17 Aralık 2012 Pazartesi

KIVILCIMLI'NIN EMPERYALİZM KİTABIYLA İLGİLİ MAHKEMEDE YAPTIĞI SAVUNMA

EMPERYALİZM” KİTABI İLE İLGİLİ SAVUNMA

Saygıdeğer Hakimler:
Esas iddia içinde bence her şeyden mühim görünen bir nokta var:Bütün davanın tahrik noktası budur. Nitekim müddeiumuminin iddiasına başlamadan önce açtığı iki sualden ikiside, başlıca esvabı mucibesinin hep bu noktada gelip temerküz ettiğini gösteriyor:Kitabın Türkiye ile münasebeti
Filhakika hukuki amme müessili sıfatıle, iddia makamının bu ciheti araştırmasından daha tabii birşey olamaz.
İddia makamı Türkiye hakkındaki kanaatimi sordu:Türkiye’nin emperyalist bir rejim olmadığını ve şu halde kitabın ana tezile bir alakası bulunamıyacağını söyledim. (Netekim tekide lüzum görmüş oldukları gibi mahkemenin alaniyetini müdafaa ederken de aynı kanaatimi tekrarlamıştım).
Bunun üzerine aynı makam kitabın bazı sahifalarından pasajlar okudu. Bunlar içinde mesela, İş Bankası’na ve Esnaf Bankası’nın iflasına ait iki mevzu hakkında hakkında Türkiye matbuatından kesilip iliştirilmiş birkaç fıkra bilirim:
Kendilerine bu hususta biraz daha yardım etmiş olmak için, aynı kitabın muhtelif sahifaları içinde yine Türkiye’den bahis başka zikirler arasında, bilhassa mühim gördüğüm diğer iki noktayı daha hatırlatmayı vazife bilirim:
1-Kitapta, ecnebi kapitalinin geri memleketlere giriş şekillerinden bahsederken, Osmanlı borçları hakkında şu izahat var:
“1836’dan 1879’a kadar 10 istikrazla Türkiye’nin 238 milyon altın lira borçlanmasına mukabil (faizler, imtiyazlar vererek) eline ancak 127 milyon lira geçer. Bu yüzde yüz haraçtır. ”(71)
Daha aşağıda Rumeli şimendiferi istikrazı dolayısıyle 100 de 2 bin 300 çapul rakamları verilir. Bu surette Avrupa büyük kapitalist devletlerinin Osmanlı imparatorluğunu nasıl haraca bağladıkları ve büğüne kadar kötü bir miras gibi uzanıp gelen Düyunü Umumiye davasının ne feci bir dolandırıcılık olduğunu anlatıyorum. İddia makamı bu noktayı zikretmedi.
2-Aynı kitapta Rentenstaa denilen iratçı emperyalist devlet tipinden bahsederken yazıyorum:
“Emperyalist devlet, kendisinden mal alacaklardan ziyade, para verip de borçlu ettiklerine karşı ali kıran baş koparandır. Türkiye Osmanlı borçlarına moratoryum yapınca, emperyalistler, Ağrı dağı isyanını kışkırtılar. Niçin? Ve ilh…(135)
Burada Ağrı dağı isyanının bir emperyalist müdahale metodu sayılabileceğini gösteriyorum. İstindak hakimligi bunu benden sormuş ve izahatımı dinlemişti.
halde, benim iddia makamının bir sualine menfi cevap verişime mukabil, Türkiye’ye temas eden bu vakia ve tespitlerden ne anlıyalım? Acaba ben lakırdılarıma yanlış libaslar giydirerek kanatimi gizlemeye mi çalışıyorum? Yoksa ne dediğimi mi bilmiyorum?
Meseleyi böylece koyan müadei umumi, ikinci şıkkı kabul edemeyince birinci şıkka temayülediyor. Ve benim, ”bahsettiğim fikirleri örtülü bulundurmak için çalştığı”ma hükmediyor.
Fakat hayır bay reis, istidrad kabilinden şunu söyleyeyim ki, ben hayatımda herhangi bir suç ithamından ziyade fikirlerimi saklamış olmak ithamından korkarım. Benim için en büyük suç, şuurlu bir insanın inandığı kanaatini bizzat reddetmesidir. Nitekim Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu da herhalde memlekette böyle vatandaşlar görmek istediği için kimseyi kanaatinden dolayı muatap tutmamaktadır.
Evet, burada gizlenen bir cihet yok: yanlış anlaşılan bir cihet var. o da şu:
Kitap, isminden anlaşılacağı veçhile Emperyalizm’den bahsediyor. Emperyalizm devrinde cihan ve insanlık, iddia makamının üç defa zikrettiği gibi, iki büyük kampa bölünür: Bir tarafta birkaç kocaman emperyalist devletin bir avuç inhizarcı Finans-kapitalisti: öte tarafta bir bu bir avuç asrı derebeylerden maada ve onlara karşı hemen bütün insanlık. (İddianameden iki A pasajının zikri).
İşte emperyalizme karşı olan bu kampın içinde Türkiye de vardır.
Yani, bugün cihanda bir emperyalist dünya, bir de anti-emperyalist dünya diye iki başka ve birbirine zıt alem kabul edilirse, kanaatimce Türkiye, bu iki alemden ikicisinde yer aldı. Yani Türkiye, bu kitabın yazıldıgı ana kadar emperyalist kampında değildi, belki anti-emperyalıst kampta idi
Şu halde, Türkiye’nin kitaptaki ana tezlenalakasızlığı her şeyden evvel bu itibarladır. İddia makamı bunun aksini ileriye sürebilir mi? Hiç zannetmiyorum.
2. Saniyen kitap, betahsis ve laaletayin bir memlekette değil tekmil cihanda
Emperyalizm mevzuunu tetkik ediyor. Türkiyede hakim ekonominin ve sosyal sistemin ne olduğu ise büsbütün ayrı bir mevzudur. Türkiye’de kapitalizm var mı, yok mu, veya hangi safhadadır? Elinizdeki kitap böyle bir
mesele için kaleme alınmış değildir. Türkiye’de kapitalizm ne isterse olabilir. Yalnız kıtabı her dikkatle okuyanın sarih surette anlıyacağı veçhile, muhakkak olan bir şey varsa, o da Türkiye’nin klasik bir emperyalist kapitalizm çağını ve rejimini yasamadığı, bilakıs emperyalizmin tehdidi altında duran bir memleket olduğudur.
Türkiye’de kapıtalizm olabilir, İş Bankası bulunabilir, Esnaf Bankası iflas edebilir.. Fakat bütün bunlar vehleten Türkiye’nin bir emperyalist kapitalzim rejiminde olduğunu ispat etmezler.
Türkiye emperyalizmden gayrı kabili hulul bir gışa ile ayrılmış değildir. Emperyalizmle bizzarure münasebettedir. Cihanı sarmış bir sistemin elbet Türkiye’de dahi bazı unsurları bulunabilir. Fakat bunlar sistem değil, unsurdurlar. Bu kabil münasebet ve unsurlara en tipik misali günün gazetelerinden alayım: 25 Mayıs 1936 tarihli Kurun gazetesi:’’Adli tahkikat lazım’’ başlığı altında. Türkiye Milli Sigorta şirketi ile Füniks sigorta şirketinin münasebetini tesbit eder. Füniks şirketi, kendisinden maada Türkiye’de bir de ‘’Türkiye Milli Sigorta Şirketi’’ kurmuş, başına Amerika’da iflas etmiş olan bir şirketin Türkiye mümessilini geçirmiş. Nihayet hepsi birden iflas etmişler. Kurun gazetesi baş makalesinde bu münasebet şöyle tesbit edilir: ‘’İstanbul’daki Füniks sigorta şirketinin müşkül vaziyete düşmesi, buradan Viyanada’ki asıl şirket merkezine ihtiyaç akçası adı altında bir çok paralar gönderilmiş olmasının neticesi olduğuna göre, iki hadise arasında sıkı bir münasebet var demektir. Bu takdirde acaba Füniks şirketinin Viyana’ daki merkezi ile İstanbul şubesi arasındaki muameleler arasında suistimal cihetinden bir münasebet yokmudur?
İşte Emperyalizmle Türkiye ekonomisi arasında ki bu kabil münasebetler vardır. Bu münasebet Türkiye okurlarına ve vatandaşlarına meçhul kalmamalıdır. Zira bu kabil hadiseler üzerinde uyanık bulunmamak vatandaşların varlığına karşı gelebilecek tehlikeleri göstermemek olur. Netekim aynı gazete, Ekonomi Bakanlığının bu hadisede tetkikat yaptırdığını söyliyerek, der ki: Bu tetkiklerin maksat ve gayesi her iki sigorta şirketinin mali vaziyetlerini tesbit etmek, bu şirketlere kaydedilmiş olan ailelerin meşru haklarını imkan derecesinde muhafazaya çalışmaktır.
Bu gibi hadiseler Türkiye’de geçer. Fakat Türkiye sırf bu hadise ve münasebetlere istinaden emperyalist bir memleket sayılamaz.
Emperyalizm, iddia makamının hülasa yaparken pek güzel işaret ettiği gibi, faraza endüstrici devletin yerine iradcı devletin geçişi ile de anlaşılır. Halbuki Türkiye henüz endüstrileşen bir memleket vaziyetindedir. Türkiye’de başka memleketlere yapılmış ödünçlerin irad ve faizleri uğruna her şeyi göze almış bir devlet yoktur. Kitabımızda aksi davanın sahih olduğuna yer yer işaret edilmiştir. Osmanlı borçları mirası Ağrı dağı hadisesi misali bu meyandadır.
Emperyalizmin şiarı harp ve istiladır. Çin’i kan ve ateş içinde bırakan Japon emperyalizmidir. 1896’da İtalya’yı mağlup eden Habeşistan, İtalyan harp esirlerini bila tazminat salıvererek alicenaplığına dünyayı hayran etmişti. Avrupa matbuatı bile: ‘’Menelik, Wilhelm’den daha az barbarmış’’ demişti. Maksadı sulhtu. O zaman Habeşistan’la ebedi bir sulhtan bahseden İtalya ise, bugün faşist emperyalizm çağında sıkışınca ilk fırsatta, barbar diye ilan ettiği Habeşistan’a dinamit medeniyetini götürdü. Buna mukabil, Türkiye’nin yıllardan beri dış politikası sulh ve daima sulh olmuştur. Türkiye başka memleketleri istila etmeği düşünmek şöyle dursun, henüz kendi mülki tamamiyeti dahilinde bulunan Boğazlar üzerinde dilediği meşru müdafaa tertibatını bile alamamış vaziyettedir. Ve buna mani olan şüphesiz kodaman emperyalist devletlerdir.
Türkiye’de doğan bir kapitalizm var mı? İddia makamı da itiraf ederler, - ve zaten iddia dahi etmemişlerdir, - ki elindeki kitap böyle bir mevzuu kendisine tez yapmamıştır. Dikkat edilsin, hemde gayet büyük dikkatler edilsin, biz kitabımızda doğan değil, geberen bir kapitalizmden bahsediyoruz. Bugün bütün cihanda bir canavar gibi debelenen bir emperyalizm vardır. Türkiye gibi memleketler için bu canavarın ölümü en büyük müjdedir. Türkiye’yi bu emperyalizm ile karıştırmayı iddia makamı muvafık görür mü?
Demek, gerek cihan politikası bakımından, gerekse memleket ekonomisi ve sosyal düzeni bakımından Türkiye emperyalist sayılmamıştır. Emperyalizm altı üstünü tutan, temel ve üst katları ile birlikte bütün bir sistem, tekmil bir yapıdır. Türkiye’de böyle bir sistemin hakim olduğunu kimse iddia edemiyeceği gibi, hakim olması da binde bir kişinin hatırından geçmez.
İşte onun için bay başkan, biz Türkiye’nin memleket dahilinin bu kitapla alakası olamıyacağını söylerken, üstü kapalı konuşmamışız, tamamile deruni ve samimi kanaatimizi söylemişiz ve bunları murad etmişizdir. Açıkca fikrim budur. Fakat şüphe yok ki bu fikir bizatihi girifttir ve anlaşılması güç bir davaya temas eder. Ben de zaten bu cihetlerin bir mütehassıs tarafından tetkik edilmesini istediğim içindir ki bir ehli hibre talebinde bulunmuştum.
İşte meselenin bu ciheti, - yani Türkiye’nin emperyalizmle bir alakası bulunamıyacağı, - böylece bir kere tavazzuh ettikten ve kitapta ki ana tezin alemşumul bir vakıayı afaki bir surette tesbit ettiği anlaşıldıktan sonra, artık Stalin’in bu noktada ne dediği, komünist değil, sosyalist Ziromski’nin hangi kanata geldiği kitabımızda kaydedildi diye, hakkımızda herhangi bir suç isnadı zannederim iddia makamının dahi hatırından geçmez. Zira orada bahsi geçen her hadise, umumiyetle emperyalizmin karakteristiğini ilmi bir şekilde anlatmış olmak için verilmiştir. Orada çıkarılmış olan her hüküm emperyalizm hakkında verilmiştir. Emperyalizm Türkiye dışında, Türkiye kanunlarının ve Türkiye menfaatlerinin müdafaa etmediği ve edemeyeceği bir sistemdir. Zira emperyalizm Türkiye’ye düşmandır.
Ve bu düşmanlık bence, Türkiye için daima göz önünde tutulması lazım gelen hayat memat meselelerinden biridir.
İddia makamı emperyalizm hakkındaki ‘’pek sert’’ kinimden bahsetti. Bu zaafımı itiraf ederim. Cihan Harbinde Boğazlardan Kafkaslara, Arabistandan Galiçyaya kadar dört bir cephede milyonlarca Türk çocuğunu kırdıran Mütareke’de Meb’uslar Meclisini dretnotlarının salvoları ile tehdit eden, İstanbul’u yıllarca işgal zulmü altında tutan ve işgal masarafını da diş kirası gibi Türklerden alan, istiklal için ayaklanan Anadolu’yu kan içinde bırakan emperyalizmdir.
Bu facialar şahid olmuş her genç gibi bende emperyalizma karşı kin beslemekten geri kalmadımsa, iddia makamı bunu bir suç değil, bir fazilet saymalı değil midir?
Bununla beraber ve ona rağmen ben burada gözünü kin bürümüş bir mutaassıp gibi değil, soğukkanlılığını muhafaza eden objektif bir hakikat arayıcısı gibi hareket ettim.
Halbuki emperyalizm mevzuu bundan fazlasını isterdi. Zira o daima Türkiye gibi memleketlere karşı dişini göstermekten geri kalmaz. Mesela: Bundan birkaç yıl evvel, Londra’da 66 devlet murahhası buhrana bir çare bulmak için toplandığı vakit, alman murahhası, Türkiye için endüstri kurmanın lüzumsuz olduğunu ileri sürdü. Yani Türkiye’yi eskisi gibi ziraatçı, geri ve yarı- müstemleke bir memleket haline sokmayı teklif ediyordu.
Bundan birkaç yıl önce, 30 Kanunusani 1936 tarihli Journal des Debat gazetesinde, Paris üniversite profesörlerinden meşhur gazeteci Moris Pernot, son Türkiye, Efgan, İran anlaşması hakkında şunları yazıyor:
Herhalde Türkiye, İran, Efganistan tarafından ve Sovyetler Birliği’nin himayesi altında teşkil edilen şark ve Müslüman blokunun az çok büyük bir vüs’at peyda etmesi beklenebilir. Bu sistemin meydana gelmesi ile Suriye, Filistin ve maverayı erden’de mandası olan devletlerin, yani Fransa ve Büyük Britanay’nın hayli müşkül vaziyette kaldıklarını ilave etmek zaiddit. Şüphesiz şarki Afrika hadiseleri ve İngiliz-İtalyan ihtilafı Türkiye’yi Karadeniz’den Basra körfezine ve Akdeniz’e kadar bir çok blok sağlamlaştırmak hususunda iki misli cehid sarfetmeğe sevketti. Bu bloka Mısır’ı da sokmaktan vazgeçmedi. Ve Avrupa’nın Akdeniz devletleri ordu ve üssübahrilerini birbirleri aleyhine çevirmenin tam zamanını buldular. Halbuki kuvvetlerini müşterek bir nizam altına sokarak menfaatlerini uzlaştıranlar elbet daha iyi olurdu.
Bu birleşecek emperyalist kuvvetlerin müşterek menfaatleri meydanda:Kendi meşru müdafaasını yapmak istiyen küçük şark milletlerini emperyalist boyunduruğundan kurtarmamak ve Türkiye gibi yeni kurtulmuş olanlarını da hiç olmazsa nüfuzları altında tutmaktır.
Bundan birkaç gün evvelki, yani şu andaki hadiselere dikkat edelim. Bütün Avrupa matbuatı şu noktada müttefik bulunuyolar: İtalyan cephesi Habeşistan’dan Akdeniz’e intikal etmiştir. 24 Mayıs 1936 tarihli Roma ajansları Mussolini’nin Habeşistan zaferi üzerine faşist gençlerine şöyle haykırdığını bildiriyor:
Mayıs’ın 24 ü olan bu günde beyan ederim ki, istikbalde de aynı veçhile hareket edeceğiz. ’’Bu sabah yapılan merasimin arzettiği kuvvet ve gençlik manzarası hakikaten muhteşem olmuş ve aynı zamanda bir ihtar teşkil etmiştir. ’’ Biz burada yarının ordularını hazırlıyoruz. ’
Bu müphem ve tehdit dolu sözlerin manası nedir? İtalyan emperyalizmi doymamış, Akdeniz’de yeni hedefler arıyor, demektir. bunun manasını yukarıki nutuk verilirken, Tribuna isimli yarı-resmi İtalyan gazetesi muhabirinin Londra’dan gönderdiği şu mektubundan daha iyi anlaşılır:
Son 24 saat içinde İngiliz hariciye nazırı bazı devletlerle Akdeniz’deki stratejik vasiyeti konuşmuştur. ’’Bu fikrin menşei Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan’ın Akdeniz’de İtalya’ya karşı hissettikleri endişeden ileri geliyormuş. İngiliz hariciye nezaretine yakın bir şahsın fikrince İtalya’nın Habeşistan teşebbüsü bir ilk adımdır. bu devlet uzak olmayan bir gelecekte İtalya hakimiyetini Yunan ve Adalara, Anadolu’ya, Balkanlarda ve Dalmaçya sahillerine tevsi etmek istiyecektir. (26. Mayıs. 1936:Kurun)
Bir kelime ile: İtalyan emperyalizmi Akdenizi Roma İmparatorluğuna göl yapmak istiyor.
Biz böyle bir emperyalizmin çağında böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz. Emperyalizm bütün zorbalığına rağmen ölen bir sistemdir. Bir Türkiye vatandaşı sıfatı ile ben, bu her gün tehdidini yakınlaştıran tehlikenin emperyalizmin altına ‘’Geberen Kapitalizm’’ müşahedesini koyarken, ölen yerine geberen tabirinin kullandığım için madur mu olmalıyım?
Benim bu kitabımla yaptığım nedir? Türkiye’ye bu kadar düşman bir tehlikeyi izah etmek.. Bütün bu hadiseler faraza bir Musolini’nin bir Acakinin, bir Hitler’in kafasından çıkmıyor. Koskoca bir ekonomik ve sosyal kuruluştan doğuyor. Bunu tebarüz ettirmek her aklı eren fakir adamının boynuna borçtur. Bunu bilip te yapmamak emperyalizmi müdafaa etmektir. Türkiye şartları içinde emperyalizmi müdafaa etmekten daha büyük içtimai bir suç olamaz. Ve ben asıl böyle bir suçtan korkarım.
Eğer biz her anti-emperyalist eser hakkında, madem ki emperyalizm den bahsediyor şu halde komünistliğe tahriktir diye takibat ve cezayı layık görürsek hakiki bir tehlike karşısında, Türkiye vatandaşları önünde cidden nazik bir vaziyet indas etmiş oluruz.
İlk isticvabım sırasında söylediğim gibi, bu gibi eserler Türkiyenin umumi ve devamlı menfaatleri bakımından cezaya değil, mükafata layıktırlar.
Bundan sonra iddia makamının şahsım ve eserim hakkında bazı yanlış tefsir ve iddiaları gelir.
İddia makamının şahsım hakkındaki telkinlerini münakaşa etmekte bir fayda bulmuyorum. ahval’i sabıkamı ileriye sürdü. Halbuki kanuni hakikat şudur: 1925 ve 1928 senelerinde bu suçtan mahkum olan Hikmet vatandaş, 1934 senesinde ve en son olarak aynı suçtan beraat etmiştir. İddia makamı bo son beratini nazarı itibara almamakla haksızlık ediyor. İsticvabim başlarken de söylediğim gibi, ben uzun takibat ve mahkumiyet senelerinden sonra sadece Marksizm nazariyesini ilmi yüksek bir metod telakki ederek o hususta objektif tetkikatla meşgul olan bir kimseyim.
Bugün meslek tayini, hiç kimsenin ferden elinde olmıyan bir takım kahir sebeplere göre determine oluyor. İddia makamı esbabı mucibesini ve saikini pek de anlıyamadığım bir tavsifde bulundu. Üstad kelimesini kullandı. Böyle bir iddiayı aklımdan geçirmediğimi ilk isticvabımda tekrar teyid etmiştim. Ben, Türkiye kanunlarının her Türke bahsettiği vicdan, düşünce ve neşir hakkına istinaden Türkiye okurlarına bir hizmette bulunmak kasdile eser yazmış bir vatandaştan başka bir şey değilim.
İddia makamının şahsımdan sonra eserimin izahı sırasında dahi bazı haksız imalar ve suni tefehhümler yaptı. Ben bunlar içinde eserimi yanlış tefsire uğratabilecek bir ikisine sadece işaret etmek isterim.
Şahsım hakkında telkinlerle, kitabının metni hakkında manayı zorlamadan ibaret olan ve varid olmadığı kendiliğinden anlaşılan bu iddialara cevap vermeyi zaid görüyorum.
Matbuat kanunu’nun 40’ıncı maddesi şayanı dikkattir. Bu madde ‘’Padişahlık ve hilafet yolunda ve komünistlik ve anarşistliğe tahrik eden neşriyatta bulunulamaz. ’’ der.
Yani, kanun irticai mahiyette alelıtlak her türlü neşriyatı men eder. ’’Hilafetçilik yolunda neşriyatta bulunulamaz’’ der. Komünistliğe ait neşriyatta ise ‘’tahrik’’ arar. Yani bir vatandaş bütün içtimai doktrinler gibi komünizminde ne olduğunu anlatan ilmi bir tetkik yapabilir. Lakin, bu tetkikinde tahrik olmamalıdır. Netekim, Marksizm ve Komünizm ne olduğunu anlatan Türkçe bir çok eserler çıkmış, hiçbir takibata uğramamışlardır.
Halbuki bu eser evvela Komünizmi anlatmak gibi hiçbir iddia ortaya atmaz. Kitabımız sadece Emperyalizmi, yani bir cihan hadisesini anlatır.
Sâniyen, iddia makamı baştan aşağı tahlil ettiği halde, hangi nokta da tahrik yaptığımı zikretmez. Yalnız: Bizim kanaatimizce bu kitap komünizme tahrik için yazılmıştır’’ der. Fakat, iddia makamının elinde matbu bir kitap var. Burada şahsi kanaatini değil, kitabın komünizmden bahis ve tahrik eden noktasını göstermeli idi. Göstermedi.
Hatta bizzat iddia makamı da sarih bir delile istinad etmediğini iddianamesinde iki defa tekrarlar. İddia makamı âdeta bir tahrik icad etmek isterken ‘fikirleri örtülü bulundurmak için’ bir takım maske yapmış’ sözlerini harcar. Fakat bu sözler iddia makamının bizzat kendi sözlerine ve iddiasına ihanet ederler. ‘’Örtülü’’, ‘’maskeli’’ demek: vuzuhsuz, sarahatsiz demektir. ceza Kanunu’nun birinci maddesine göre, sarahat olmayan yerde suç olmaz. Demek müddetiumuminin kendisi dahi, kitap hakkındaki samimi intibaı itibarıile sarih bir suçtan bahsetmiyor. Bu da zımnen masumiyetimi teyid olur.
Tahrik, Fransızca agitation mukabilidir: Bir fikri bir çok kimselere tehyic edici bir şekilde anlatmaktır. Kitapda bir değil binlerce vak’a ve fikir zikredilir. Tahrik, kelimenin kendisinden de anlaşıldığı veçhile hareket emreder: haydi ne duruyosunuz, yürüyün demektir. 150 sahifelik kitapda böyle bir tek cümle yoktur.
Bu kitap tahrik değil, izah eseridir. İzah, hadiselerin gerçek sebeplerini göstermek demektir. Yağmur niçin yağıyor? Gece, gündüz niçin oluyor? Bunların sebeplerini göstermek izahtır. ‘’Gelin yağmur yağdıralım’’, ‘’geceyi gün yapalım’ demek tahrikdir. Bir zamanlar izah da bir suçtu. Venedik’de ilk astronomi gözlüğünü bulan Galile: ‘Güneş dünyanın etrafında değil, dünya güneşin etrafında döner’ dediği zaman, Engizisyon mahkemesine verilmişti. Fakat 17’nci asırla bugünkü 20’nci asır arasında 300 yıl geçmiş, insanlık hadiseler karşısında kapalı kalmaktansa, acı da olsa doğruyu öğrenmeyi makul bulmuştur. Ben emperyalizm hadisesini muayyen ilmi bir metodla izaha çalıştım. Kimseye ‘gidin kapitalizmi öldürün’ demiyorum. kapitalizm ölüyor, diyorum. Bu tahrik olamaz. Bir müşahadedir. Bu müşahadenin doğruluğu ve yanlışlığı ilim sahasında bir münakaşa mevzuu olabilir, fakat suç mevzuu olamaz.
Eğer müşahade ve tahlillerin neticesi proletaryanın lehinde, mazlum milletlerin lehinde çıkıyorsa, bu herhalde Türkiye’den başka yerlerde ancak emperyalist memleketlerde, silah fabrikalarına hoş gelmiyecek bir neticedir. Mamafih o netice de benim kuruntum, uydurmam değil, bir vakıadır. Türkiye emperyalizme karşı ve ona rağmen milli kurtuluşunu yapmış bir memlekettir. Bu netice önünde sadece sevinebilir.
Onun için yüksek heyetinizin bu celselerle tavazzuh eden masumiyetim üzerine beraatime karar vereceğinden ve masrafa katlanarak bastırdığın kitabımın toplatılmış nüshalarının iadesini emredeceğinden eminim.
Şüphesiz böyle bir karar Türkiye’nin en mümtaz şehrinin en yüksek mahkemesi için hayırlı bir şeref olacaktır.
(İddianameden iki A pasajının zikri)
İşte, emperyalizme karşı olan bu kampın içinde Türkiye’de vardır.
SAYGIDEĞER HAKİMLER:
Esas iddia içinde bence her şeyden mühim görünen bir nokta var: Bütün davanın tahrik noktası budur. Netekim müddeiumuminin iddiasına başlamazdan önce iki sualden ikisi de başlıca esbabı mucibesinin hep bu noktada gelip temerküz ettiğini gösteriyor: Kitabın Türkiye ile münasebeti…
Filhakika hukuku amme mümessili sıfatı ile iddia makamının bu ciheti araştırmasından daha tabii bir şey olamaz.
İddia makamı Türkiye hakkındaki kanaatini sordu: Türkiyenin emperyalist bir rejim olmadığını ve şu halde kitabın ana tezile bir alakası bulunamıyacağını söyledim. (Netekim tekide lüzum görmüş oldukları gibi, mahkemenin aleniyetini müdafaa ederken de aynı kanaatini tekrarlamıştım. )
Bunun üzerine aynı makam kitabın bazı sahifalarından pasajlar okudu. Bunlar içinde mesela, İş Bankasın’na ve Esnaf Bankası’nın iflasına ait iki mevzu hakkında Türkiye matbuatından kesilip iliştirilmiş birkaç fıkra mevcuttu.
Kendilerine bu hususta biraz daha yardım etmiş olmak için, aynı kitabın muhtelif sahifaları içinde yine Türkiye’den bahis başka zikirler arasında bilhassa mühim gördüğüm diğer iki noktayı daha hatırlatmayı vazife bilirim:
1-Kitapta, ecnebi kapitalinin geri memleketlere giriş şekillerinden bahsederken, Osmanlı borçları hakkında şu izahat var:
‘’1836’dan 1879’a kadar 10 istikrazla Türkiye’nin 238 milyon altın lira borçlanmasına mukabil (faziler, imtiyazlar vererek) eline ancak 127 milyon lira geçer. Bu yüzde yüz haraçtır. ’’(71)’’
Daha aşağıda Rumeli şimendüferleri istikrazı dolayısıyla 100 de 2 bin 300 çapul rakamları verilir. Bu suretle Avrupa büyük kapitalist devletlerinin Osmanlı İmparatorluğunu nasıl haraca bağladıkları ve bugüne kadar kötü bir miras gibi uzanıp gelen Düyunü Umumiye davasının ne feci bir dolandırıcılık olduğunu anlatıyorum. İddia makamı bu noktayı zikretmedi.
2-Aynı kitapda Rentenstaad denilen iratçı emperyalist devlet tipinden bahsederken yazıyorum:
Emperyalist devlet kendisinden mal alacaklardan ziyade, para verip de borçlu ettiklerine karşı ali kıran baş koparandır. Türkiye Osmanlı borçlarına moratoryum yapınca emperyalistler Ağrı dağı isyanını kışkırttılar. Niçin? Ve ilh.. ’’(135)
Burada Ağrı dağı isyanının bir emperyalist müdahale metodu sayılabileceğini gösteriyorum. İstintak hakimliği bunu benden sormuş ve izahatımı dinlemişti.
halde, benim iddia makamının bir sualine menfi cevap verişime mukabil, Türkiye’ye temas eden bu vakıa ve tesbitlerden ne anlıyalım? Acaba ben lakırdılarıma yanlış libaslar giydirerek kanaatimi gizlemeğe mi çalışıyorum* Yoksa ne dediğimi mi bilmiyorum?
Meseleyi böylece koyan müddet umumi, ikinci şıkkı kabul edemeyince birinci şıkka temayül ediyor. Ve benim ‘’bahsettiğim fikirleri örtülü bulundurmak için çalıştığı’ma hükmediyor.
Fakat hayır bay reis, istidrad kabilinden şunu söyliyeyim ki, ben hayatımda herhangi bir suç ithamından ziyade fikirlerimi saklamış olmak ithamından korkarım. Benim için en büyük suç, şuurlu bir insanın inandığı kanaatini bizzat reddetmesidir. Netekim Türkiye Teşkilatı Esasiye Kanunu da herhalde memlekette böyle vatandaşlar görmek istediği için kimseyi kanaatinden muatap tutmamaktadır.
Evet, burada gizlenen bir cihet yok: yanlış anlaşılan bir cihet var. O da şu:
1-Kitap, isminden anlaşılacağı veçhile Emperyalizm’den bahsediyor. Emperyalizm devrinde cihan ve insanlık, iddia makamının üç yerde üç defa zikrettiği gibi, iki büyük kampa bölünür: Bir tarafta birkaç kocaman emperyalist devletin bir avuç inhisarcı finans –kapitalisti: öte tarafta bu bir avuç asri derebeylerden maada ve onlara karşı hemen bütün insanlık. (İddianameden iki A pasajının zikri)
İşte, emperyalizme karşı olan bu kampın içinde Türkiye de vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder