değildir. Kıvılcımlı, Belgrat'ta hastanede yatarken, Fuat'ı çağırıyor. Bu çağrı mektubu Sempozyum üyelerine gönderilmişti. Kıvılcımlı'nın neredeyse ilk sorusu çuvalların akibeti  oluyor ve emniyette olduklarını öğrenince de çok memnun oluyor. Onların yurtdışına çıkarılmasını adeta bir vasiyet olarak istiyor.

Fuat cenazenin Türkiye'ye gönderilmesinden sonra tekrar Kıbrıs'tadır. Bense, tüm hayatım İki Çuvalı koruma üzerine planlanmış durumda İstanbul'dayım. Fuat'la çok dolambaçlı yollardan ve şifreli mektuplarla haberleşiyoruz.  Artık, Arşiv'in yurtdışına kaçırılması gündeme gelmişti. Bu işi, 1972 yılının bahar ve yaz aylarında gerçekleştirdik.

Bu dönemde, bir yandan Arşiv'in yurtdışına çıkarılmasını planlarken bir yandan da çeşitli sorunlarla boğuşuyorum. Ev sürekli takip altında. Girip çıkanlar kontrol ediliyor, hatta bazen ifade için Şubeye götürülüyorlardı. Ev her fırsatta baskına uğruyor. Bu koşullar altında Arşiv yurtdışına çıkacaktı. Şimdi o günleri yeniden düşündüğümde,  12 Mart'ın o terör günlerinde,  Arşiv'in başına bir kaza gelmemesi ancak bir mucizeyle açıklanabilir. 

Artık Arşiv'in kaçırılması operasyonunu Ali (Fuat'ın kardeşi) ile planlamaya başladık.Termin sonu Kıbrıs'a dönecek öğrenciler büyük bir olanaktı. Emel (Fuat'ın kızkardeşi), Reyhan (benim kızkardeşim) ile birlikte el yazmalarını plastik torbalara sarılı biçimde, lokum, baklava ve çocuk maması kutularına yerleştirmeye başladık. Ve fırsat çıktıkça Ankara'da Ali'ye ulaştırıyorduk. 1972 yılının bahar aylarında, birçok Kıbrıs yolcusu, çoğu kez de bilmiyerek bu kutuları Kıbrıs'a taşımıştır. Her paket ulaştırmadan sonra Fuat'a, “sana üç kutu hediye gönderdim. Falancanın istediği çocuk mamasını da gönderiyorum, alıp almadığını bildir” gibi şifreli bir dille kontrol ediyorduk. İkimiz de çetele tutuyorduk ve karşılıklı kontrol ediyorduk. Aylar süren bu harekatın sonunda hiç kazaya uğramadan başardık bu işi.

Fuat gelen paketleri, Kıbrıs'ta özel olarak yaptırdığı bir teneke sandıkta, evin içinde toprak zeminde açtığı bir çukurda gömülü olarak saklıyormuş. O sıralar aile, Kıbrıs'taki siyasal huzursuzluklar nedeniyle göç etmiş ve Lefkoşa'da barakamsı bir yerde oturuyor. O nedenle evin içinde toprağı kazmak ve teneke kutuyu yerleştirmek zor olmamış.

Evet Kıvılcımlı'nın o İki Çuvalı'nın  yurtdışına çıkarılma hikayesi kısaca budur. Bu işe adlı adsız birçok insanın yardımı ve katkısı olmuştur. Emel ve Reyhan, her defasında paketleri evden çıkarıp, Ankara'ya götürecek arkadaşlara teslim ederken büyük riskler göze almışlardır. Unutmıyalım ki bu iş, 12 Mart'ın dehşet ve korku saçtığı o yıllarda gerçekleşmiştir. Bu insanlara ve onların emeğine ve cesaretine, devrimci hareketin teşekkür borcu vardır. Bugün  Arşiv Hollanda'daki Enstitü'de güven içinde korunuyor ve isteyenin hizmetine sunuluyorsa, bunun arkasında yatan fedakarlıklar, emekler ve yıllarca süren kaygılar unutulmamalıdır.

Sonra ne oldu?

1972 yılının sonlarına doğru ben de yurtdışına çıktığımda, Kıvılcımlı'nın adına bağlı ünlü 84 Sanıklı Davada yargılanmama rağmen, amaç birinci derecede beni korumak değil, Avrupa'larda Fuat'a Arşiv için çalışma sağlıyacak bir düzen kurmaktı.  Artık iki bavula dönüşen o iki çuvalla Avrupa'lardaki serüvenimiz 1974 yılında, siyasi sürgünler olarak  İsveç'e yerleşmemizle kurulu bir düzene dönüştü. Ondan sonraki yıllardaki  exil serüvenimizde, bu bavullar hayatımızın en önemli parçası ve en önemli kaygısı, Fuat Fegan'ın başlıca işi  olmuştur. Ekmek paramızı sağlamak benim işimdi.

Fuat Fegan'ın yaptığı işleri söyle özetliyebiliriz:
-        Önce çok dağınık durumda olan elyazmalarını ve dökumanları bir düzene sokup sınıfladı. Ondan sonra da, karton kutular içinde, her türlü tehlikeye karşı korunmak üzere, Arşiv bir banka kasasına yerleştirildi. Arşiv, 1992 yılında USTE'ye teslim edilinceye kadar 18 yıl banka kasalarında kalmıştır ve masrafı, bizim küçük bütçemizin herzaman en ağır yükü olmuştur.
       
-        1977 yılında Kıvılcımlı Yurtdışı Arşivi kataloğu yayınlandı. Biz bizim eve bırakılan o iki çuvaldan oluşan Arşiv'e Kıvılcımlı Yurtdışı Arşivi dedik. Çünkü bir de bir biçimde yurtiçi arşivi olmalıdır kanısındaydık. Doktor'un Emine Hanımla birlikte yaşadığı Göztepe'deki evinde bir zulası olduğunu biliyorduk. O zulanın akibetini bilenler vardır mutlaka. O yıllarda Emine Hanım'ın yakınında olan insanların bu konuda bilgisi olduğu kesindir. Nitekim Ankara'dan Günsal Erdoğan adlı bir arkadaş, nasıl elde ettiğini pek bilmediğimiz, içinde elyazmaları bulunan bir zarfı İsveç'te bize ulaştırmıştı. İki çuvala ilave edilmiş tek katkı budur.
-        Tüm Arşiv'in mikrofişleri yapılmıştır. Birkaç nüsha olarak yapılan bu mikrofiş dosyalarından bir nüsha USTE'de vardır. Daha başka yerlerde de olacak
-        Aşağı yukarı 1000 sayfalık eser olan YOL serisini yeni Türkçe'ye aktarma ve baskıya hazırlanması uzun ve zahmetli bir çalışmayı içerir. Yazıyı uzatma riskine rağmen,  Fuat'ın YOL ile ilgili notlarından  alıntı yapacagım:
-         
“YOL'un Parti'de Konaklar ve Konuklar ile Parti ve Fraksiyon bölümleri, 1968-69 yılları olacak, yeni yazıya aktarılmıştı. O sıralar çalışma metodumuz şöyleydi:  Önceleri, eski yazı metinden Doktor bana söylüyor, ben de doğrudan daktiloya çekiyordum. Fakat, daktilonun gürültüsü kendisini rahatsız ettiği için, sonradan bu metodu değiştirdik. O söylerken ben kendi elyazımla yazıyor ve sonradan daktiloya çekiyordum. İşte bu aşamada YOL'un bu iki bölümü yeni yazıya aktarıldı. İki daktilo sayfasından birini Doktor alıyor, diğeri ise, kendi elyazımla birlikte bizde kalıyordu. 12 Mart şartlarında bendeki elyazması nüshalar emanet ettiğim birisi tarafından yakıldı. Parti'de Konaklar ve Konuklar ve Parti ve Fraksiyon'un yeni yazıya aktardığımız sıralarda, YOL'un ilk bölümü olan Genel Düşünceler'i Doktor, -yanılmıyorsam- Doğu Perinçek'e vermiş ve galiba annesi aracılığıyla, yeni yazıya aktarılmasını sağlamak istemişti. Sonuç tatmin edici olmadı. 18 sayfası daktilo, geri kalanı elyazması olmak üzere, 43 sayfalık çeviri denemesi Arşiv'de bulunuyor. Buradan istenen sonuç elde edilemeyince, gene eski usulle Genel Düşünceler'i de yeni yazıya aktarmaya başladık. (1970 yılı olmalı). Fakat tamamlıyamadan 12 Mart şartları gelip çattı. YOL,  Sosyalist Gazetesinde   yayınlanmaya başlamıştı. Doktor, o sırada buna kısa bir de giriş yazısı yazmıştı: Sosyalizm Tarihimizden Teorik Bir Belge. Böylece 16/2-71 ile 27/4-71 tarihleri arasında YOL'un çok az bir kısmı yayınlanmış oldu. Belgrat'taki son karşılaşmamızda YOL da söz konusu oldu. Bir ara bana dört kitap ismi verdi ve bu kitapları muhakkak bulmamızı istedi. Sonradan bu kitaplar bulundu. O iki çuvalın içindeymiş. İlm'i İktısad, Sermaye Hareketi, Mıntıkamızın Tarihi ve Histoire de Materalism gibi son derece günahsız bu kitaplar meğer YOL'un zulasıymış. Ciltli olan bu kitapların cilt kartonları arasında boşluklar var. Bu boşluklarda Doktor, YOL'un ve Özetler, Kısaca Marksizm Düşünüşü gibi etüdlerin elyazmalarını muhafaza ediyormuş. Zula'dan YOL'un birinci bölümü Genel Düşünceler hariç, diğer bölümler ve öteki elyazmaları çıktı. Genel Düşünceler, üzerinde yeni yazıya aktarma çalışması yaptığımız için, dışarıda bulunuyordu. Gülistan sokaktaki evde idi. Genel Düşünceler'in daktilo nüshasının 46.cı sayfasındaki “Elbette hayır” sözleriyle son bulan paragrafa dek olan kısım, Doktor'la birlikte yeni yazıya bizzat aktardığımız kısımdır. O noktada benim elyazım son buluyor. Doktor'un ölümünden sonra, Emine Kıvılcımlı ile Latife Fegan geri kalan ve 10 sayfa kadar tutan kısmı da yeni yazıya aktarmışlar. Elyazması Emine Kıvılcımlı'da olduğuna için, yeni yazı metnin o kısmını aslıyla karşılaştırma olanağımız olmadı. YOL'un II.ci Bölümü olan Yakın Tarihten Birkaç Madde ilgili olarak ta söylenecek birkaç söz var. Gene Belgrat'ta eserlerin yeni yazıya aktarılması söz konusu olduğu zaman, bu konuda Yüzbaşı (Abdülkadir Pirhasan, yani Vedat Türkali)'nin yardımına başvurabileğimizi söylemişti. Türkiye'deki arkadaşlara II. Bölümün Vedat Türkali'ye verilmesini yazdım. Fakat nedense, yazı, annesi aracılığıyla yeni yazıya aktarma yapılabilir diye Oya Baydar'a gitmiş. 1974 yazında Türkiye'ye gittiğimde, yazıyı oradan alıp Vedat Türkali'ye verdim. 1976 sonlarında, yeni yazıya aktarılmış olarak geri aldım. Fakat yer yer çözülememiş kelime ve kısımlar vardı. Yakın Tarihten Birkaç Madde ile ilgili daktilo metinler Vedat Türkali ve eşi tarafından, elyazması metinler ise Oya Baydar ve annesi tarafından yeni yazıya aktarma denemeleridir.”

Demek ki, YOL'un geri kalan bölümleri, İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark), Taktik Ana Halkası: Legaliteyi İstismar, gibi önemli kitapları tamamen Fuat Fegan tarafından yeni yazıya kazandırılmıştır. Ayrıca, Parti ve Fraksiyon'un çevirisi 12 Mart koşullarında kaybolduğu için yeniden aktarılmıştır yeni yazıya. Fuat'ın bu konuda şöyle bir notu var: “YOL'un Parti ve Fraksiyon bölümü de vaktiyle yeni yazıya aktarılmıştı. Fakat 12 Mart şartlarında eldeki nüshalar kayboldu. Halen, o yeni yazı Parti ve Fraksiyon'dan herhangi bir yerde bir nüshanın bulunup bulunmadığı belli değil. 2/4-1977”. Görüldüğü gibi, sadece YOL'un yeni yazıya aktarılma çalışmalarının arkasında uzun, ömür törpüsü bir emek vardır. YOL'un tamamı Stockholm'de Arşiv Yayınları adı altında, A4 ebadında basit bir baskıyla kısıtlı sayıda  1980-81 yıllarında toplu halde ilk kez basılmıştır.

-        Diyalektik kitapları da bu dönemde çevrilmiş ve gene ilk önce Arşiv Yayınlarından çıkmıştır.
1981 yılında yapılan bu baskıya Fuat Fegan'ın yazdığı Sunuş yazısında şöyle notlar var: “Dr Hıkmet Kıvılcımlı'nın Diyalektik konusunda birbiriyle bağlı ve bir bütün teşkil eden üç kitabının adları şöyledir: Diyalektik Nedir?, Diyalektik Nasıl Kullanılır ve Diyalektik Ne Değildir?. Fakat elyazmalarında incelemin tümü için bir ad belirlenmiş değildir. Yalnız, Diyalektik Nedir?'in bir yerinde şu sözlere rastlanmaktadır: Asıl diyalektik bilimini Hegel'in ve başkalarının idealist diyalektiklerinden ayırmak için Maddecil Diyalektik  adı ile anmak gerekti. Biz bu kitapta tek başına Diyalektik sözcüğünü kullandık mı onun Maddecil Diyalektik olduğunu bileceğiz. Marksizmin felsefesi, daha doğrusu metodu: Diyalektik Maddeciliktir. Bu sözlere dayanarak etüdün genel adına kısaca Diyalektik demeyi uygun bulduk”. Çalışma 1943-44 yıllarında kaleme alınmış. “1967 ortalarında, Dr Hikmet Kıvılcımlı, eserlerini yeni yazıya aktarıp bana daktilo ettirmeye başladığı zaman, ilk çalışmamız Diyalektik Nedir? olmuştu. Fakat nedense, eserin son birkaç sayfalık kısmı bitirilemeden kalmıştı.1960'larda eskiden kaleme alınmış eserlerini yeniden ele aldığı zaman, Dr Hikmet Kıvılcımlı, yalnızca bir eski yazıyı yeni yazıya aktarma, ya da Osmanlıca'yı Yeni Türkçeye çevirme yapmıyordu. Metinleri yeniden yazıyordu. Diyalektik Nedir? de bu durumdadır. Arşiv Yayınlari, burada İlk Metin bölümünde 1943'lerin eski yazı çevirisinin yeni yazı çevirisini, Yeni Metin bölümünde ise 1967 yılının daktilo metnini vermektedir.” Diyalektik çalışmasının diğer iki kitabının yeni yazıya aktarılması gene Fuat Fegan'ın yaptığı işler arasındadır.

-        “Kadın Sosyal Sınıfımız” yazısı da gene bu dönemde baskıya hazırlanan yazılar arasındadır. Bu yazının ortaya çıkmasında benim de rolüm olmuştur.  Doktor'la kadın sorunu konusunda sohbetlerimizin birinde, bana bu konuda bir yazısı olduğunu ama baskıya hazır olmadığını söylemişti. Çok meraklanmıştım ve yazının yayına hazırlanması için her fırsatta ısrar etmeye başladım. Yazıyı 1968'lerde kaleme almış ama, benim ısrarlarım karşısında, 1971'in başlarında, o günlerin Türkiye'sinde hiç te aktuel bir konu olmamasına rağmen adeta yeniden yazarcasına yeni yazıya aktarmış. Yazı, ilk kez Kıvılcım Dergisinin 1.ci sayısında 1978 yılında yayınlanmıştır. Yazının Fuat Fegan tarafından yeni yazıya aktarılmış fakat basılmamış bir bölümü daha vardır.

Tüm bu işler aslında 1975 yılından, 1983 yılında Fuat Fegan'ın kaybolmasına kadarki 8-9 yıllık sürede yapılmıştır.  Ondan sonraki 1992 yılında USTE'ye teslim edilişine kadarki dönemde, Arşiv genel olarak banka kasalarında saklı kaldı.

Artık Arşiv'in geleceği beni endişelendirmeye başlamıştı. Banka kasaları bu iş için ideal bir yer değildi. Ayrıca pahalıydı da, küçük bütçemi zorluyordu. Zaman zaman gidip bakıyordum malzemeye. El yazmaları rutubetlenmeye başlamıştı.  Uygun bir çözüm aramaya başlamıştım. İsveç'te bir “İşçi Hareketi Arşivi” vardır, oraya başvurdum önce. Gelip baktılar banka kasalarına ama bu onların kaldırabileceği bir yük değildi. Hatta bana, “İsveç küçük bir ülke. Biz bu arşivi ne koruyabiliriz, ne de araştırmacıların hizmetine sunabiliriz” dedilerdi.

Sonra USTE geldi gündeme. Orhan Silier o zamanlar orada Türkiye sorumlusu olarak çalışıyordu. Benimle kontak kuran ve Kıvılcımlı Arşivini USTE'ye teslim etmemi öneren o olmuştur. Ben önce USTE'yi araştırdım. Daha önce hiç adını duymamıştım doğrusu. Edindiğim bilgiler bana güven verdi. Sonra Amsterdam'a gidip Enstitüyü ziyaret ettim. Teknik olanakları, sosyalizm tarihinin birçok dökumanının burada muhafaza ediliyor olması güvenimi pekiştirdi. Bu arada Demir Küçükaydın ile Ergun Aydınoğlu'na da danıştığımı ve onların da onayı ve desteğini aldığımı söylemeliyim. Sonra 20 yıl kader ortaklığı yapmış olduğum Kıvılcımlı'nın eserlerini hiçbir karşılık almadan, USTE'ye devredecek olan anlasmayı imzaladım. Bu anlaşmanın  önemli bir koşulu vardı: Kıvılcımlı'nın bir temel eseri, muhtemelen Tarih Tezi'nin Avrupa dillerinden birine çevirisi ve basımının finansmanı.  Çeviri işini bugüne kadar maalesef gerçekleştiremedik. Bu konudaki girişimleri Demir Küçükaydın bir yazıda Sempozyum üyelerine anlatmıştır.

Anlaşmayı imzaladıktan sonra, Arşivi USTE'ye teslim edecek hazırlıklara başladım. Bu konuda en büyük yardımı Demir'den gördüm. Stockholm'e gelerek, teslim edilecek malzemenin bir dökümünü  ve listesini yaptı. Bu ilk liste, gene Sempozyum belgeleri arasında vardır. Demir bu iş için en az iki hafta çalışmıştır Stokholm'de.  Sonra, Enstitü sorumlusu olarak Erıc Jan Zürcher Stockholm'e geldi ve 10 Mayıs 1992 tarihinde USTE adına malzemeyi devraldı. Not defterime, Arşiv Amsterdam'a gitti. Ayrılık paniği yaşıyorum diye yazmışım!

Evet, ol hikayat bundan ibarettir!

Son birkaç söz:

USTE'nin Kıvılcımlı'nın eserlerini, elyazmalarını en iyi teknik olanaklarla korumak, malzemeyi araştırma yapmak isteyenlerin hizmetine sunmaktan öte bir sorumluluğu ve hakkı da yoktur. Anlaşmanın, Kıvılcımlı'nın bir eserinin Batı dillerinden birine çevrilmesi  koşulu gerçekleşememiştir ama burada biz de üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirememişizdir. Bu yalnızca USTE'nin başarabileceği bir iş değildir. Bu görev hala aktualitesini korumaktadır ve bu Sempozyum bile, Kıvılcımlı'nın artık Batı dillerinden birine çevrilmesi gerektiğini açıkça göstermektedir.

USTE'nin bu malzemeleri nereden aldığı, kimden aldığı, kaç para ödediği gibi sorulara hesap sorulurcasına, hitap olmaması gerekir. Böyle soruların adresinin ben olduğum açıktır.

Evet, yıllarca bazen tek başıma, bazen Fuat Fegan'la birlikte sorumluğunu taşıdığımız Kıvılcımlı'nın eserleri bugün, sosyalizm tarihinin önemli dokumanlarıyla birlikte ve kataloglanmış bir durumda USTE'de araştırmacıların hizmetindedir ve en iyi teknik olanaklarla korunmaktadır.  Kıvılcımlı o İki Çuvalı korumamızı isteyerek bize teslim etmişti. O isteğinin yerine getirilmiş olduğunu gönül rahatlığıyla söyliyebiliyor olmaktan mutlu ve gururluyum.

Latife Fegan
Stockholm, Aralık 2012









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder