24 Aralık 2012 Pazartesi

“Yalınayak İsmet”

İsmet Demir sendikacı olarak bilinir ve tanınır. Ama İsmet Demir'i bir sendikacı olarak anmak, onu hiç anlamamış ve tanımamış olmaktır. İsmet Demir, 1960'lı yıllarda hızla örgütlenen ve mücadeleye giren genç ve dinamik isçi sınıfının ortaya ve öne çıkarttığı sosyalist bir işçi önderiydi.
Bir işçi önderi, ama amacını sadece sendikal, daha iyi çalışma koşulları mücadelesiyle sınırlamamış; şu güzelim ve rezil dünyadan sömürüyü ve baskıyı, bunun olmazsa olmaz koşulu olarak da her şeyi metalaştıran, tüm insanları ve doğayı kara kurban eden kapitalizmin ortadan kaldırılması gereğini kavramış ve inanmış; bu amaca sadece ve sadece tüm zenginlikleri yaratan yoksul, cahil, örgütsüz milyonlarca ve milyonlarca emekçinin doğrudan eylemiyle varılacağım bilen; bu ezilen insanları örgütlemek ve mücadele içinde eğitmek gibi uzun hazırlık dönemlerinin, sabrın ve nankörce bir çabanın gerektiğini kavramış bir işçi önderi nasıl yetişir?
Burjuvazinin okulları, vakıfları, bursları, tetkik gezileri gibi binlerce deneme ve eğitme aygıtı var: milyonlarca emekçiyi kontrol altında tutabilecek politikacılar ve idareciler yetiştirebilmek için. Bunlar yetmezse de şiddet aygıtları. Ezilen insanların, işçilerin böyle okulları yok. Bir ölçüde sosyalist partiler bu isi yapmaya çalışırsa da, belki dünya tarihi bakımından kısa, ama birkaç kuşağın hayatım kapsayan yozlaşma ve gerileme dönemlerinde bu partiler çoğu kez insiyatiflerin yitirildiği, yetenek ve çabaların boşa harcandığı, zeka kıvraklığının ve esnekliğin kaybedildiği, güven sarsıcı, tersine seleksiyon yaratıcı aygıtlar haline dönüşebilirler, ki uzun yıllardır dünyadaki sosyalist partilerin başat niteliği bu olmuştur. Bu koşullarda bir işçi önderi nasıl yetişebilir?
Son duruşmada, ardında tarihsel zorunluluklar yatan rastlantılar, ezilen sınıfların kendi içlerinden çıkardığı önderlerin eğitiminde tayin edici bir rol oynamaktadır. İsmet Demir'in ayrıntılarını pek fazla bilmediğimiz hayatı bu kuralı doğrular gibidir.
Eskişehir'in Mihallıçık kasabasından bir işçinin çocuğudur. Çobanlık yapar, ilkokulu bitirir, orada burada inşaatlarda işçilik yapmaya başlar. Ergin bir insan oluncaya kadar çok utangaç, kimsenin yüzüne bakamayan, konuşurken utanç ve heyecandan kıpkırmızı kesilen bir garip işçidir; sonradan "hayat üniversitesi"nin işleyeceği cevheri sağlam bir ham maddedir İsmet Demir. Her ezilen ve sömürülen insan gibi isyan duygularıyla doludur. Bir yerlerde bir sakatlık vardır ve değiştirilmesi gerekir. Ama nerede ve nasıl? Bu gerçeğin arayışında, az konuşan, çok düşünen, gözleyen, isyanını içine atan, çaresizlikten bunalan milyonlarca genç emekçiden biridir. Sonraki yıllar İsmet Demir'de çok şeyi değiştirir, ama biri olmazsa diğeri soysuzlaşan iki özelliğini değil: sömürü ve baskıya duyulan isyan ve müthiş bir insan sevgisi, Türkçe'nin güzel deyimiyle, insancıllık.
Sınıf bilinci, der bir büyük sosyalist düşünür ve eylemci "Ne Yapmalı? " diye düşündüğü bir kitabında, yalnızca sınıfın kendi içine kapanılarak edinilemez; o, tüm sınıfların ilişkileri ve çelişkileri alanından edinilebilir. İsmet Demir'in şansı, bir bakıma, bir işçi olarak tüm sınıfların ilişki ve çelişkilerinin kesiştiği, çırılçıplak görünebildiği noktalarda bulunup doğrudan gözlemler yapabilmesindedir.
Önce Mevlana ile tanışır ve çıkış yolunu onun kitaplarında arar İsmet Demir. Sonra İslam Medeniyeti boyunca hiç yok olmamış, tarihsel kökleri Mazdek, Manizm, Orfeusculuğa kadar uzanan rafızi - batıni halk muhalefetini tanır. Sanki bir şeyler biraz aydınlanmış gibidir. Tarih boyunca ezilenler sınıfsız ve baskısız bir toplum idealini medeniyetlerin mesanelerinde hep yaşatmışlardır. Binlerce yıllık bir geleneğe ayak basmanın verdiği bir güven duygusu vardır artık. Diğer yandan, kişisel gözlemleriyle, o koca koca çalımından yanına varılmaz adamların boşluğunu ve kofluğunu da görmüştür.
1946 yılları. D. P. kurulur. İsmet Demir Eskişehir'de bir inşaatta çalışmakta, isyancı karakteri nedeniyle çevresinde tanınmaktadır. Burjuvazi, tek parti diktatörlüğüne yığınların duyduğu isyanı kendi değirmenine akıtmak için, İsmet Demir gibi fedailerin enerjisine, tecrübesine, fedakarlığına ve cesaretine gerek duymaktadır. Bayar ve Menderes'le tanıştırılır. Onların koruyucusu, militanı ve fedaisi olur. Böylece, Türkiye'nin egemenlerinin en uç kişilerini, onların ilişkilerini yakından gözleme ve tanıma olanağı bulur. 1946-50 arası umut doludur. Şu seçimler yapılıp DP bir iktidara gelse baskı ve sömürü son bulacaktır. Bu DP militanı Anadolu köylerine silah dağıtır. Bütün miting ve benzeri işlerin adsız neferidir.
Fakat bir gün, bir mitingde, köyün ağası, köylülerin mitinge gitmesi için traktörlerini romörkleriyle birlikte seferber edince içine ilk kurt düşer. Sonra, DP iktidara gelince umutlarının hiç birinin gerçekleşmediğini, bir kenara itildiğini ve kullanılmış olduğunu görür. Burjuvaziyi yakından tanımıştır artık. İlk ve en önemli politik dersi almıştır.
Önderlik demek, sadece sınıf ilişkilerini, sınıfların karakterlerini tanımak değildir. Önderlik demek, aynı zamanda örgütçülük demektir. Örgütçülük demek, insanları tanımak demektir. Ama insanları, sıradan, her gün çevremizde gördüğümüz "insan sarrafları"nın yargılarıyla değil, ortak mücadele için nasıl en yararlı olabilecekleri, nasıl örgütlenebilecekleri bağlamında tanımak demektir. Bu tanımanın alt yapısını bir bakıma sonraki yıllarda topoğraf olarak çalışması sağlar.
Türkiye'nin detaylı haritalarını hazırlayan bir topoğraflar grubunda işçi olarak çalışmaya başlar ve T. C. topraklarını köy köy, karış karış Edirne'den Ardahan'a dolaşır ve tanır. Hemen her gece bir başka köyde kalmak; değişik insanları, değişik gelenekleri, değişik ilişkileri tanımak. Ama aynı zamanda hepsinde ortak olan sömürüyü, baskıyı ve yoksulluğu görmek: bütün bunlar İsmet Demir için paha biçilmeyecek gözlemler olur. Genelleme yeteneği gelişir. Ayrıca okumuş mühendislerin yanında çalışmaktadırlar. Bu nispeten aydın insanlar, meslekleri gereği yanlarında çalışan işçilerle beraber yaşamak ve dolaşmak zorundadırlar; kasaba ya da şehir memurları gibi eşrafla iç içe şehir klüplerinde ve memur - eşraf mahallelerinde bir kast yaşamı sürmemektedirler. Karşılaşılan şeylerle ve olaylarla ilgili bin bir günlük konuşma içinde bu bilgili insanların çeşitli değerlendirmeleri, tepkileri İsmet Demir'e oldukça geniş bir ansiklopedik bilgi, gözlemlerine sınıflandırma yeteneği ve modern bilimlerle daha yakından tanışma olanağı sağlamış olsa gerektir. İnci gibi yazısını, matematik bilgisini, düşüncelerini yazıya dökmeyi herhalde bu dönemde kendiliğinden edinmiş olsa gerek.
İsmet Demir aynı zamanda aydınları da yakından tammış olur böylece. İşçilerde çok rastlanan ve çoğu kez hızla birbirine dönüşen bir aydın düşmanlığı ya da aydınlara yavşakça bir hayranlık İsmet Demir'de yoktu. 0 aydınların yeteneklerinin ve sınırlılıklarının bilincindeydi. Ne sırf onlarla ne de onlarsız olamayacağım bilirdi.
"Her şey tecrübelerden öğrenilir, tecrübelerden hiç bir şey öğrenilemez" der bir şair. İsmet Demir artık zengin bir tecrübe birikimine sahiptir ama hala problemi çözebilmiş değildir. Derken, bir gün, (galiba bir trende seyahat ederken) Bulgaristan muhaciri eski bir sosyalistten ilk kez sosyalizmi duyar ve sosyalizmle tanışır. Sosyalizmin dünyaya bakışım öğrenir. Artık her şey apaçıktır. Yıllardır çözemediği problemler bir çorap söküğü gibi çözülmektedir. Sosyalist teoriyi henüz yakından tanımasa da, artık sınıfının bilincinde bir işçidir İsmet Demir.
1950 yılları. Yollar, barajlar, santraller, Amerikan üsleri yapımı başlamıştır. Kurulan şantiyelerde binlerce işçi barakalarda yaşamaktadır. Bir kısmı kalifiye işçidir, bir kısmı köyünü yeni terk etmiştir. Aşağı yukarı 100. 000 kişilik bir "şantiyeciler" kadrosu oluşmaktadır. Bunlar çevremizde gördüğümüz küçük inşaatların işçilerinden farklıdırlar. Çalışan işçi sayısı 1000'den aşağı pek düşmeyen büyük iş yerlerinde çalışırlar. Bir iş bitince yataklarını denk yapıp diğer iş yerine giderler. İşlerde bir kesiklik ama işçi kadrosunda bir süreklilik vardır. Herkes birbirini tanır. Meslekler çoğu kez hemşehri gruplarına bölünmüştür. Demirciler Kırşehirli, marangozlar Ordulu, kaynakçılar, montajcılar Güney ve Batı Anadoluludur. Birçok durumda işçileri bölen bu tabakalaşmalar, aynı zamanda hızla örgütlenmenin aracı da olabilirler. Diyelim ki Kırşehirliler daha ziyade demircidir. Demircilerin Formeni (ustabaşıları) da Kırşehirlidir ve kendi içlerinde birbirlerini kayırırlar. Usta durumundaki kalifiye işçiler, kaba işçi olan hemşehrilerini işe aldırıp koruduğu, meslek edindirdiği için onlar üzerinde büyük bir etkiye sahiptirler. Bir usta başının bir harekete ya da örgütlenmeye evet demesi, aşağı yukarı bir branşın otomatikman örgütlenmesi ve harekete geçmesi demektir. Elbet hareket keskinleşince en çok yan çizme ve uzlaşma eğilimi gösterenler bu ustalardan çıkarlar. Ama sıradan işçiler bir kere bu ustabaşıların katalizatörlüğüyle örgütlenip eyleme geçtikten, işe sahip çıktıktan sonra işi kendileri götürürler ve ustaların hareket olanaklarım sınırlarlar.
Bu kalifiye işçilerin "meclisine kabul edilmek" için kalifiye işçi olmak gerekir. Sıradan bir işçi, ne bilgisiyle ne de işyeri hiyerarşisi içindeki pozisyonuyla bu kalifiye işçileri örgütleyemez; onlarla aynı masaya oturup konuşamaz bile. Yazılı olmayan geleneklerdir bunlar. Ve İsmet Demir kalifiye bir topoğraftır artık. Kolay kolay atılamaz bir işten. Usta işçiler arasında yeri vardır. Topoğraf olduğu için tüm şantiyeyi serbestçe dolaşıp herkesi tanıma ve görme olanağı da vardır. Bunlar bir iş yerinde örgütlenebilmek için baha biçilmez olanaklardır ve aynı zamanda kişiye tüm işçileri tanımak ve işin gidişi hakkında kuş bakışı bir fikir edinebilmek gibi nitelikler kazandırır.
Bu tecrübeler İsmet Demir'e baha biçilmez bir seziş gücü kazandırmıştı. Herhangi bir işyerini örgütlemeye gittiğimizde, şantiyeyi genel olarak görebilecek bir yere durur, ceketini ağaca asar ve saatlerce çalışan işçileri gözlerdi. Sonra da orada ne ölçüde ve neler yapılabileceği hakkında aşağı yukarı kesin bir görüşe ulaşırdı.
Gerek topoğraf olarak T. C. topraklarını doğudan batıya köy köy dolaşmış olması, gerek şantiye hayatı sayesinde binlerce işçiyi isim isim tanırdı. Aşağı yukarı her işçinin nereli olduğunu, özel problemlerini, yetenek ve zaaflarını, daha önce nerelerde çalıştığını, hangi hareketlere katıldığını, tutumlarını tek tek bilirdi. Bir askeri kumandan bile elinin altında her an sicilleri bulunan askerlerini böylesine yakından ve doğru olarak tanıyamaz. İsmet Demir'in kafasında bir bakıma Türkiye toprakları üzerinde yaşayan insanların geleneklerinin ve özelliklerinin bir haritası vardı. İlk kez karşılaştığı bir kimseye adını, nereli olduğunu ve daha bir kaç soru sorunca, o kişi artık İ. Demir için bir bilinmez olmaktan çıkardı. O kişinin yetiştiği çevre, edindiği kültürün özellikleri, hangi aşiretten veya çevreden olduğu vs. hakkında aşağı yukarı tam bir bilgiye sahip olurdu. Ve karşısındaki de, İsmet Demirin söylediği belki çok önemsiz ya da dışardan dinleyen birisi için geçer ayak söylenmiş alelade gibi görünen sözlerden, onun kendisi hakkında belli bir fikir sahibi olduğunu anlardı.
İşte hayatın İsmet Demir'e kazandırdığı bu nitelikler onun eşi görülmemiş örgütçülüğünün bir bakıma alt yapısını oluştururdu. Ama İsmet Demir bu niteliklerini sosyalizm ve işçilerin hak mücadelesi için kullanan az görünür bir örnekti.
1950 - 60 yılları arası şantiyeciler arasında henüz sendikalar yoktur ama bir çok pasif ya da aktif kendiliğinden direnişler yaşanır. Kuş uçmaz kervan geçmez şantiyelerde yapılan bu direnişler belki hiç bir zaman gazetelere geçmemiştir ama, İsmet Demir ve şantiyeciler buralarda ilk tecrübelerini edinmişler, güçlerini ve güçsüzlüklerini tanımışlar yavaş yavaş mayalanmalar başlamıştır. 1960'ların ilk yıllarına kadar geçen bu dönem, bir bakıma şantiyecilerin ve İsmet Demir'in "Tarih öncesi"dir.
Ereğli demir çelik fabrikaları inşaatlarındaki seri direnişlerde İsmet Demir, Fukara Tahir'le birlikte önemli bir rol oynar. Yine 1960'ların baçındaki Ankara'da işsizlerin meclise yürüyüşü, İsmet Demir'in örgütlenmesinde önemli roller oynadığı ilk büyük bilinen işçi eylemleridir. Sonuç: şantiyecilerin sendikalaşmaya başlamasıdır.
Ereğli'de çalıştığı ve direnişleri örgütlediği yıllarda, talebeliğinde V. P. tevkifatına kıyısından bulaşmış ve o sıralarda Ereğli inşaatlarında bir hizmetli olarak çalışan biri aracılığıyla ilk kez Dr. H. Kıvılcımlı ile tanışır. Böylece sosyalist teorinin ürünlerini az çok kaynağından tanıma olanağı bulur. İsmet Demir ölünceye kadar H. Kıvılcımlı'nın görüşlerini savunmuş, sadece ona güvenmiştir.
H. Kıvılcımlı ve İ. Demir'in bu rezonansa gelişi bir rastlantı değildir. H. Kıvılcımlı "eskiler" içinde, aydınlar arasında horlanmış ama işçiler arasında daima yankı bulmuş, bağlı olduğu uluslararası sosyalist çizginin tüm reformizmine rağmen radikal ve devrimci eğilimi temsil etmiş örnek bir sosyalisttir. İsmet Demir de 1946'larda İstanbul ve İzmir'de mayalanmış Şefik Hüsnü ve Esat Adil'lerin reformist ya da anarko-sendikalist geleneğinden değil, bambaşka bir gelenekten geliyordu. Gerçekten de burjuva sosyalizmi H. Kıvılcımlı gibi İsmet Demir'den de hep nefret ede gelmiştir. Bunu açıkça ifade edemediğinde küçümsemiş, alay etmiş ya da susuşa getirmiştir. Ama aynı İsmet Demir D. Ö. B. (Devrimci Öğrenci Birliği) ve Dev-Genç saflarında her zaman sevilen sayılan bir işçi önderi olagelmiştir. Bu yankılaşmalar bir rastlantı değildir. 1968'in devrimci gençler kuşağı, tıpkı İ. Demir veya Dr. H. Kıvılcımlı gibi, bir ölçüde bilinçsiz de olsa reformizmin, burjuvaziyle ittifaklar politikasına karşı radikal ve devrimci bir tepkinin ifadesi olmuşlardır.
Bu durumun elbette, İsmet Demir'in bir önderi olduğu şantiyecilerin yapısıyla da bir ilişkisi vardır. 1960 - 70 arasında isçi sınıfı mücadelelerinde başı çeken iki branş vardır. Birisi metal işçileri, Maden-İş aracılığıyla DİSK'in çekirdeğini oluşturmuşlardır. Diğeri şantiyeciler. Şantiyeciler de esas olarak metal işçileridir. Ama işçi sınıfı içinde aynı zamanda evrensel özellikler gösteren zümre farklılıkları da vardır.
Büyük şehirlerin metal işçileri başlangıçta iyi mücadeleler verirler ve güçlü istikrarlı sendikalar kurarlar. Ama tam da bu nedenle: hem nispi elverişli durumları nedeniyle, hem de istikrarlı sendika aygıtlarında bir sendika bürokrasisinin kolayca palazlanması nedeniyle reformizme daha eğilimlidirler. Yapı İşçileri, daha doğrusu şantiyeciler ise, sık sık işyerlerinin dağılması, ve her yeni iş yerinde yeni baştan örgütlenip, mücadele ederek hak mücadelesine girmek zorunda oluşları nedeniyle, sürekli mücadeleci bir eğilim taşımışlar ve istikrarlı sendikalar kuramamışlardır. Bu da bir sendika bürokrasisinin oluşmasını bir ölçüde engellemiştir. Yapı iş kolunda ya gangster sendikacılar olmuştur ya da İsmet Demir gibi devrimciler. Orta, uzlaşma yoluna koşullar hiç bir zaman izin vermemiştir. İsmet Demir, sadece inşaat işçilerinin başarılı mücadelelerini belirlememiştir, ama şantiyecilerin bu karakteri de bir bakıma İsmet Demir'i belirlemiştir.
Keza şantiyeciler, işçi sınıfının genellikle küçük işyerlerinde, en ağır çalışma koşullarında yaşayan, ama daha ziyade aşırı sola ya da anarşizme eğilim gösteren, ani patlayışları ansızın yılgınlığa dönüşen zümrelerinden de farklıdırlar. Bu nedenledir ki, İ. Demir, politik olarak ne anarşist ne de reformist bir karakter taşırdı. Ve bir bakıma bu objektif koşullar nedeniyledir ki, ideale en yakın sosyalist bir sendikacı olmuştur. Ve tam da bu nedenlerle, 1980'den beri hemen tüm kazanımlarını yitiren, ve yeniden mücadeleye girebilmek için yavaş yavaş mayalanıp güçlerini toplayan yeni mücadeleci işçi kuşakları için gerçekten örnek olması gereken bir işçi önderidir. Reformistler K. Türkler'i yeni kuşaklara prezante ediyorlar, devrimciler İsmet Demir'in bayrağım yüceltmelidirler.
1960'lı yıllarda İsmet Demir'i her yaz bir büyük direnişi yönetirken, bir destan yaratırken görürüz. Ereğli, Boru Hattı, Kadıncık Barajı, Çekmece, İzmit, Eskişehir, Aliağa mücadelelerinin gerçek örgütleyicisi ve önderi İsmet Demir'dir.
Ne var ki, bütün bu mücadelelerden ve başarılardan hiç bir zaman güçlü bir sendika ortaya çıkmamıştır. Ereğli grevlerinde Fukara Tahir ile birlikte Yapı-İş'i kurarlar. Tahir kısa zamanda yozlaşır. İsmet Demir yeni sendikalar kurar, tutar işçileri başına getirir. İşçiler kısa zamanda aidatlardan gelen paraları yeme gayretine düşerler. Kendilerine karşı çıkan İsmet Demir'i ya sendikadan atarlar ya da paraları alıp kaçarlar. Bütün bu tecrübelerden İ. Demir şu sonucu çıkarır: sınıf bilinci olmayan, devrimci olmayan bir işçi ne kadar yiğit ve namuslu olursa olsun, sendikanın başına gelince ya hızla yozlaşmakta, ya da devlet aygıtlarının tehditleri karşısında sinmektedir. Bunun üzerine İ. Demir bu fasit daireyi kırmak için yollar araştırmaya baçlar. Yıl: 1968'dir. Devrimci gençlik hareketleri başlamıştır. İsmet Demir hedefini belirler: bu devrimci gençlerle işçileri kaynaştırmalı, sendika bu insanların, sınıf bilinçli, devrimci insanların eline verilmelidir. Ancak o zaman sendikanın maddi olanakları işçilerin yeni mücadelelerini örgütlemek için seferber edilebilir.
Gençlik mücadeleleri içinde hızla radikalleşen öğrenciler İstanbul'da Deniz Gezmiş'in önderliğinde Devrimci Öğrenci Birliğini (D. Ö. B. ) kurarlar. Başlangıçta bu gençleri el altından ya da açıkça destekleyen Kemalistler, reformistler bu radikalleşmeden korkmuşlar ve D. Ö. B. 'ün yüzüne bütün kapılar kapanmaya başlamıştır. Dernek için yer bulunamamaktadır. İşte İsmet Demir, burjuva toplumuyla kopuşan bu devrimci gençlere işçi sınıfının bağrını açar: Yapı İşçileri Sendikasının (Y. İ. S. ) olanaklarını D. Ö. B. 'ün emrine verir. D. Ö. B. ve Y. İ. S. 'in aynı binayı paylaşması, bir rastlantının ötesinde bir tarihsel zorunluluğun ifadesidir. İsmet Demir, bu devrimci gençleri alır işçilere götürür, işçileri alır bu devrimci gençlere getirir. İnanmaktadır ki, işçi de de sosyalist aydın da tek basına bir hiçtir. Çok sevdiği Hikmet Kıvılcımlı'nın benzetmesiyle, biri kalaya, diğeri bakıra benzer. Tek başına ikisi de yumuşak metallerdir. Ama bunlar cidden kaynaştığı zaman, insanlığa bir çağ atlatan tunç ortaya çıkar.
İsmet Demir sosyalist aydınların ve işçilerin kaynaşmasına verdiği bu önem bakımından da DİSK sendikacılarıdan ayrılır. DİSK yöneticileri devrimci gençlerin işçilerle kaynaşmasından her zaman korkmuşlar, ellerinden geldikçe bunu engellemeye çalışmışlardır. Aydınlar içinde ancak yeterince ehli olanları, sendika aygıtında maaşlı memurlar olarak kullanmışlardır. Bu, muhakkak samimi olan sosyalist aydınlar da, sendikal çalışma yaptıklarım düşünüp, işçilerle bağlar kurduklarını düşünüp, kendi kendilerine bir tatmin hissi duymuşlardır. Ama sendikal çalışma da bu değildir, sosyalist entelijansiyanın işçilerle kaynaşması da.
Bütün bu ayrılıklar nedeniyle DİSK yöneticileri İsmet Demir'den nefret etmişler ve korkmuşlardır. İsmet Demir, yönettiği sendikayla DİSK'in kuruluş toplantılarına katıldığı, üyelik için defalarca DİSK'e müracaat ettiği halde, bir tek cevap bile alamamıştır. Bu bir rastlantı değildir. Ve bunu yapanlar şimdi işçilere örnek kahramanlar olarak tanıtılıyor ve piyasada kahramanlar gibi geziyorlarsa, işçilerden bir şeyler gizleniyor, onlara gerçekler anlatılmıyor demektir. Elbet bir gün tarih yeniden yazılacaktır.
1968 - 71 yılları arasında Dev-Genç'in hiç bir önde gelen militanı yoktur ki, İsmet Demir'le birlikte çalışmış olmasın. Bunların fizikçe ölmüş bulunan bir kaçının adım anmak bile yeter: Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Sinan Cemgil, Hüseyin Cevahir, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan...
Bir sendikacı olarak İsmet Demir çok önemli haklar elde etmiş ve biçimler geliştirmiştir. Stratejisi, kalifiye işçilerden ziyade düz işçilerin ücretini arttırmak; ücret artışlarının yanı sıra sosyal haklara ağırlık vermek; sözleşme müzakerelerini işçilerin gözü önünde yapmak veya onların her an geri alınabilir temsilcileriyle birlikte götürmek; işçilerin oyuna başvurmadan hiç bir karar almamak; hiç bir şeye imza atmamak; yolda geçen zamanı iş saatinden kabul ettirmek; her sözleşmeden sonra kongre yapıp işçileri sendika yönetimine getirmek; bunlardan bir kaçıdır. Önemli bir hedefi, isçi çıkarmalara çoğunluğunu işçilerin temsil ettiği bir disiplin kurulunun karar vermesiydi. Bu hedefe sağlığında ulaşamadı. Sadece Aliağa'da Kozanoğlu-Çavuşoğlu inşaatında yarı yarıya işçi ve işveren temsilcileri noktasına ulaşabildi ki, çok elverişsiz şartlara rağmen büyük bir başarıydı.
12 Mart gelirken Boğaz Köprüsü inşaatında örgütlenmeye başlamıştı. İki kıtada birden bir grev yapmak ve Avrupa'dan Asya'ya "Bu İşyerinde Grev Vardır" diye yazmak o zamanki hayaliydi. 12 Mart gelince tutuklandı. Uzun süre hapiste yattı. Tutuklanmadan önce, daha önce beraber çalıştığı devrimci gençlerin tek tek öldüğünü gördükçe, birçok defalar, yanlış olduklarım bile bile onlara katılmayı çok düşündü. Tutuklanmasaydı belki de katılırdı.
Yapı iş kolunun istikrarsızlığı ve sürekli olarak kayayı yeniden yukarı çıkarma zorunluluğu nedeniyle, İsmet Demir'in en büyük planı Metal iş koluna geçip, orada sağlam bir üs elde ettikten sonra diğer iş kollarına yayılmaktı. İskenderun Demir Çelik fabrikaları inşaatı bu olanağı ortaya çıkarıyordu. İnşaat sırasında orada örgütlenilirse, fabrika üretime geçtikten sonra kolayca metal iş koluna geçilebilirdi. Çıkınca derhal İskenderun'a gitti.
Ama burjuvazi de kendince dersler çıkarmıştı. Her iş küçük taşeronlara verilmiş ve böylece ortaya yüzlerce işveren çıkmış oluyordu. Aynı zamanda Adana ve İskenderun çevresinin kabadayılarına gangster sendikalar kurdurulmuş, işçilerin haberi bile olmadan, usulen sözleşmeler yapılmıştı. Öte yandan 12 Mart'ın karanlıkları hala sürüyordu. Bütün bunlara rağmen İsmet Demir on binlerce işçiyi direnişe götürmeyi başarabildi. Ama Kıbrıs çıkartmasının hayhuyu arasında İsmet Demir tutuklandı ve gerisi gelmedi. Bundan sonra Kanser hastalığı ilerledi. Ölünceye kadar mücadeleyi bırakmadı. İnsanlara olan sevgisini, sosyalizme olan inancım ve işçi sınıfına olan güvenini yitirmedi.
En canlı işçi tiplerini yaramış ve her satırında buram buram bir insancıllık kokan romancı Orhan Kemal İsmet Demir'in romanını yazmaya niyetlenmişti. Ortak bir dostları onları tanıştırmış ve Orhan Kemal'e bu fikri vermişti. O sıralar İsmet Demir, Aliağa grevlerine başlamak için İstanbul'dan ayrılmak üzeredir. Orhan Kemal de yurt dışına ameliyata gidecektir. Ortak tanıdıkları, ki İsmet'in bir adaşıydı, Orhan Kemal'e bir an önce notları almasını, İsmet'e anılarını anlattırmasını, çünkü İsmet'in Aliağa direnişleri sırasında öldürülebileceğini söyler. Bunun üzerine O. Kemal bir kaç gün içinde notlar alır. Ne yazık ki Orhan Kemal yurt dışında ölür. Aliağa'da ise, ölen İsmet değil Necmettin Giritlioğlu olmuştur. Bu destan roman yazılmadan kalır.
Necmettin'in ölümünden İsmet Demir hep kendini sorumlu tutmuştur. Gerçek hedefin kendisi olduğunu biliyordu. Ama onun bunda hiç bir sorumluluğu yoktu. Hepimiz toplanmış ve direnişler boyunca İsmet Demir'in arka planda kalmasını, kararlaştırmıştık. İsmet Demir arkamızda olup bize akıl ve taktik verdiği sürece bizler direnişi sürdürebilir, tutuklandıkça birimizin yerini diğeri alır, ama İ. Demir böylece hep dışarıda kalır diye düşünmüştük. İsmet Demir tutuklandığı ya da öldüğü takdirde, direnişi sürdürecek bilgi ve tecrübemizin olmadığını biliyorduk. Olaylar Necmettin'in canı pahasına da olsa bu taktiğin doğru olduğunu gösterdi ama İsmet Demir hiç bir zaman vicdan azabından kurtulamadı ve Necmettin'in yerine orada ölmüş olmayı hep istedi
Bir işçi direnişinin başında burjuvazi tarafından öldürülen ilk sosyalist Necmettin Giritlioğlu'dur. Ve Necmettin'i sendikanın başına getiren İsmet Demir'dir. Bu bir rastlantı değildir.
Yeni kuşakların örneği: İsmet Demir, Necmettin Giritlioğlu olsun.
11/2/1987
(x) Gangster sendikacı deyiminin ortaya çıkmasında dolaylı olarak İsmet Demir'in bir rolü vardır. Fukara Tahir Yapı-İş'i kurduktan sonra tipik bir sendika ağası olur ve sendikanın paralarını diğer ortaklarıyla yemeğe başlar. İsmet Demir ise, başka bir sendika aracılığıyla örgütlenmektedir. Böylece Yapı-İş'in gelir kaynakları azalmaya başlar. Paralar azalınca paraları yiyenler arasında sürtüşmeler de artar ve sonunda aynı sendikanın bir başka yöneticisi Tahir'i öldürür. "Gangster Sendikacı" lafı bundan sonra ortaya çıkmıştır. İsmet böylece onların nasıl yiyiciler olduklarını dolaylı olarak göstermiş olur.
(Bu yazı Zemin dergisinde yayınlanmıştı. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder