17 Aralık 2012 Pazartesi

MEHMET ASLAN'NIN SEMPOZYUMA SUNACAĞI "FATMA NUDİYE YALÇI'NIN "TARİHÖNCESİ" NUDİYE HÜSEYİN VE NUDİYE NİZAMETTİN" BAŞLIKLI YAZISI

FATMA NUDİYE YALÇI’NIN “TARİHÖNCESİ”:
NUDİYE HÜSEYİN VE NUDİYE NİZAMETTİN

Fatma Nudiye Hanım’ın adını ilk ne zaman duydum, şimdi hatırlayamıyorum. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın kitaplarına ilgi duymaya başladığımız 70’li yıllarda olmalı. Bölük pörçük duyduklarımız da hep Dr. Kıvılcımlı ile ilintili şeylerdi. Onunla birlikte yaşaması, birlikte yayımladıkları kitaplar, Vatan Partisi’ndeki faaliyetleri v.s. Yani Fatma Nudiye Hanım’ın Doktor’dan bağımsız bir hayatı ve kişiliği olabileceğini o zamanlar düşünemiyorduk.
Bu yazıda, 2005 yılından itibaren yaptığım araştırmaların kısa bir hikâyesi ve bu araştırmalar sonucu gitgide daha da netleşerek ortaya çıkan Fatma Nudiye Hanım’ın Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile tanışmasından önceki hayatının bazı ayrıntıları anlatılacaktır.

***
Fatma Nudiye Hanım’ın hayatına ilgi duymam ve bu ilginç hayatın bilinmeyen yanlarını ortaya çıkarabilmek için araştırmalara başlamamda iki şey etkili olmuştu:
Birincisi, 9 Aralık 2001 tarihinde Almanya Wremen’de gerçekleştirilen Dr. Hikmet Kıvılcımlı Sempozyumu sırasında Sayın Latife Fegan’ın söylemiş olduğu sözler:
“Doktorun hayatında olmuş bu kadın. Doktora sormak istedim Kim bu Fatma Yalçı? Şöyle bir cevap aldım beni çok sarsmıştı o zaman: ‘Bana âşıktı zavallı.’ ”[1] Bu ifadeler doğrusu beni de çok sarsmıştı ilk okuduğum zaman. Ancak, Dr. Hikmet Kıvılcımlı gibi insan ve toplum sevgisi doruğa çıkmış bir insanın, hayat boyu yanında olmuş bir kadın için, ilk bakışta çok bayağı anlamlara çekilebilecek bu sözlerini yanlış anladığımızı düşündüm. Belki de şöyle demek istemişti: “Zavallı kadın, İstanbul’da keyif içinde rahat bir hayat yaşayabilecekken, tuttu bana aşık oldu, benim peşimde hayatı harcandı gitti..” (Yeni ortaya çıkan Emine Hanım’a son mektubunda da benzer anlama çekilebilecek ifadeler var: Eşim olmanın sana her kahrı getireceği belliydi.” )
İkincisi, Fatma Nudiye Hanım’ın bilinen hayat hikâyesi içinde gözlemlediğimiz mücadeleci, inatçı ve sebatkâr kişiliği beni çok etkilemişti. Konuyu araştırdıkça Fatma Nudiye Yalçı’nın öyle hafife alınacak bir kadın olmadığını, Cumhuriyet Dönemi devrimci kadınları arasında en ön sıralarda sayılabilecek inatçı bir devrimci olduğunu anlamaya başladım… Kolay mı, 1938 Donanma Davası’nda 10 yıl hapis cezası alması ve bu hapisliği sonuna kadar yatıp çıktıktan sonra, üstelik Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın başka bir kadınla (Emine Kıvılcımlı ile) evlendiği 1954 yılında kurulan Vatan Partisi’nde yine ön saflarda mücadeleye atılması ve yine 1957 Tevkifatının sanıkları arasında yer alması… Ve hayatının son döneminde, bana kalırsa bir sağlık sorunundan ziyade, belki de içinden bir türlü atamadığı “enternasyonal” ateşiyle uluslararası komünist harekete ulaşabilmek için Leipzig’e kadar gitmesi ve anlatılanlara göre ölümüne kadar hep “siyasî” kalabilmesi…

***
Bu kapsamda yaptığım ilk çalışma Fatma Nudiye Hanım hakkında kitaplarda ve internet’te yayınlanan bulabildiğim bütün yazıları bir araya getiren bir dosya hazırlamak oldu. 2005 Ekim ayında tamamladığım bu dosyayı tanıdığım ve konuyla ilgilenebilecek herkese dağıttım. Bu dosya, yaklaşık 40 yıldır unutulmuşluğa terk edilen Fatma Nudiye Hanım’a duyulan ilgiyi artırdı ve 26 Temmuz 2006’da ilk defa bir anma toplantısı düzenlendi. Toplantıya Fatma Nudiye Hanım’ın yeğenleri Beklan Algan ve Esat Yarar, yazar Bilgesu Erenus, Sadık Göksu gibi isimler ve kalabalık bir izleyici topluluğu katıldı.


O sıralarda Ankara’ya gelen Amsterdam Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’nde görevli Sayın Zülfikar Özdoğan ile görüşürken, bu dosyanın “telif hakkını” alıp almadığımı sorması epeyce garibime gitmişti. Oysa ben tam tersine, ortaya çıkan bu derlemenin ihtiyaç duyabilecek herkese ulaşmasında ve bir tür “kamusal bilgi” haline gelmesinde herhangi bir sakınca görmüyordum. Bunun en kolay yolu olarak da bulabildiğim tüm bilgileri bir internet sitesinde yayınlamayı düşünüyordum. Bu amaçla, Toplumsal Özgürlük grubundan bazı arkadaşların da desteğiyle hazırlanan www.fatmanudiye.com sitesi 15 Nisan 2007 tarihinde başlatıldı. (Daha sonra bazı teknik nedenlerle kapanan bu siteyi yeni bilgilerle yeniden ayağa kaldırmayı düşünüyoruz.)

***
Fatma Nudiye Yalçı hakkında yaptığım bu araştırma esnasında bana en çok faydası olan şey bir isim (Nudiye) oldu. Bir ifadeye göre annesinin bir romanda görüp koyduğu bu isim çok kullanılan bir isim değildi. Bu yüzden hâlâ “Nudiye” için yapılan araştırmada karşımıza çoğu zaman Fatma Nudiye Hanım çıkmaktadır.  Bu husus aramalarımda bana çok yardımcı oldu, çünkü “Fatma Nudiye Yalçı”nın yazı hayatında kullandığı Fatma Yalçı haricindeki tüm imzalarda ve onunla ilgili tüm anlatımlarda değişmeden kalan tek ortak isim “Nudiye”dir.
Önce “Fatma Nudiye Yalçı” olarak başladığım aramalarıma daha sonra “Fatma Nudiye” ve “Fatma Yalçı” ve en son “Nudiye” olarak devam ettim. Doğal olarak gitgide genişleyen ve sayısı artan verilerin içinde gerçekten işe yarayacak bilgileri barındıranları bulup ayırmak da gitgide zorlaşıyordu.

***
Bu yöntemle bulduğum değişik isimlerden ilki “Nudiye Hüseyin” oldu. Babasının adının Hüseyin olduğunu Emin Karaca ve Sadık Göksu’nun yazılarından biliyorduk. Soyadı kanunundan önce baba veya koca isminin soyadı gibi kullanıldığını dikkate alınca bu imzanın büyük ihtimalle Fatma Nudiye Hanım’a ait olabileceğini düşündüm. “Nudiye Hüseyin” imzalı bulduğum ilk yazı “Daktiloya Açık Mektup” oldu. 90’lı yıllarda Posta Dergisi’nde yeniden yayınlanan bu yazının esasen 19 Temmuz 1933 tarihli Yedigün Dergisi’nin 19. Sayısından alınma olduğunu öğrendim. Bunun üzerine Milli Kütüphane’de Yedigün külliyatı içinde söz konusu yazıyı buldum. Bu arada, aynı derginin 31 Mayıs 1933 tarihli 12. Sayısında Nizamettin Nazif hakkında yazılan Nudiye Hüseyin imzalı yazıda “Nizamettini en fazla yakından tanıyanım, çünkü karısıyım” ifadesini okuyunca “Nudiye Hüseyin”in “Fatma Nudiye Yalçı” ile aynı kişi olduğu tamamen kesinleşti. Çünkü Fatma Nudiye Hanım’ın 30’lu yılların başlarında Nizamettin Nazif ile evlenmiş olduğunu zaten biliyorduk.

***
Milli Kütüphane’deki çalışmalarım sırasında ayrıca “Muallim Nudiye Hüseyin” imzalı bir “Milli Alfabe” karşıma çıktı.[2] Bu resimli alfabe 1929 tarihinde Resimli Ay matbaasında basılmıştı ve Fatma Nudiye Hanım’ın o yıllarda Resimli Ay çevresi ile ilişkisini gösteriyordu. Bu durum (ve nasıl bulunduğunu ileride anlatacağımız 1927 tarihli eski yazı “Çabuk Öğreten Elifba”[3] ) aynı zamanda Fatma Nudiye Hanım’ın İstanbul Üniversitesi’nde esas eğitim dalının Pedagoji olduğunu da göstermektedir. Nitekim Sadık Göksu bir yazısında bu durumu belirtmektedir: “Kendisi ile konuşmalarımızdan bildiğime göre, İstanbul Darülfünun’unda (Üniversitesi’nde) Pedagoji Kürsüsü Başkanı ve aynı zamanda Şefik Hüsnü ile birlikte TKP’nin kurucularından olan, Prof. Sadrettin Celal Antel’in, bildiğimiz en seçkin öğrencisidir.”[4] Ancak hakkında yazılan biyografilere göre Sadrettin Celal Antel Şubat 1925'te Takrir-i Sükûn yasası sonucunda tutuklandı. Komünist olmak nedeniyle yedi yıl hapse mahkûm olduysa da bir yıl sonra çıkan genel afla serbest bırakıldı. Hapisten çıktıktan sonra TKP ile ilişkisini kestiyse de, sol içerikli bakış açısını kaybetmedi. Antel partiden ayrıldıktan sonra çeşitli okullarda çalıştı ve 22 Aralık 1936'da İstanbul Darülfünunu Pedagoji ve Psikoloji Enstitüsü'ne profesör olarak atandı.”[5] Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere Fatma Nudiye Hanım, Sadrettin Celal Antel’in “üniversite’de” öğrencisi olamaz. Bu konunun ayrıca araştırılması gerekir.
“Milli Alfabe”nin bir kopyası ve Fatma Nudiye Hanım hakkında o zamana kadar bulabildiğim yeni bilgilerden oluşan bir dosyayı 23 Temmuz 2006’daki anma toplantısı sırasında yeğenleri Beklan Algan ve Esat Yarar’a bir sürpriz olarak sundum. Çoğunu bilmiyorlardı.

***
“Nudiye Hüseyin” ismine ayrıca Abidin Dino’nun “Kızılbaş Günlerim” başlıklı anılarında rastlıyoruz:
“Boz Mehmet’le yan yana Sansaryan Han’dan çıkıp, Yeni Cami’nin kuşlarını ürkütüp (elbette yaya ve kelepçeli olarak, ikişer jandarma eşliğinde), hınca hınç Kadıköy vapuruna nasıl bindiğimizi, Haydarpaşa Garı’na nasıl indiğimizi, hele ondan sonraki yolculuğu anlatacak değilim..
Derken, iki jandarma arasında Nudiye Hüseyin’e rastlamayalım mı?
Ne garip şey, üzülmedense seviniyor insan tutuklu bir tanıdığa rastlayınca!
Tren başında anlaşıldı ki, Nudiye ile beraber yolculuk edeceğiz. O yüzden sevinçli o da! (İnsanoğlu nelere sevinmiyor ki!)
Belki Arif de çıkagelir umuduna kapılmıştım, fakat hayır; Parmaksız Hamdi, Arif’e, haşmetlû Erciyes Dağı’nın doğu eteklerinde Develi kasabasını yakıştırmış.
Her birimiz başka tarafa. Yollarımız ayrılacaktı ama, Boz Mehmet ve Nudiye Hüseyin’le yol arkadaşlığı edecektik (altı jandarmayı saymazsak). Tren yolcuları için oldukça ilginçtik anlayacağınız.
Tren arkadaşlarımı tanıyordum. Boz Mehmet, kimi gün Ahmet Dede ile Bayezit Kahvesi’ne uğrar; sanat üstüne, siyaset üstüne tartışmalarımıza, şakalarımıza karışırlardı. İkisi, işçi çevresinin görmüş geçirmiş, sevecen bilgeleriydiler, ikisi de cin gibi.
Boz Mehmet’le -tesadüf- Sansaryan Han sefasında yan yana, fakat ayrı ayrı birer “deliğe” tıkılacaktık. Öğretici bir komşuluktu benim için; şimdi de sürgün seferine beraber çıkacaktık…
Nudiye Hüseyin’i, tâ 1930’ların başından beri tanırdım. Babıâli’de eli kalem tutan, güzel, kalender bir kadındı.
Bir ara, bir yandan Nudiye, bir yandan sıkılgan, süslü, minnacık Suat Derviş, Nizamettin Nazif’e âşık olmuşlardı. “Deli Nizam” bir fırtına, “Karadavud”un yazarı, Arif Oruç’un Yarın gazetesini (rekor kırarak) 50.000 sattırmayı başarmış ünlü bir gazeteci. Önceleri, 1920’lerde, Nâzım’ın, Moskova arkadaşlarından, sonra yolları ayrılmış.
Nizam yakışıklı, bağırtkan, kadınlara pabuç bırakmaz, dediği dedik, kestiği kestik bir kara belâ; “kadın kısmından” başı ağrıyınca, kahkahalar atarak hepsini kovar, merdivenlere kadar kovalar, nasıl olsa sürüsüne berekettir ona göre: “Kuyruğa girsinler!”
Nudiye’ye biraz yazık olmuştu ama, bir süre sonra boş vermişti bu işe.
……………..
Trende olan bitenleri, konuşulanları ve nihayet Çerikli adında yitik bir istasyonda, iki jandarma ile nasıl indiğimizi anlatacak değilim ama, vagon penceresinden Boz Mehmet’le Nudiye’nin el sallamasını anlatmamak olmaz, çünkü biraz zor bir el sallayıştı bu.”[6]
Bu anıların bir önemi daha var. Bu ilginç tren yolculuğu ne zaman yapılmış ve Nudiye Hüseyin nereye gidiyor? Bu kitapta herhangi bir tarih verilmemiş. Daha sonra M. Şehmus Güzel’in hazırladığı 3 ciltlik kitapta Abidin Dino’nun 1942 sonbaharında Mecitözü’ne sürgün edildiği yazılı.[7] Ayrıca, Boz Mehmet hakkındaki bir yazıda da yaklaşık aynı tarihler veriliyor: “O sıralarda İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, komünistleri, yazarları, sanatçıları Sansaryan Hanı’na toplayıp oradan Anadolu’ya sürgün ediyordu. 1942 yılının Mayıs ayında Boz Mehmet İstanbul’da tramvay tamircisi olarak çalıştığı Şişli tramvay deposunda polisler tarafından yeniden tutuklanır. … Boz Mehmet de Sansaryan Hanı’na kapatılanlar arasındaydı, oradan aynı yıl Mucur’a sürgün edildi.”[8]
Anlaşıldı, Abidin Dino Mecitözü’ne, Boz Mehmet de Mucur’a gidiyor. Peki, Nudiye Hanım nereye gidiyor? Tahmin etmek zor değil. Türkiye Demiryolları Haritası’nda Çerikli istasyonundan sonra Yerköy’e geliniyor. Yerköy’den ayrılan karayolu da önce Kırşehir’e, sonra Mucur’a devam ediyor. Demek ki, Fatma Nudiye Hanım 1942 yılı sonlarında mahpusluğunu Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın bulunduğu Kırşehir’e nakletmiştir. Bu, şimdiye kadar bu kesinlikte kanıtlanamayan bir bilgi idi.

***
Geçen yaz başında Googlebooks sitesi içinde “Nudiye Hüseyin” tarafından yazılmış bir kitap daha buldum. Kitap hakkında aşağıdaki bilgiler veriliyordu:
Başlık
Çabuk öğreten elifba
Yazar
Yayıncı
Türk Neşriyat-ı Yurdu, 1927
Uzunluk
64 sayfa

Ancak, bazı kitaplar için olduğu gibi bu kitaba ait görüntülere ulaşabilmek mümkün değildi. Ayrıca, kitabın orijinalinin nerede olduğu da belli değildi. Uzun uğraşlardan sonra, kitabın aşağıdaki kayıt bilgileri ile Amerika’da Princeton Üniversitesi Kütüphanesi’nde olduğunu tespit edebildim:
Author/Artist:
Title:
Çabuk öğreten elifba / Nudiye Hüseyin.
Published/Created:
[Istanbul] : Türk Neşriyat-ı Yurdu : Ahmet Kâmil Matbaası, [1927]
Physical description:
64 p. : ill. ; 20 cm.
Location:
Annex A, Forrestal: use annex button to request
Call number:
PL137 .N87 1927

Şimdi de iş kitabın bir kopyasını elde etmeye kalıyordu. Türkiye’deki çeşitli üniversitelerden akademisyenler kanalıyla Princeton’a ulaşmaya çalıştım, ama ne yazık ki bunda başarılı olamadım. En sonunda, tarihçi M. Şükrü Hanioğlu’nun Princeton’da Yakın Doğu Araştırmaları Bölümü’nde yönetici olduğunu öğrendim. Kendisine bir mektup yazarak yardımını rica ettim. Sağ olsun, kendisi o sırada Princeton’da olmamasına rağmen kitabı buldurup tarattı ve bir kopyasını internet kanalıyla 12 Temmuz 2012 tarihinde bana gönderdi. Kendisine müteşekkirim.
Kitabın ön kapak resmini aşağıda görebilirsiniz:

Görüldüğü gibi, Harf İnkılâbı’ndan önce 1927’de yayınlanan kitap eski yazı ile basılmıştır.
Bu kitabın bir diğer önemi ise şudur: Eğer mahkeme kayıtlarında yazıldığı gibi 1904 yılında doğmuş olduğunu kabul edersek, Fatma Nudiye Hanım bu alfabeyi 23 yaşında iken yazmış olmalıdır. Alfabe yazmak gibi önemli bir sorumluluğun, bu kadar genç yaşta bir insana verilmiş olması ilginçtir. (Muhtemelen henüz üniversiteyi yeni bitirmiştir.)
Diğer bir ihtimal ise şu olabilir: Aslında bu alfabeleri Pedagoji konusunda eğitimi olan Sadrettin Celal Antel hazırlamış, ancak 1925’teki mahkûmiyetinden dolayı kendi imzasını kullanmak istememiş ve öğrencisi (veya yakın tanıdığı) Nudiye Hüseyin’in imzasını kullanmıştır.

***
Bu arada, Fatma Nudiye Hanım’ın muhtemelen Nizamettin Nazif’le evlenmesinden sonra kullanmaya başladığı “Nudiye Nizamettin” imzası ile yazdığı çok ilginç bir kitaba da ulaştım: “Beyoğlu 1931”
Bu kitap tiyatro eleştirmeni ve tarihçisi Sevda Şener tarafından aşağıdaki gibi tanıtılmaktadır:
Cumhuriyet döneminin eski kuşağı içinde Nudiye Nizamettin ilginç yazar olarak çıkıyor karşımıza.
........
“Cumhuriyet Döneminde tiyatroya, oynanacak düzeyde oyun vermiş olan kadın yazarlarımızın en eskisi Nudiye Nizamettin'dir. Nudiye Nizamettin Hanım hakkında öğrenebildiğim, gazete yazarı Nizamettin Nazif’le evli olduğu ve 1971 yılında öldüğünden ibaret. Oyununun adı Beyoğlu 1931.  Oynanacağı bir süre Darülbedayi Dergisinde bildirilmiş, Darülbedayi sahnesinde oynanmak üzere repertuvara alınmış olduğu halde sonradan oynanmamış. Oyunun yazma nüshası İstanbul Şehir Tiyatrosu kitaplığındadır.
“Beyoğlu 1931, birkaç bakımdan ilginç bir oyundur. Teması, ele aldığı konu ve bu konuyu işleyiş biçimi, aynı yıllarda tiyatroya eser veren Vedat Nedim Tör, Cevdet Kudret, Nazım Hikmet gibi yazarların oyunlarına benzer. Oyun günün yaygın bir sorununu dile getirmektedir: İstanbul’un belli bir kesiminde görülen ahlâk yozlaşması. Yazar, ‘sosyete’ yaşamı adı altında toplumun geleneksel değer yargılarına uymayan bir yaşamı sergiler. Alafranga ve gösterişli dış görünüşü altında bu toplum, annelerin kızlarını fuhuşa teşvik ettiği, kumarhanelerde toy gençlerin ve hacıağaların soyulduğu kirli bir ortamdır. Yurtsever, dürüst gençler, namuslu, uyanık genç kızlar ve bu gençlerin kurduğu mutlu evlilikler bu tehlikeli ortam içinde yıkıma sürüklenir. Toplumsal bir eleştiri niteliği taşıyan bu oyun seyirciyi duygulandıracak, heyecanlandıracak biçimde işlenmiştir.”[9]
Söz konusu oyunu Özdemir Nutku “süslü, gösterişli Beyoğlu sosyetesinin iç yüzünü açımlayan bir oyun”[10]  olarak değerlendirirken, oyundaki sosyete insanları varlıklı, hazır yiyici, sömürücü ve her çeşit sorumluluktan uzak, toplumda hiçbir işe yaramadıkları halde, toplumun kaymağını yiyen insanlar olarak tanımlar.[11]
Demek ki, “Nudiye Nizamettin”in Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı olduğu, çok önce, 1973 yılında yazılıp ortaya konmuştur, ancak “Nudiye Nizamettin” ile “Fatma Nudiye Yalçı”nın aynı kişi olduğu bilinmemektedir. Yine de, Sevda Şener’in belki bazı duyumlarla gerçeğe epeyce yaklaştığını farz edebiliriz. Çünkü Nudiye Nizamettin’in ölüm tarihi olarak ona en yakın insanın, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ölüm tarihini veriyor. Fakat bu yanlışlığı açıklayabilmek için kendisini telefonla aradığımda sanırım kendisini eleştirdiğimi zannederek konuyla pek fazla ilgilenmedi.
Bu kez “Beyoğlu 1931” isimli kitabı araştırmaya başladım. Sonunda “Nadiye Nizamettin” yazar adıyla İllüzyonist Sermet Erkin’in tiyatro oyunları koleksiyonu içinde buldum.[12] O yıllarda tanıştığım ve kendisiyle birlikte Fatma Nudiye Hanım üzerine araştırmalar yaptığım yazar Bilgesu Erenus vasıtasıyla Sayın Sermet Erkin’e ulaşabildim ve oyunun bir kopyasını kendisinden istedim. Oyun bir kitap olarak yayınlanmamıştı, repertuvara alındığı için herhalde oyunculara dağıtılmak üzere daktilo ile çalakalem yazılmış bir metindi elimizdeki.
Aşağıda bu metnin ön sayfasını görüyorsunuz:
Sermet Erkin, bu eseri Devlet Tiyatrosu’nun çöpe atılmak üzere ayrılmış bir yığın eski kitapları arasından ayıklayarak bulduğunu belirtmişti. Bu eseri bize kazandırdığı için kendisine müteşekkiriz. Onun koleksiyon hevesi olmasaydı, herhalde Türkiye’de bir kadın tarafından yazılan ilk tiyatro eseri böylece tarihe karışacaktı.

***
Bu ilginç tesadüfler, en umutsuz durumda iken kıl payı bir şansla bazı çözüm yollarının açılıvermesi, bütün bunlar insana hoş duygular yaşatıyordu… Böylece; masaldaki gibi ormanda kayboluvermiş (veya öylece “isimsiz emek” olmayı kendiliğinden kabullenivermiş) Fatma Nudiye Hanım’ı biz oraya buraya bıraktığı taşları ay ışığında takip ederek, bazen tahminle ve bazen de tesadüflerle tekrar buluyorduk. Fatma Nudiye Hanım ise sanki uzakta bir yerde, hafif bir tebessümle bizi izliyor, bu işe daha fazla emek vermemiz için bizi teşvik ediyordu. Benim için, arkeolojik bir kazı çalışmasını andıran bu ilginç maceranın içinde bulunmak bile yeterli mutluluktu.

***
Teyzesinin yeni bir özelliğini (Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı olduğunu) anlatmak için bir akşam Esat Bey’i ziyarete gittim. Onun evinden telefonla Beklan Bey’i de aradım. Şaşırdı ve duygulandı. Ömrünü tiyatroya vermiş Beklan Algan, teyzesinin bu ünvanından habersizdi!

***
Bu arada, benim hazırladığım dosya ve bu dosyaya dayanarak devreye sokulan www.fatmanudiye.com sitesi konunun daha fazla ilgi çekmesini sağladı. Herhalde “bu kuzudan iyi post çıkar” diye düşünen bazı editörler kitap basımı için izin istemek üzere beni aramaya başladılar. Bense Türkiye’nin en saygıdeğer kadınlarından biri olan Fatma Nudiye Hanım’ın hayat hikâyesinin bir ticari meta haline gelmesine ve son zamanlarda gitgide yaygınlaşan Osmanlı saray cariyelerinin cıvık aşk hikâyelerini andırır şekilde bir piyasa romanında harcanmasına karşıydım.
Bana göre, Fatma Nudiye Hanım’ın hikâyesini ancak bir kadın yazabilirdi. Fakat bu kadın amatör bir yazar değil, şimdiye kadar eserleri ile kendini az çok ispatlamış bilinen bir yazar olmalıydı. Öte yandan, suya sabuna dokunmayan bir edebiyatçı da değil, aynı zamanda Fatma Nudiye Hanım gibi sosyalist mücadelede yer almış bir yazar olmalıydı. Bu özellikleri taşıdıklarına inandığım ve benim de kendilerini tanıdığım iki yazarla görüştüm: Leyla Erbil ve Bilgesu Erenus.
Her ikisi de dosyayı inceledikten sonra çok ilginç bulduklarını belirttiler. Ancak, Leyla Hanım o zamanki sağlık durumunu gerekçe göstererek bu kitabı yazamayacağını söyledi.
Bilgesu Hanım ise biyografik bir roman yerine bir senaryo çalışması yapabileceğini söyledi. Gerçekten de çalışmalara hemen başladı, Fatma Nudiye Hanım ile ilgili insanlarla, akrabalarıyla, bazılarına benim de katıldığım görüşmeler yaptı, bir nevi sözlü tarih çalışması yürüttü. Daha sonra da bu kaynaklara, izlenimlere ve tartışmalarımıza dayanarak bir senaryo hazırladı.[13] Senaryo, Fatma Nudiye Hanım’ın iki yeğeni Beklan Algan ve Esat Yarar da filmde kendilerini oynayacak şekilde, bir nevi “teyzeyi hatırlayış” olarak hazırlanmıştı. Fatma Nudiye Hanım’ın bütün hayatını kapsayan sıcak bir anlatımı vardı. Ancak ne yazık ki senaryonun filme çekilmesi bugüne kadar mümkün olamadı. İşin başında çok ilgili görünen yönetmen İrfan Tözüm bir süre sonra vazgeçti.

***
Yıllardır benim hazırladığım dosyaya dayalı bir Fatma Nudiye Yalçı kitabı yayınlamak için beni ikna etmeye çalışan arkadaşım Ahmet Kale, artık daha fazla dayanamamış olacak ki, geçen Haziran ayı sonlarında internette, 14 Temmuz 2012 Cumartesi günü yapılacak olan anma toplantısında, Rezan Yayıncılık tarafından yayınlanacak olan, Fatma Nudiye Yalçı’nın biyografisi ve yayınlanmış tüm yazı ve kitaplarının toplandığı “NUDİYE” isimli kitabın da tanıtılıp, satışa sunulacağını” ilân etti. Bundan epeyce sonra da, beni telefonla arama nezaketini gösterdi ve aynı üslupla kitabı toplantıya yetiştireceklerini belirtti. Bana kalırsa henüz erkendi, ancak benim dışımda verilmiş bir kararı değiştiremeyeceğimi anladım. Sadece benim çalışmalarımla gün ışığına çıkan ve bazılarını kendisine emanet ettiğim Nudiye Hüseyin ve Nudiye Nizamettin ile ilgili belge ve bilgileri kullanmamasını isteyebilirdim, ancak bunu da yapmadım. Kendisine sadece, Fatma Nudiye Hanım hakkında bilinemeyen pek çok şey olduğunu, bu aşamada yayınlanacak kitabın eksik ve bazı açılardan yanlış bilgiler de taşıyabileceğini söyledim. Ancak yayınlanacak metni bana gönderirse gözden geçirip görüşlerimi bildirebileceğimi belirttim. Fakat kitap metni bir türlü gönderilemedi.
Nihayet, ısrarım üzerine 10 Temmuz 2012 günü gelen metni inceleyip aynı gün bazı düzeltmeler önerdiğimde ise, itirazıma “yerden göğe” hak verilmesine rağmen kitap baskıya verildiği için düzeltme imkânı kalmadığı cevabını aldım. Bu nedenle, neredeyse tümüyle benim hazırladığım dosyaya dayalı olarak “derlenen” bu kitaptaki acelecilikten ve özensizlikten kaynaklanan pek çok imlâ hataları, dizgi yanlışları ve maddî hatalar için herhangi bir sorumluluğum bulunmamaktadır.
Yine de okuyanları ilgilendirebileceğini düşünerek iki bariz hatayı burada düzeltmek isterim:
Birincisi, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Fatma Nudiye Hanım’ın hapishane hayatları ile ilgilidir. Dr. Hikmet Kıvılcımlı, önce Çankırı’da Nazım Hikmet ve Kemal Tahir’le yattıktan sonra muhtemelen 1941 yılında Amasya Cezaevine ve oradan da 1942 yılında Kırşehir’e gitmiştir. Fatma Nudiye Hanım ise kitapta öyle anlaşılan bir ifade olmasına rağmen hapislik hayatının sonuna kadar Sinop’ta kalmamış, bu yazımın içinde kanıtlandığı üzere 1942 yılı sonbaharında Kırşehir’e gitmiştir.[14]
Araştırma yönteminin yanlışlığından kaynaklandığını sandığım daha vahim bir hata ise aşağıdaki satırlarda bulunmaktadır:
“Fatma Nudiye Yalçı ifadesinin bir yerinde, kendi eserlerinin hemen hepsinin menedilmiş olduğunu söylüyor. Nitekim o yıllarda yasaklanan kitap ve yazar listelerini çarşaf çarşaf yayınlayan Cumhuriyet Gazetesi’nin 10 temmuz 1933 günkü nüshasının 4. Sayfasında yayınlanan “Yasaklanan kitaplar listesi no: 51”de, Nudiye Nizamettin: Bütün eserleri denmektedir.”[15]
Aslında basit bir mantıkla bile, bu “yasak kitap” hikâyesinin doğru olamayacağını düşünmek mümkündür.  Çünkü 1933 yılına kadar Fatma Nudiye Hanım’ın yayınladıkları sadece 2 Alfabe ile birkaç dergi yazısıdır. Bunların Kemalist rejim tarafından yasaklanacağını ve hele içlerinde Hüseyin Rahmi, Aka Gündüz ve Mahmut Yesari’nin kitaplarının da bulunduğu yasak kitap listelerinin Cumhuriyet gazetesinde “çarşaf çarşaf” yayınlanacağını düşünmek abestir. “Google”da yakalanan her “ham bilgi”yi ciddiye almamak gerekir.
Gerçekten de o tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir liste bulunmaktadır, ancak listenin adı “Yasaklanan kitaplar listesi” bile değil, daha da korkuncu “Yakılacak Kitaplar Listesi”dir. Bu garip bilgiyi teyit etmek üzere yaptığım küçük bir araştırma ise aşağıdaki sonucu vermiştir:
“Peyami Safa 30 Mayıs1933 günü Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde ilginç bir yarışma başlattı. Okuyucularından yakılmalarını istedikleri kitapların listesini istedi. Bu yarışmanın esin kaynağı Fransız Vu dergisiydi. Söz konusu dergi, okuyucularından böyle bir istekte bulunmuş, işin eğlencelik yönünü öne çıkararak Hitler’in kitap yakmasını eleştirmeyi amaçlamıştı. Peyami Safa okuyucuların gönderecekleri listeler için bir gerekçe göstermelerini istemedi. Yakılması istenen kitaplardan en çoğunu içeren liste, Peyami Safa’nın “bir kutu cigara değil ama bir spor araba da değil” dediği ödüle hak kazanacaktı.”[16]
Burada ilginç olan diğer bir husus da Nudiye Nizamettin’in içinde olduğu listenin tümüyle kadın yazarlardan oluşmasıdır. Bu listeyi hazırlayan C. N. rumuzlu okuyucu bir “komünist düşmanı” olmaktan çok herhalde bir “kadın düşmanı”dır! Bu haberin Fatma Nudiye Hanım açısından önemi ise sadece o dönemde tanınmış bir “kadın yazar” olduğunu göstermesidir.
Yayınlanan kitaptaki bu tür trajikomik hataları önleyemesem de, ilk duyuruda belirtilen ve tam da Osmanlı saray cariyelerinin piyasa hikâyelerini andıracak tarzdaki gayriciddî “NUDİYE” ismini önleyebildiğim için memnunum. Eksiklerine rağmen, Fatma Nudiye Hanım için hazırlanan bu ilk kitaba emekleri geçen bütün arkadaşları kutluyor, kendilerine teşekkür ediyorum.

***
Fatma Nudiye Hanım’ın hayat hikâyesinde hâlâ eksik kalan ve yerinde araştırmalar ile kolayca tamamlanabileceğini sandığım pek çok noktalar var:
1-      İstanbul Üniversitesi’nde hangi yıllarda ve hangi bölümde okumuştur? Mezun olmuş mudur?
2-      Alfabe’ler ona mı aittir, yoksa Sadrettin Celal tarafından mı yazılmıştır?
3-      Sovyet Konsolosluğu’nda hangi yıllarda çalışmıştır ve oradaki görevi nedir? Aclan Sayılgan’ın “kurye” iddiası acaba gerçek midir, yoksa sadece MAH’ın bir tahmini midir?
4-      “Sosyete ve Teknik”in İstanbul Üniversitesi önünde gerici öğrenciler tarafından yakıldığı doğru mudur? Doğru ise hangi tarihte?
5-      Sinop ve Kırşehir’deki hapishane hayatı ile ilgili detaylar.
6-      Vatan Partisi dönemi ve 60’lı yıllarda İstanbul’daki yaşantısı hakkında detaylar. (Yakınlarının belirttiğine göre o soğuk savaş şartlarında kardeşleri bile onunla ilişkiyi kesmişler, yeğenlerinin onunla görüşmesini yasaklamışlar, sadece annesi yanından hiç ayrılmamış, v.s.)
Bu ve bunun gibi diğer eksikler ve soru işaretlerinin ortadan kaldırılmasından sonra Fatma Nudiye Hanım’ın kitabını yazmaya başlayabiliriz sanıyorum.

***
Atlantiği uçakla geçen ilk pilot Charles Lindbergh'in büyük “Spirit”i tarihe geçmek üzere uçuyor. Artık Paris’e yaklaşmış durumda. Bunlar da o sırada yazdığı satırlar:
“Bir saat içinde ineceğim. Tuhaf ama hiç acelem yok. Hiç uykum yok. Vücudumda bir ağrı da yok. Gece serin ve güvenli. Kokpitte sessizce oturmak ve şu biten uçuşun tadını çıkarmak istiyorum. Sanki nadir bir çiçeğin peşinde, bir dağa tırmanış mücadelesinden sonra, tam bulup elimi uzatacakken anlamışım gibi: Asıl mutluluk ve tatmin onu bulmaktadır, koparıp elde etmekte değil. Koparmak ve yok etmek aynı şey. Nerdeyse, Paris birkaç saat daha uzakta olsun istiyorum. İnmeye yazık. Gece bu kadar berrakken... Depomda böyle çok yakıt varken...” (Çev. Ümit Ünal)[17]




KAYNAKLAR                              :

(1)     Dr. Hikmet Kıvılcımlı Sempozyumu Wremen 9 Aralık 2001 Bant Çözümleri Kaset 10.
(2)     Muallim Nudiye Hüseyin, Millet mektepleri için Milli Alfabe, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1929.
(3)     Nudiye Hüseyin, Çabuk Öğreten Elifba, Türk Neşriyat Yurdu Maarif ve Şark Kütüphaneleri, Ahmet Kamil Matbaası, İstanbul, 1927.
(4)     Sorun Polemik, Marksist Araştırma İnceleme Eleştiri Dergisi, 27. Sayı, Eylül 2007.
(5)     Eleştirel Psikoloji Bülteni,  http://www.elestirelpsikoloji.org/eleps/eleps/sakincalipsk.html
(6)     Abidin Dino, “Kızılbaş Günlerim”, Sel Yayıncılık, Eylül 2001, İstanbul.
(7)     M. Şehmus Güzel, Abidin Dino 1913- 1993, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2008.
(8)     Ürün Sosyalist Dergi, Sayı: 7, Eylül - Ekim 2000, http://urundergisi.com/makaleler.php?ID=139
(9)     Sevda Şener, “Cumhuriyet Dönemi Kadın Oyun Yazarları”, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, Yıl:1973, Sayı:4.
(10)  Özdemir Nutku, Dünya Tiyatro Tarihi II, 1985.
(11)  Birgül Yeşiloğlu Güler, Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosunda Kadın Oyun Yazarlarının Kadın Eksenli Oyun Metinlerinde Kadın Karakterlere Yaklaşımlarının İncelenmesi,  Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sahne Sanatları Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Tezi, Adana, 2005.
(12)  Sermet Erkin Piyes Koleksiyonu, http://www.sermeterkin.com/tumpiyesler.asp?harf=&sx=8
(13)  Bilgesu Erenus, Kelepçesiz Mahkûm, yayınlanmamış senaryo çalışması, 2006.
(14)  Fatma Nudiye Yalçı Hayatı ve Eserleri, Rezan Yayınları, İstanbul, 2012.
(15)  Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-1940, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005.
(16)  Ümit Ünal blogu  http://asyadada.blogspot.com/


[1] Dr. Hikmet Kıvılcımlı Sempozyumu Wremen 9 Aralık 2001 Bant Çözümleri Kaset 10.
[2] Millet mektepleri için Milli Alfabe, Muallim Nudiye Hüseyin, Resimli Ay Matbaası. İstanbul, 1929.
[3] Çabuk Öğreten Elifba, Nudiye Hüseyin, Türk Neşriyat Yurdu Maarif ve Şark Kütüphaneleri, Ahmed Kamil Matbaası, İstanbul, 1927.
[4] Sorun Polemik, Marksist Araştırma İnceleme Eleştiri Dergisi, 27. Sayı, Eylül 2007, sayfa 114.
[6] Abidin Dino, “Kızılbaş Günlerim”, Sel Yayıncılık, Eylül 2001, İstanbul, Sayfa: 11-14.
[7] M. Şehmus Güzel, Abidin Dino 1913- 1993, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2008.
[8] Boz Mehmet’i Anlamak, Ürün Sosyalist Dergi, Sayı: 7, Eylül - Ekim 2000, http://urundergisi.com/makaleler.php?ID=139
[9] Sevda Şener, “Cumhuriyet Dönemi Kadın Oyun Yazarları”, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, Yıl:1973, Sayı:4, sf. 31-44.
[10] Özdemir Nutku, Dünya Tiyatro Tarihi II, 1985, Sayfa 293.
[11] Aktaran: Birgül Yeşiloğlu Güler, “Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosunda Kadın Oyun Yazarlarının Kadın Eksenli Oyun Metinlerinde Kadın Karakterlere Yaklaşımlarının İncelenmesi”,  Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sahne Sanatları Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Tezi, Adana, 2005.
[13] Bilgesu Erenus, Kelepçesiz Mahkûm, yayınlanmamış senaryo çalışması, 2006.
[14] Fatma Nudiye Yalçı Hayatı ve Eserleri, Derleyen: Ahmet Kale, Rezan Yayınları, İstanbul, 2012, sayfa 25.
[15] A.g.e. sayfa 14.
[16] Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-1940, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005
[17] Kaynak: Ümit Ünal blogu  http://asyadada.blogspot.com/

1 yorum:

  1. TÜSTAV'dan çıkan eski TKP'li Bilal Boz'un anılarında Bulgaristana gelişi ve karşılaşmaları kısaca anlatılıyor,belki işinize yarar..
    sayfa147-148-149
    https://www.scribd.com/book/397096246/An%C4%B1lar-Bilal-%C5%9Een

    YanıtlaSil